Yazılarım E-postana gelsin.

Yaz E-Postanı!

12 Nisan 2017 Çarşamba

Leyla'ya Silinecek Şiirler - Deniz Tekin

Özlem Ekici

Leyla
seni dün ışıksız bir sokakta gördüm
özlemişim güzel bakan çehreni
güzel insansın vesselam
seni gördüm
bir cebinde elin, diğerinde sigaran
seni gördüm
boşluğa bakıyordun
boşluğa yürüyordun
sağlam, güzel adımlarla
boşluğa koşuyordun hep yaptığın gibi
seni gördüm
omuzunda yağmur
omuzunda eski bir yağmurluk
omuzunda dünya, ve dünyada güzel olan ne vardıysa omuzunda
güzel insansın vesselam.

leyla
tutturmuşuz bir güzel insan olmaktır
sen, güzel insanlığınla ışıksız bir sokakta
ben, bütün insanlığımla peşinde
tutturmuşuz bir güzel insan olmaktır, gidemiyor
ne hayrını gördün bugüne dek?
a güzel kızım 
omuzunda eski bir yağmurluk var
ayağında evin olmayan toprak
yüzünde solmamış bir tebessüm
umudu hala çıra gibi yanan bir meczup
a leyla
a güzel kızım
sen kendine ne yaptın?
hangi sokakta bıraktın sana verdiğim atkıyı
boynuna hangi rüzgarı aldın
sen beni hangi bozuk bahçeden çağırdın leyla
bu ne yaman iştir
burası
hangi güzel ülke olmalıdır leyla?

tutturmuşuz bir güzel insan olmaktır
bu nasıl güzel insan olmaktır leyla
sen, bütün gaddarlığınla asfaltsız bir yolda
ben, bütün acziyetimle peşinde
tutturmuşuz bir insan olmaktır, gidemiyor
bu diyarda asfalt olmalı leyla
bu diyarda toprak olmalı
bu diyarda, senin omuzunda adım adım dolaşan bir bulut olmalı
bu diyarda, senin omuzunda olmalı

omuzunda yağmur
omuzunda yoksul bir yağmurluk
umudu hala çıra gibi yanan bir meczup
leyla
korkuyorum, zira
boşluğa bakıyordun
boşluğa yürüyordun
yarım, umutsuz adımlarla / boşluğa yürüyordun

a güzel kızım
a benim çıra gibi yanan meczubum
sen beni hangi bozuk bahçeden çağırdın?
bu ne yaman iştir
bu nasıl bir yağmurdur leyla
çek şunları üstümden
al şunları üstümden
atkımı bok dolu bir çukurda buldum
umudu çıra gibi sönen bir meczubum 
beni bırak
takıntılarım var
git buradan leyla, git!
kalbini kıracağım dedim
omuzların düşecek
yağmurun düşecek dedim
yağmurluğun düşecek
umudum çıra gibi sönüyor leyla
a leyla
a güzel kızım
sen kendine ne yaptın
a leyla
a güzel kızım
sen
kendine ne yaptın?

Deniz Tekin


11 Nisan 2017 Salı

YATMANIN CAN SIKAN ATALETİ

Özlem Ekici

  Birkaç gündür yazı yazma istemiyle doluyum ancak yazmaya başladığım gibi kalkıp evde dolaşmam bir oluyor. Sabah haberlerini izliyorum, ölen masumlar ve buna benzer birçok can sıkıcı haberle içim burkuluyor ve daha çok yazamamak için sebep buluyorum kendime. Bazen duvarla konuşup bakışıyoruz ve o da bir çözüm bulamıyor derdime. En sonunda alıyorum elime kitabı okumak için değil okurken uyuyakalmak için. Gonçarov’un ‘Oblomov’ adlı kitabını okuyorum ve gittikçe ona benziyorum. Kitap beni içine çekiyor sanki. Bir haftadır masamda duran defterime üzeri karalanmış notlarıma bakmak geliyor aklıma, yatmaya devam ediyorum. Gidip film izleyeyim diyorum, yatmaya devam ediyorum. Yazmak için çabalayayım diyorum, yatmaya devam ediyorum. Ne için niyetlensem yatmaya devam ediyorum.


