Yazılarım E-postana gelsin.

Yaz E-Postanı!

12 Mayıs 2017 Cuma

Bi' POPÜLER KİTAP DAHA!

Özlem Ekici
   Merhabalar,  uzun zamandır buraya kitap incelemesi koymadığımı fark ettim. En son zamanlarda okuduğum bir popüler romandan bahsetmek istedim ve geldim, yazdım size. 



Adını duymadıysanız bile şimdi duyacaksınız: Benimle Asla Tanışamayacaksın. Buralardan yani bloglardan tanıştığım ve kısa sürede çok yakın dostum olan Bir Kısanın Günlüğü adlı blogun sahibi İlknur yani canım kuzum elinde görüp merak ederek almıştım. Son zaman romanlarını pek okumasam da bunu okudum ve sevdim. Evet, sevdim. Yalınlığını, üslubunu, hikayesini... Yazar Leah Thomas, adını bu kitapla duydum. Zaten yazarın ilk kitabıymış. Öncelikle adet olduğu üzere arka kapak tanıtımı ile başlayalım. Şunlar yazıyor idi:


"Ollie ve Moritz... Onlar bizden çok farklılar. Hayal bile edemeyeceğiniz özellikleri olan bu iki yakın arkadaşın buluşması imkânsız. Çünkü Ollie'nin elektriğe olan alerjisi hayatını tehdit ediyor, Moritz'in zayıf kalbi de bir pil sayesinde atıyor. Bir araya gelmeleriyse ikisinden birinin ölümüne neden olacak.



En karanlık zamanlarında birbirlerine yazdıkları mektuplarla hayatı, hissetmeyi ve sevmeyi öğrenen Ollie ve Moritz için tüm dengeler ortak geçmişlerinin açığa çıkmasıyla değişiyor.Acaba arkadaşlıkları bu değişimi kaldırabilecek kadar güçlü mü?"


  Kendi yorumuma gelecek olursak şöyle ki ilk kitap olmanın acemiliği var evet ama her ne olursa olsun ana fikir gerçekten çok güzel. Ollie ve Mo'nun mektuplarıyla ilerleyeyen bir kitap. Sonlara doğru bilim-kurgu yönü ağır basıyor. Fazlasıyla akıcı ve günlük bir dil kullanılmış. İki çocuğun tüm eksikliklerine ve tuhaflıklarına rağmen birbirlerine bağlanmaları ve anlattıkları hikayeler kesinlikle okunmaya değer. Başucu kitaplarımdan biri olduğunu söylemeliyim. Okumanızı tavsiye ederim dememe gerek yok herhalde. Benim ilerde çocuklarıma mutlaka okutacağım kitaplardan oldu. Hayatta eksikliklerimize daha çok dikkat ettirdi bende, sanırım onların yerine kendimi koydum. Tabi bu düşünce sonlara doğru yok oldu çünkü kitabın sonunda beklemediğiniz bir şeyle karşı karşıya kalıyorsunuz. Yazar keşke böyle bir son yapmasaydı dedim aslında ama her şeye rağmen güzeldi. Bir güzel alıntı ile bitirelim. 

"Bazı insanlar bazı parçaları olmadan doğar."

Bol okumalı günler. 