  Sözün kısası bu aralar tükendim, ne yazıyorum ne de okuyorum. Bir süre bloga ara mı versem diyorum ama vicdan izin vermiyor. Levla beni dürtüyor, hadi yaz bloga okusunlar diyor; yatmaya devam ediyorum. Diyeceksiniz ki bu kız ne çok yattı, kalkmak için bir sebep bulamıyorum ki oblomovluk kanıma işledi. Öylesine yazıyorum yine. Boş sözler belki ama anlaşılmak için yazmadığımı daha önceden de demiştim. Anlatmış olmak için yazıp boşaltıyorum içimi.

  Duvar da çözüm bulamadı bana, ne oblomov oldun sen böyle diyorum; yatmaya devam ediiyorum. Sonuç mu ben de bilmiyorum, duvar da bilmiyor. Sanırım kimse bilmiyor. Oblomovluk kanıma işledi okurken, sen nasıl kitapsın yahu?

  Dergilere yazılarımı atıyorum ama hep daha önceki yazılar, yeni yazılar yok; yatıyorum çünkü. Oraya buraya karalıyorum, yatıyorum. Duvara resim bile çizdim ama yatıyordum. Duvar soğuktu, yatıyordum. Oblomov sabahtan akşama kadar yatıyordu, yatıyordum ben de. Düşünüyordum, yatmaya devam ediyorum. Yazıyorum, hala yatıyorum.

Ve nihayet son. 


10 Nisan 2017 Pazartesi

AKIP GİDEN ZAMAN İSE

Özlem Ekici

  Zaman su gibi akıp geçiyor. Vakit bir türlü geçmiyor derken yıllar hayatlar geçiyor. 100 yaşına gelmiş birine soruyorsunuz nasıl geçtiğini hiç anlayamadığını söylüyor. Kime sorsanız hep aynı cevap. Zamanı iyi değerlendirmemiz lazım. İkinci bir hayatımız yok. Ya zamanı hoyratça kullanıp tüketeceğiz, ya da dolu dolu yaşayacağız. Biriktirme şansımız yok çünkü.
Eflatun’un dediği gibi “aynı suda iki kez yıkanılmaz, zaman akıp gider”. Ama insan şimdiyi yaşamaz ya geçmişe takılı kalır, ya da geleceğe odaklanır. Hep varılacak bir yerin telaşı içindedir. Yaşam yolculuğunun tadını çıkarmaz. Hep bir an önce bir bilinmeze varmak ister. Halbuki yaşamak bir yolculuktur, süreçtir. Varılacak bir yer değildir. Sonra bir gün gelir ki varılacak o yer aslında bir son.
Can Dündar'ın dizeleri zamanın nasıl akıp geçtiğini anlatır gibi bize.
"Bir sarı lira gibi ömür.
'Yaşamak değil, beni bu telaş öldürecek' dediği gibi şairin,
O telaşla bırakın Paris yolunda ılık rüzgarla taramayı saçlarınızı,
Sevdiğimizle doyasıya bir sohbet bile edemedik biz.
Gözümüz saatte söyleştik hep, koşuşur gibi seviştik,
Yarışır gibi çalıştık.
Hep yetişilecek bir yerler, aranacak adamlar, yapılacak işler vardı.
Bir sonraki günün telaşı, bir öncekinin terine bulaştı.
Başkalarının hayatı, bizimkini aştı.
Kör karanlıkta çalar saat sesi yerine, kuşluk vakti, kızarmış ekmek kokusu veya yavuklu busesiyle uyanma düşlerini ha babam erteledik.
20’li yaşlardayken 30’lara kurduk saatin alarmını, 30’larımızda 40’lara, belki sonra 50’lere…
Lakin öyle yanlış kurgulanmış ki hayat, kuşlukta uyanma fırsatı sunduğunda size, artık uyku girmez oluyor gözlerinize.
Doyasıya söyleşmek, telaşsız sevişmek için bol zamana kavuştuğunuzda, söyleşecek, sevişecek kimsecikler kalmıyor yanınızda.