6 Mayıs 2017 Cumartesi

GECEDE BİR ATALET VAR İMİŞ

Özlem Ekici

Söyleyeceklerim kadar, söyleyemeyeceklerimin olmasından nefret etmişimdir hep. Sonra nefret ettiklerimden kurtulmak istercesine insanlara bir sinyal olarak yazmakta bulmuşumdur çareyi. Uyumuyorsam, geceyle gündüzü yer değiştirmişsem ne dünya düzenine karşı geldiğimdendir ne de hasta ruhumun geceye direnmesinden. Gecenin bir vakti olmuş ve benim gözlerim açıksa, atmışsam kendimi sokak köpeklerinin hükmüne geçmiş sokaklara, sokak lambalarının ışıklarından kaçmak için zikzaklar çiziyorsam eğer kendimi özlediğimdendir.     
  Gün ışığının aydınlattığı ve insanoğlunun aktığı sokaklar birer tiyatro sahnesidir. Ne kadar parçası olmak istemesen de katılmak zorunda olduğun bir oyun var dev spotun altında, herkesle beraber oynamak zorunda olduğun. İninden çıkınca başlıyorsun istenileni vermeye, oynamaya. Kafandaki sorular, aklını karıştıran belirsizlikler, özlediğin adamlar, kadınlar. Hiç birini belli etmeden gülümseyeceksin. İlk kuralın bu. Eğer bir sokağın ortasında başlarsan kafandaki soruları düşünmeye, suratın bir asılırsa, kaşların çatılırsa hemen sana çevrilir bakışlar. Oynayamıyorsun rolünü. Kendine gel hemen dercesine delici bakışlar hissedersin. Hele bir de özlersen, ağlarsan, küçümser bakışlar altında ezilirsin. Pestile döndürürler adamı hiç vakit kaybetmeden. Yaftalar suratının ortasında patlar bir bir. Güçsüz, gurursuz, aşağı, basit, rezil bir insan olup çıkarsın. Gün ışığında karışırken insan nehrine bedenin, kendin olamazsın. O kadar çok insan içinde varlığın, bir nehirdeki damladan farksızdır. Ne yokluğun nehre zarar verir, ne varlığın nehre değer katar ama kirli gözükürsen göze batarsın. O yüzden savrulup giderken, kendi bile olamamış bir damlacık olursun. Kaybolursun.
  Gece yarısını gösterdiğinde saatler, perde kapanıp, oyuncular kulislerine çekildiğinde, insan nehri kuruduğunda, caddeler çıplak kaldığında, sokak köpeklerinin ayak sesleri duyulur hale geldiğinde başlar mutlak gerçek. Çık sokağa. Yürü. Özgür hissedeceksin. Gerçek olan ne varsa işte şimdi dışarıda. Şarapçılar tutmuş köşeleri, hırsızlar kapıların önünde, evsizler kuytularda ve köpekler caddelerin ortasında. Kötü onlar deme. Kötülük belirsizdir. Dayatmadır insana. Kötü bile olsa tüm bunlar bil ki gerçektir ve en kötü gerçek, en iyi yalandan iyidir. Geceleri bilirsin sokaktaki kötüleri, gardını alırsın. Binlerce insanın gülümsediği bir günde kötüyü bilemez gardını alçak tutarsın. Gece bilinenin aksine gündüzden daha az tehlikelidir. Gece kendin olursun. Aklındaki tüm soruları, belirsizlikleri düşünebilirsin istediğin gibi. Özleyebilirsin, aşık olduğunu söyleyebilirsin, acı çekiyorsan ağlarsın özgürce. Ne bakışlar vardır bedenini delip geçecek, ne yaftalar vardır seni alçaltacak. Kendin olursun. İnsan nehrinin kurumuş yataklarında akarsın istediğin gibi. Senindir tüm o caddeler. Nehre karışan bir damla değil nehrin kendisi olursun. Kendin olursun.     
  Saat gecenin bir yarısı olmuşsa ve ben uyumamakta ısrarlıysam kendimi özlediğimdendir. Gece, mutlak gerçektir. 

Bu da böyle bir yazıydı, nihayet son. Hoş kalın.

4 Mayıs 2017 Perşembe

Soluyan Deniz - Erdem Bayazıt

Özlem Ekici

Bir çığlık düştü karanlıklardan
Issız denize

Ses beton gibi buz tutuyordu
Bir takım gölgeler gidip geliyordu
Ay ışıkları gidip geliyordu
Deniz yaralı bir tay gibi soluyordu.

Kim bizi çeken ayaklarımızdan
Suyun yumuşaklığına
Yerin katılığına
Göğün karanlığına.

Bir göz bizi denetliyor - bu muhakkak
Bir çığlık boğuluyor denizde - bunu iyi duyuyoruz
Bir ışık kesiyor karanlığı bir ustura ağzında
Bilmediğimizi anlıyoruz
Görmediğimizi seziyoruz

Yeni bir çağa çıkıyoruz saçlarımızdan.

Adil Erdem Bayazıt



3 Mayıs 2017 Çarşamba

1000KİTAP BİNLERCE KİTAP!

Özlem Ekici
  Bugün sizlere severek kullandığım bir güzel siteden bahsedeceğim: 1000kitap.com  
Okurların ve kitapseverlerin kullandığı bir siteyken son zamanlarda gittikçe yaygınlaşan bir yer olmaya başladı. Şimdi sizlere 1000kitap nedir, ne işe yarar, kitap mı okuyoruz biz orada gibi soruları yanıtlayalım. 


1000Kitap Nedir?

 Kitap okumaya yarayan bir site değildir. Peki nedir? Kitapları okudum, okuyorum - şu sayfadayım- veya yarım bıraktım diyerek sınıflandırabiliyoruz. Okumak istediklerimizi de okuyacağım olarak belirtebiliyoruz. Okuduğumuz kitapları dilersek puanlayabiliyor veya kitap hakkında incelememizi paylaşabiliyoruz. Kitaplardan alıntılar ekleyip eklenilen alıntıları beğenip paylaşabiliyoruz. Ayrıca okuyacak olduğumuz bir kitap var ama kararsızız, birçok okurun yaptığı incelemelere göz atıp karar verebiliriz.
  Okurken yorumlayan ve alıntılar paylaşmayı seven bir okur olaraktan bu siteye bayılıyorum. Üstelik uygulaması da mevcut. Dilerseniz telefondan dilerseniz bilgisayar üzerinden rahatça girebilirsiniz. Üye olmak da çok kolay. 

  Okur puanı denilen bir sistem mevcut ki okuduğunuz kitap sayısına göre yaptığınız inceleme ve paylaştığınız alıntı sayısına bağlı olaraktan artıp azalan bir puanlama sistemi. Bu bazen beni gaza getiriyor, mesela daha fazla alıntı paylaşmak için daha dikkatli okuyorum. Blogumuza veya sitemize koymak için bile çeşitli bileşenleri var, benimki sağ altta mesela. 

  Tüm bunlarla birlikte kitap okuyan bir toplulukta olmak beni çok mutlu ediyor. Hiç tanımadığınız biriyle bir kitap üzerine tanışıp saatlerce kitaplar üzerine sohbetler edebiliyorsunuz. O sohbetin tadına doyum olmuyor. 

  Blogumdaki kitap incelemelimin azalmasının sebebi de sanırım bu uygulama, beni kendine çok fazla bağladı. Her neyse lafı fazla uzatmadan size bu aralar severek takıldığım ve bol bol aktif olduğum bir site ve uygulamayı tanıtmak istedim. 1000kitap.com'a yolunuz düşerse buyrun bu benim adresim: tık>>Buralarda zaten hep görüştük, hoş kalın. 

2 Mayıs 2017 Salı

Aykırı Yaşamak - Şükrü Erbaş

Özlem Ekici
Geriye bakarak yanıtlıyoruz birbirimizi
Bir destek aranır bir güç alırcasına
Dönerek ikide bir anıların ülkesine..
Alnımızı gererek konuşuyoruz, kaşlarımızı
Bir ince eğimle siper edip bakışlarımıza
Çok iyi bildiğimiz bir duyguyu
-  O biraz yenilgiye biraz ezikliğe benzer
   Ortak yaşadığımız sızım sızım -
Saklamaya çalışıyoruz birbirimizden.


Uzun uzun susuyoruz sözün kıyılarında
Hangi kapıyı aralasak bir uzaklık esiyor
Hiçbir düşünceyi sonuna dek götüremiyoruz.
-  Böyle belirlenmiş sınırlar içinde
   Bir iç denetimle, bir dış denetimle
   Konuşmasak da eski tadını yitirdi -
Düşler kuruyoruz yeniden gelecek üzerine
Kaldırıp kirpiklerimizi ayak uçlarımızdan
Dağlara bakıyoruz, ufuklara, bulutlara
-   Ah, o insan yüreğinin değişmeyen tutkusu -


Bir güncel sesle sonra, çirkin ve çiğ
Bir kirli görüntüyle hayata ilişkin
Dönüyoruz gerçeğin o kalın çizgisine..
Yeni yeni yaşamlar kuruyoruz ödünler vererek
Aklımızda yüzlerce geçerli açıklama:
"Yaşamak zorundayız nasılsa, iyidir
Hiç yoktan var olmak" adına
Karşı çıktığımız ne varsa yapıyoruz hepsini.
Bir kan pıhtısı gibi yarada kuruyan
Binlerce uyuşturucu merhemle donuyor kalbinizde
Anılar inançlar incelikler düşler..