Özenle sakladığınız bir sarı lira gibi ömrünüz, vakit gelip sandıktan çıkardığınızda, bir de bakıyorsunuz ki, tedavülden kalkmış."

8 Nisan 2017 Cumartesi

Mataramda Tuzlu Su - İsmet Özel

Özlem Ekici


West Indies,Kızıl Elma,İtaki,Maçin!

Uzun yola çıkmaya hüküm giydim.
Beyazların yöresinde nasibim kalmadı
yerlilerin topraklarına karşı şuç işledim
zorbaların arasında tehlikeli bir nifak
uyrukların arasında uygunsuz biriyim
vahşetim
beni baygın meyvaların lezzetinden kopardı
kendime dünyada bir
acı kök tadı seçtim
yakın yerde soluklanacak gölge bana yok
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

Uzak nedir?
Kendinin bile ücrasında yaşayan benim için
gidecek yer ne kadar uzak olabilir?
Başım açık, saçlarımı ikiye
ortadan ayırdım
kimin ülkesinden geçsem
şakaklarımda dövmeler beni ele verecek
cesur ve onurlu diyecekler
halbuki suskun ve kederliyim
korsanlardan kaptığım gürlek nara
işime yaramıyor
rençberlerin o rahat
ve oturmuş lehçesinden tiksinirim
boynumda
bana yargı yükleyenlerin
utançlarından yapılma mücevherler
sırtımda sağır kantarı gizli bilgilerin
mataramdaki suya tuz ekledim, azığım yok
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

Bir hayatı,ısmarlama bir hayatı bırakıyorum
görenler üstünde iyi duruyor derdi her bakışta
askerken kantinden satın aldığım cep aynası
bazı geceler çıkarken
uçarı bir gülümseyişle takındığım muşta
gibi lükslerim de burda kalacak
siparişi yargıcılar tarafından verilmiş
bu hayattan ne koku, ne yankı, ne de boya
taşımamı yasaklayan belgeyi imzaladım
burada bitti artık işim, ocağım yok
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

İsmet Özel


7 Nisan 2017 Cuma

Gülşiir - Ahmet Erhan

Özlem Ekici

Geceyarısı, karanlık bir bozkırda
Işıklar içinde akan bir tren kadar yalnızım
içinde onca insan, içinde dünya...
Soluk soluğa, demirden bir ırmağa mahkum
Ve bilmeyen sonsuzluk nedir,
Haklı olan kim bu kargaşada?
Ateş ve su, yaşam ve ölüm, irin ve şiir
Ucu bucağı olmayan bu çığlığın
Ortasında nasıl barışılabilir?
Anlamak isterim, hangi yasa
Bir beşikle bir darağacını
Aynı ağaçtan, ne adına varedebilir?

Sorular sormak için geldim şu dünyaya 
Yasım acıların yasıdır
Boynumu üzgün bir çiçek gibi kırıp da
Yollara düştüğümde, başımda deniz köpüklerinden
Ya da sabah yellerinden bir taçla
Yürüdüğüme inanırdım - yanılırdım
Geceyi günle, acıyı sevinçle kardığım
Bu söylencenin bir yerinde durakladım
Ve anlatamadım, konuşamadım bir daha.

Acını ödünç ver bana, gözyaşlarını
Damarlarında uyuyan sevinci ödünç ver
Yitirdim çünkü onları da..
İlenmiyorum, el çırpmıyorum artık
Ne aklımda yaşadıklarım üstüne düşünceler
Ne de geleceğime dair bir tasa.
Gelirken çan çalmıyor yalnızlık
Bir adam, bir sokak, bir ev
Yüzle, gülüşler, susuşlar boyunca

Soruların vardı senin, ne çok soruların 
Gözlerin dünyayı eleyip dururdu boyuna
Bir fısıltı gibi başladı sevgim
Çığlık oldu, kağıtlarda çiçek açtı sonra
Sonrası...Mutlu bile olduk bazı
Artık sen yadsısan da ne kadar
Ya da ben bilmiyorum mutluluk nedir
Anlatsın yollar, yollar, yollar...

Şimdi gece, soluğumu verdim içime
Az önce kağıtlara gül kuruları serptim
Dolaplardan kekik, nane kokuları çıkardım
Öylece serptim, seni yazacağım diye
Sen ki, deniz görmemiş bir deniz kızısın 
Aklımın almadığı bir yerde, öylesin
Şimdi gece, iki kişilik bu yalnızlık
Bize artık yeter de artar bile...

Dünyanın ölümünü gördüm, suyun toprağın
En yakın dostlarımın birer birer
Vakitsiz açan çiçeklerin, vakitli doğan çocukların
Ölümünü gördüm, ama kimse
İnandıramaz beni öldüğüne sevgilerin!
Yaşam ki bir kum saatidir usulca akan
Dolan sevgilerimizdir biz boşaldıkca
Yaşımız biraz da sevgilerimizin akranıdır
Vereceğimiz tek şey budur dünyaya.

Şu dağılgan yüreğimi, şu köpüklere imrenen
Yüreğimi bir gün yollara atarsam
Bir gün bir nehir yataklarına dolarsam, korkarım
Suyumun çoğu senden yana akacak
Bütün sözcüklere adını ekleyeceğim
Güldeniz, Gülekmek, Gülyağmur, Gülsarap
Gülaşk, Gülsiir, Gülahmet, Gülerhan
Ey gül yaşamım, yitip giden düşlerim!

Gecelerdi, solgun - sessiz tüterdi yüzün
Yatağımda bir kımıltıydın, dilimde türkü
Uykusunda konuşurken sesini öptüğüm
Varmak için beyninin kıvrak dağ yollarına
Kokundu, bedenimi saran o ince buğu
Esintisinde usul usul yürüdüğüm
Ki değişmem yaseminlerle, portakal ağaçlarıyla..

Sanki bir kız yürürdü yollarda
Evimin sokağına girer, paspasa ayaklarını silerdi
Kapımı açardı gümüş bir anahtarla
Sanki hep gelirdi, sevişirdik bazı, konuşurduk
Tozlu kitapların yığıldığı odalarda
Kalırdı duvarlarda gülüşünden bir tini
Yatağımda bedeninden bir oyuk.

Benimse ellerim titrerdi, alnının aklığından
Saçlarına saçlarına doğru titrerdi
Şimdi kağıtların üstünde gidip gelen ellerim
Titremiyor artık , yolunu biliyor şimdi
Geceyarılarını çoktan geçti
Bu şiir bitmeyince varolmayacak ellerim
Ellerim uykusuz, ellerim geberesiye yalnız
Süzülüp alçalıyor karanlığa doğru.

Bütün yaşamım seninle geçiyor belleğimden
Seninle var ve seninle sürüp gidecek artık
Bir akdeniz kentinde limon koklayan
Ve hep ufkun ardına bakan çocuk
Acıyı buldu sonunda, kanayan bir gülden
Çaldı yüzünü bir yaşamlık
Geçer şimdi dumanlı bir kentin sokaklarından
Şaire çıkar adı - az buçuk kaçık.

Yeryüzünden silinmiş ırkların sonuncusuyum ben
Oturup da şimdi aşk şiiri yazmam bundan
Gülsün köpek sürüsü, lime lime edip
Bu dizeleri, satsınlar haraç-mezat
Doğru, benden sonra da tufan kopmayacak
Ama haykıracağım laflarını tuzla kesip
Yitip giden bu aşkı, nefesim tükenene dek.