ŞÜKRÜ ERBAŞ


24 Nisan 2017 Pazartesi

ÇİMENLERİ SEVERDİ

Özlem Ekici


  Dışarıdan bakıldığında kırklarında birinin bedenini değil de gezegenin yakınından geçmiş kuyruklu yıldızın bıraktığı kadar hasarı olan bir bedeni vardı. Hafif kırçıl saçlı, yıllardır uzamayan sakalı, aksak sağ ayağı, balkon denilemeyecek kadar küçük ama göbeksiz denilemeyecek kadar da ayva etli, gülümsemesinden sonra insanın aklından çıkmayan, eskilerin tabiri ile fazlasıyla babacan biri ama bir o kadar de deli bir insandı. Adı Ömür, bir dertsiz adamdı.

  “Neden yaşlanmıyorsun?” desen, “Her minibüse bindiğimde cebimde tam para tutuyorum, stres yok” derdi. Hiç minibüse binmezdi. Sen ben kadar fakirdi. Tek geçim kaynağı bir Hristiyan mezarlığının çimenleriydi. Ömrünü yeşile adamış, ölümü senden benden önce görmüş ve dersini almış biri sanırdın. Bazen anlatmaya başlardı.

  “Bir gece canım sıkıldı gittim mezarlığa. Belki dedim beni özleyen olmuştur. Daha bir gece önce gelen bir çocuk vardı. Adını hatırlamam ama ağlamasını unutamam. Yanında kız arkadaşıyla gelmişti ama babasıyla dalga geçercesine konuşuyordu.” Eğlence olarak anlattıkları acıydı.

  Ayağını sorsan boğanın altında kaldığını, otobüs çarptığını, Taksim’de bıçaklandığını, doğuştan olduğunu, eski karısı yüzünden bacanağının arkadaşları ile olan kavgada olduğunu filan anlatırdı. Kimse hiçbir zaman ayağının neden aksak olduğunu bilemedi. Arada bir söyledi ama biz anlamadık belki de!

  Bir gece birlikte yürürken konuştuk dertleştik yine. Ertesi gün mezarlığa gittim. Yoktu. Ömür amcanın çimenleri boştu. Evinin önüne yürüdüm, polis kaynıyordu. Ambulans gelip, bedenini alana kadar izledim onu. Her an kalkacak gibiydi.

  Öğlen gibi hastaneden karakola döndüğünde, onları gördüm. Üstleri çamur içinde, nezarethanede tost yiyorlardı. Ne oldukları ve ne olacakları belliydi. Ama ne kadar hasar verdiklerini asla anlayamayacaklardı. Ömür amcayı öldürmenin ne yararı dokunmuştu ki onlara?

  Hristiyan olduğunu yarım-yamalak ingilizcem ile konuşabildiğim kardeşinden öğrendim. En sevdiğim giysileri kendim ütüledim, ölü bedenine makyaj yapılırken izledim. Biz üç-beş neye inandığı belli olmayan insanın katılımı ile gerçekleşen cenazesini, yıllar önce yaşamış sevdalısının yanına gömerlerken anladım birçok şeyi. Çok sevdiği çimenlerin altına yatırılırken tek düşündüğüm bundan sonra Ömür amcayı soranlara anlatacağım dünyada kavuşamadığı sevgilisine olan vefa öyküsü olacaktı. Çimenleri hep yeşil kaldı Ömür amcanın, tıpkı sevdiği gibi. 

21 Nisan 2017 Cuma

Sonsuza dek Sophie - Kemal Sayar

Özlem Ekici


Gözleriniz madam!
Gözlerinize bakıyorum da;
Sanki bir yangın yeri!
Yüzünüz talan edilmiş bir imparatorluktan kalmış gibi!..
Bir şair oturmuş o iki kaşın arasına,
Tüten dumana ve akan kana bakmaksızın!
Aldırmaksızın parlıyan (patlayan) bombalara, şiir söylüyor gibi…