Beynime bir sarkaç gibi vuruyor sorular
Neresinde yanıldık biz bu yaşamın?
Hangi el bozdu büyüyü, hangi yazı
Acılara hüküm verdi, soldan sağa taşarak?
Kalbimde yıllardır kabuk bağladı yaralar
Ödüm kopuyor, bir gün hepsi birden kanamaya başlayacak diye
Yenilmeyeceğim, boyun eğmeyeceğim hiçbir şeye
Hep direnen bir yanım kalacak
Adımın soluk izi, acının seyir defterinde.

şimdi gece, bindokuzyüzseksenikiyle
Üçyüzaltmışbeşi çarp - oradayım işte
Yorgun değilim, umarsızım yalnızca
Geçmişle geleceğin öpüştüğü yerde bir nokta
Gibiyim ve çoktan dürüldü defterim
Uçurumlar üstünde uçuşur dizelerim
Onlara köprü olacak bir beden yoksa da..

Bu benim yalnızlığım, dalsızlığım benim
Kana kana içtiğim çeşmelerden susayarak ayrılmak
Titreyen bir ışık karanlıklarda
Onu kim görebilir, kim tanıyabilir?
Sonuda hep bir soruyla karşı karşıya kalmak
Boynumun borcu bu, ödenmedi yıllardır.

Her aşktan böyle bir şiir kaldı bende
Yaşamımın bir dilimini özetleyen
Unutuşun çiçekleri bunun için hiç açmıyor
Donuyor bir gülüş tek bir dizede
Yaşanmış yüzlerce anı, buruk bir özlem
Çivileniyor beynimin bir yerlerine
Geride -hayır- acılar filan da kalmıyor
Bir boşluk yalnızca, uçurumlara özenen.

Nefret ediyorum ve seviyorum seni
Girdiğin bütün kapıları açık bırak
Birazdan git diyebilirim çünkü..
Çağım yalnız bırakmıyor beni, ellerini 
Tutuşumda, usulca öpüşümde dudağını
Çağım aramızda çekilen kanlı bir bayrak
Uzayan, akan bir irin yolu gibi.

Sözcükleri güden çobanları var kalbimin
Beynimin yaşamı saran kıskaçları
Bitsin dediğim yerde bunun için başlıyorum
Yitirdiğim her şeye dönüp de bakmam bundan
Sensin yalnızlığa uzanan yolların düğüm yeri
Ama şu anda içimde öyle çoğulsun ki
Böyle irkilmezdim dünyayı kucaklasam.

Çapraz yalnızlıklar astım göğsüme
Yollarda bir  savaşçı gibi yürüdüğüm doğrudur
Gözlerle, dillerle kuşatılmış bir ülke
kalbimdir ona tek sınır
Susmayı bunun için severim bir çığlık gibi
Donup kalır sesim kendi göğünde
Onu ne anlayan, ne de duyan bulunur.

Yaşamım sonsuz bir hac yolculuğuna dönüşüyor burada
Kendi içimde ya da uzak yollarda
Bulduğum ve yitirdiğim bütün varlıklar
Bir mozayiğe biçim veriyorlar sessizce..
Bende dünyanın acısıyla sevinci öpüşüyor
Irmakların birleştiği o nokta benim
İtilip tekmelendiğim bütün kapılarda
Bana atılan her taş şimdi çiçek açıyor.

Bir gün anlarsın beni neden suskunum
Dünya içimde konuşurken böyle
Bedenimi aşıyor yorgunluğum
Karşında oturduğum masalardan dökülüp saçılıyor
Bu öyle bir çığlık ki, susuşlar kalıyor geride
Ondan öte her söz bir saçmalığı büyütüyor.

Adını çoktan unuttun yüzün aklımda
Ve bu şiiri neden sana adadığımı bilmiyorum
Ama her güzellik nasılsa kendi adını bulur
Bunun için ben Gül dedim sana..
Yine de bir çiçeğe bunca yağmur yağarsa
Kökleri toprağı saramaz olur
Üstüne titrediğim her şeyi yitirmeyi öğrendim çoktan

Söylenecek bir tek sözüm kalmazsa
Çizerim yüzünü kuşların kanatlarına 
Her çırpınışta gökyüzüne dağılır
Yüzün, hücrelerine varana dek uçuşur.