Aslında aşktır en çetin meydan muharebesi.
Siz koşuştururken lise bahçelerinde,
Dilinizde Goethe’den yarım yamalak ezberlenmiş iki dize,
Ve deri ceketinize yaslanmış yürürken yağmurda,
Bir şairdim ben; kalbini büyüten dumanlı odalarda!..
Benim kalbim dumanlı odalarda büyüdü madam, yalan yok!
Yalan asla olmayacak; çünkü ‘aşk’ üstümüze serpiştirip kaçan o yağmur,
Bir gün sizi de ıslatacak!..
Bir gün siz de hüzünle bakacaksınız kalbimin içine,
Orada yenilenmiş (yenilmiş) bir şarklıyı göreceksiniz!..
Biz şarklılar, yani Allah’a inananlar, oruç tutanlar,
Ve asla konuşamayacakları kızlara aşklananlar;
Hep yenildik!
Farklı mağlubiyetlerden kurtuldu (kuruldu) tarihimiz!..
-Diyorum ki…
Vaktin varsa bu akşam…
Bizim yüzümüz kızarır madam,
Söylemeyiz!
Biz uzaktan sevmelerde birinciyiz.
Genç kızlara başımızı çevirip bir bakmayız,
Bir bakarsak, usulca elimizden kayarak; parçalanır kristal gençliğimiz!..
Biz kristal gençleriz madam,
Kolayca tuz buz oluruz!
-‘Eve gitsem daha iyi’…
-İyi de benim o darmadağın halimi bırakıp nereye…
Her gece saatlerce alıştırma yapıp da,
Bir tek veda (sevda) sözü fısıldayamamanın sıkıntısını…
Aşksızlıktan solan bu cismi terk edip nereye gidiyorsun(uz) madam?
Merdivenlerde peşinizden koşup da,
İsminizi haykıramamayı…
Size bakarken; derin bir acıyla kıvrandığımı fark etmeden, nereye ha?
Sophie, Rosemary, Ayşegül. Onun için üç isim seçmişti.
Yukarıdaki satırlara baktı,
Ve “-Ben bunun âlâsını lise yıllarında yazdıydım” diyerek iç geçirdi.
Fakat nâlet olası o duygu yakasına yapıştığına göre,
Bir kez daha aynı sözcükleri kullanarak;
Bir öykü yazmalıydı!
Onun için üç isim seçmişti,
Kendisi için üç ölüm!..
Bir gün yağmur yağsa,
Sırılsıklam o yağmurda ıslanacak,
Ve elinde sımsıkı tutuğu bir karanfille,
Gözyaşları saçlarından sızan yağmura karışacak (karışarak),
Onun kapısı önünde duracaktı…
Onun kapısı önünde duracak,
Ve asla (zili) çalmayacaktı!
O kapının önünde saatlerce ağlayacaktı.
O sırada fonda ‘’In your green eyes‘’ çalacaktı!..
-Sophie! Sophie!
Heyhat, Sophie gidiyordu!..
Mağrur bir prenses gibi şairin kalbinden sürgün edilmişti.
Sanki hilafet ilga ediliyordu!
Saltanat sefalete mahkum edilmişti!..
Tarih yeniden yazılıyordu…
-Sen benim sürgünümsün Sophie!
Benim ülkem dağlık ve karanlıktır.
Dağların arasından bana bir yol vardır!..
O yolu yürümek zordur!
Sanki bir nüfus sayımı günü!..
Sokaklar boşalmıştı (boşaltılmış).
Pardesülü bir adam, sırtını asırlık ağaca vermiş,
Geniş bir alanın kenarında mızıka üflüyor.
Zaman zaman gözlerini uzak bir noktaya sabitleştirerek;
Kendisine bir soru soruyor.
Doğru cevabı bulmak için uzun uzun düşünüyor,
Ve gözleri ışıldayarak cevabını mırıldanıyor;
Bir gün o da gözlerindeki bu ışıltıyı fark eder
Ve elini kalbine değdirdiğinde içinde deveran eden;
O yoksulun aşkını tanımlar,
O şarklıyı keşfederse, yazacağı ilk şiire adını verecek:
‘Sonsuza dek, Sophie’…
Kemal Sayar

Özlem Ekici, Personal Blogger Templates | Blog aa

Levla'nın Not Defteri - Kişisel Blog | Bütün Hakları Saklıdır | Copyright © | 2016 - 2023