Kağıtların aklığına aşkın tortusu çöküyor
Parklar, sokaklar, söylenmiş ya da söylenmemiş sözler

Yazdıkça biraz daha unutuyorum seni
Ve her yerde düş tacirleri, şiirseviciler
Bir şeyleri yorumlayıp duruyorlar aptalca
Büyüteçlerle inceliyorlar şu yitik ömrümüzü
Ben aşkın son hasatçısı, son peygamber
Gülünç, soyu tükenmiş bir varlığı oynuyorum boyuna.

Sana artık bir sığınak olsun bu şiir
Noterlere ver onaylasınlar - her hakkı saklıdır
Düşün, kalemimi sen tuttun yazarken
Yeni okula başlayan bir çocuğa yardım eder gibi
Öyle acemilikler yaptım ki ben
Hiç kalır bu şiir onların yanında ve
Nasıl ayaktayım diye şaşıyorum bazen.

Görüp göreceği son şey bu şiirdir dünyanın
Çığlığımdan arta kalan bunlar olacak
Aklımın son kırıntılarını da burada harcıyorum
Bundan böyle ibreler hep eskiye vuracak
Yakınmıyorum, yerinmiyorum hiçbir şeyle
Kalırsa odalarda unutulmuş birkaç şiir
Bir yeniyetmen in altını çizeceği dizeler benden
Senin adın nasılsa bir gün hepsini tamamlayacak...

Ahmet ERHAN


6 Nisan 2017 Perşembe

Beni Güzel Hatırla - Okan Savcı

Özlem Ekici
Beni güzel hatırla
Bunlar son satırlar
Farzet ki bir rüyaydım esip geçtim hayatından
Yada bir yağmr sel oldum sokağında
Sonra toprak çekti suyu kaybolup gittim
Beklide bir rüyaydım
Senin için..
Uyandın ve ben bittim
Beni güzel hatırla
Çünkü sevdim seni ben her şeyini
Sana sırdaş oldum dost oldum koynumda ağladın
Yüzüne vurmadım hiçbir eksikliğini
Beni üzdün kınamadım
Alışıktım vefasızlığa el oldun aldırmadım
Beni güzel hatırla
Sayfalarca mektup bıraktım sana
Şiirler yazdım her gece
Çoğunu okutmadım
Sakladım günahını sevabını içimde
Sessizce gittim senden öncekiler gibi sende anlamadın
Beni güzel hatırla
Sana unutulmaz geceler bıraktım
Sana en yorgun sabahlar
Gülüşümü gözlerimi sonra sesimi bıraktım
En güzel şiirleri okudum gözlerine baka baka
Söylenmemiş merhabalar sakladım her köşeye
Vedalar bıraktım duraklarda
Ne arasan bir sevdanın içinde
Fazlasıyla bıraktım ardımda
Beni güzel hatırla
Dizlerimde uyuduğunu düşün
Saçını okşadığımı üşüyen ellerini ısıttığımı
Mutlu olduğun anları getir gözünün önüne
Anlından öptüğüm dakikaları
Birazdan kapını çalan kişi olabileceğini düşün
Şaşırtmayı severim biliyorsun
Bu da sana son sürprizim olsun
Şimdi seninle yaşanan günleri ateşe veriyorum
Beni güzel hatırla
GİDİYORUM …

Okan Savcı






5 Nisan 2017 Çarşamba

Ölüm Gibi Bir Şey Ataleti

Özlem Ekici

  Birisi öldü. Ne hissediyorum? Dürüstçe, hiçbir şey hissetmiyorum. Üzüntü mü? Deniyorum. Üzülmeye çalışıyorum. Olmuyor. Israr ediyorum, anılar düşünüyor, yeri geliyor yenilerini yaratıyorum. Geçen zaman içinde, yine de üzülmüyorum.

  Ölüme üzülüyorum, ölene değil. Acımasızca geliyor kulağa farkındayım, okurken düşünüyoruz, saçma geliyor. Bir insanoğlu Nasıl bu şekilde görebilir deniliyor.
  Bakalım; ne yaparsak yapalım, ölen olacağız. Tek yapabildiğimiz ertelemek. Kaçsak ne yazar ki? Elinde sonunda o bizden daha hızlı koşuyor. Bu durumdan çaresizliğimiz ölüme karşı olduğundan, ölene dokunamayacağım için, peşinden gidip yardım edemeyeceğim için üzülemiyorum.
  O kadar zorluyorum ki kendimi. Şakaklarım ağrıyor, parmaklarım karıncalanıyor. Bazen oturacak gücüm bile kalmıyor, gerçek anlamda kendimle savaşıyorum, ne için; üzülmek için. Ne kadar komedi aslında(!).
Sanırım benim durumum işi fazla ciddiye alıyor olmamdan kaynaklanıyor. Kaçamayacak, atlatamayacak, saklanamayacak, en iyisi de zorlanmayacak bir şeyden.
Durum bu; ölene değil, ölüme üzülüyorum.

4 Nisan 2017 Salı

Olvido - Ahmet Muhip Dranas

Özlem Ekici
Hoyrattır bu akşamüstüler daima.
Gün saltanatıyla gitti mi bir defa
Yalnızlığımızla doldurup her yeri
Bir renk çığlığı içinde bahçemizden,
Bir el çıkarmaya başlar bohçamızdan
Lavanta çiçeği kokan kederleri;
Hoyrattır bu akşamüstüler daima.

Dalga dalga hücum edip pişmanlıklar
Unutuşun o tunç kapısını zorlar
Ve ruh, atılan oklarla delik deşik;
İşte, doğduğun eski evdesin birden
Yolunu gözlüyor lamba ve merdiven,
Susmuş ninnilerle gıcırdıyor beşik
Ve cümle yitikler, mağlûplar, mahzunlar...

Söylenmemiş aşkın güzelliğiyledir
Kağıtlarda yarım bırakılmış şiir;
İnsan, yağmur kokan bir sabaha karşı
Hatırlar bir gün bir camı açtığını,
Duran bir bulutu, bir kuş uçtuğunu,
Çöküp peynir ekmek yediği bir taşı...
Bütün bunlar aşkın güzelliğiyledir.

Aşklar uçup gitmiş olmalı bir yazla
Halay çeken kızlar misali kolkola.
Ya sizler! ey geçmiş zaman etekleri,
İhtiyaç ağaçlı, kuytu bahçelerden
Ayışığı gibi sürüklenip giden;
Geceye bırakıp yorgun erkekleri
Salınan etekler fısıltıyla, nazla.

Ebedi âşığın dönüşünü bekler
Yalan yeminlerin tanığı çiçekler
Artık olmayacak baharlar içinde.
Ey, ömrün en güzel türküsü aldanış!
Aldan, geçmiş olsa bile ümitsiz kış;
Her garipsi ayak izi kar içinde
Dönmeyen âşığın serptiği çiçekler.

Ya sen! ey sen! Esen dallar arasından
Bir parıltı gibi görünüp kaybolan
Ne istersin benden akşam saatinde?
Bir gülüşü olsun görülmemiş kadın,
Nasıl ölümsüzsün aynasında aşkın;
Hatıraların bu uyanma vaktinde
Sensin hep, sen, esen dallar arasından.

Ey unutuş! kapat artık pencereni,
Çoktan derinliğine çekmiş deniz beni;
Çıkmaz artık sular altından o dünya.
Bir duman yükselir gibidir kederden
Macerası çoktan bitmiş o şeylerden.
Amansız gecenle yayıl dört yanıma
Ey unutuş! kurtar bu gamlardan beni.

Ahmet Muhip DRANAS




1 Nisan 2017 Cumartesi

Ben Senden Önce Ölmek İsterim - Nazım Hikmet Ran

Özlem Ekici
Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
İyisi mi,beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.

Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin
Fedakarlığımı anlıyorsun
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
Sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orada beraber yaşarız
külümün içinde külün
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi oradan atana kadar...
Ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.
Toprağa beraber dalacağız.
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak :
biri sen
biri de ben.
Ben
daha ölümü düşünmüyorum.
Ben daha bir çocuk doğuracağım
Hayat taşıyor içimden.
Kaynıyor kanım.
Yaşayacağım, ama ,çok, pek çok,
ama sen de beraber.
Ama ölüm de korkutmuyor beni.
Yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
Ben ölünceye kadar da
Bu düzelir herhalde.
Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde?
İçimden bir şey :
belki diyor.

Nazım Hikmet Ran

24 Mart 2017 Cuma

İdris'le Konuşma - Edip Cansever

Özlem Ekici
-İdris, sen ne yapıyorsun kuşların yanında
-İdris'le konuşuyorum

Kuşları okuyorum içimde, ağacın kuşlarını
Yeni pişmiş çilek reçeli gibi kaynayan
Dalların üzerinde
Gemilere dadanan kuşları okuyorum bir de
Göklerde bir başına dolaşan
Görkemle
Büyük denizlerdeki yalnız kuşları
Ve okuyorum yıllardır bütün yalnızlıkları
Okuyorum da 
Kuş olsun, insan olsun
Yalnızlık sevmesini bilmeyenlerin icadı
İşte
Suları fiyakayla göğüsleyen yelkovan kuşları
Geçiyorlar martıların peşi sıra
Ve küçük bir evin üst katı martı
Duvarlarından sümbüller akan
Sanki çok öpüşmelik kuşlar bunlar, çok sevişmelik
Ve seninle biz iyi ki
Sevmelerin ustasıyız, güzel şaşkınlıkların
Önce yüreklerimizi alıştırmışız buna, sonra kafalarımızı
Ki bu yüzden içimiz hiçbir zaman yoksul değil
Yoksul olmadı.

Bak
Bu kalın kalın ellerimi soruyordun, bu çürük çürük bakan
gözlerimi
Dokunuyor ellerim gördüğün gibi
Anlıyor dokunduğunu benden önce
Emiyor suyu gözlerimse
Emziriyor güneşi
Ve uçsuz bucaksız bir maviliği yaratıyor onlar
Her gün
Yaratacaklar elbette
Ve sözgelimi ben
Üstünde gökyüzünün
Kum taşıyan mavnalar gibiyim

Kimi zaman kavuniçi, kimi zaman Osmanlı yeşili
Sabahtan akşama kadar seyrederim
Ve derim ki biz
Çok değerli bir yüzük taşının halkasında sıralanmışız
Ana sütü gibi bir aydınlık içinde
Yani şu yeryüzünü bir uçtan bir uca kuşatmışız
Dik tutarak gövdemizi
Umutla
Bazan da yıkılarak kendiliğimizden ya da bir kurşunla
Ve bu hızlı akışa yaşayıp ölmek deriz.

Yaşayıp ölmek, deriz, ne denir daha başka
Denir, çok şeyler denir, biliyorum
Geçecektir hayatımıza mutlaka
Çok inandığımız bir şeyin çocukluğu
Sonra gençliği, sonra oturmuşluğu
Sonra hayat hayat gibi olacaktır.

Bakma sen, kuşlar bir uçumluktur ne de olsa
Denizler bir fırtınalık görkemli
Bizse kendimizi insan olarak
Bir tohum gibi dikmişiz sonsuzluğa.

Edip Cansever 


Özlem Ekici, Personal Blogger Templates | Blog aa

Levla'nın Not Defteri - Kişisel Blog | Bütün Hakları Saklıdır | Copyright © | 2016 - 2023