Yazılarım E-postana gelsin.

Yaz E-Postanı!

11 Ağustos 2023 Cuma

Kadının Yine Adı Yok - Solak Kadın

Özlem Ekici

    'Solak Kadın' ismini ilk duyduğumda oldukça şaşırmıştım, belki de çağrıştırdığı o şarkı yüzünden diye düşündüm. Bu kez yazarına bir baktım ki Nobelli yazar 'Peter Handke' ile karşılaştım. Önce kitabın arka kapağına bir göz atalım. 

Peter Handke'den hiç değilse bir süre için tek başına kalmak isteyen bir kadının öyküsü...

İnsan günün birinde bir "aydınlanış'la uyanıp yaşamını değiştirecek bir karar verirse ne olur? Bu roman, kocasından ayrılıp çocuğuyla (evi, korkuları, cesaretiyle) birlikte yalnız kalmayı seçen bir kadının birkaç günlük serüvenini anlatıyor. Dramatik olmaktan çok olağanlığı, herkesçe-yaşanabilirliği vurgulayan bir serüven bu.

Bir kadının, başı dik yürüyüşünün ilk birkaç günü...

    Tam olarak da bu aslında, öyle bizi olaylar ve akan bir zaman beklemiyor. Oldukça durgun ve sarkık gibi ilerleyen bir anlatımla karşılaşıyoruz. Açıkçası bu çok da can sıkıcı bir hale gelmiyor, ancak öyle akıcı bir şey bekleyip de elimize alırsak çok üzülürüz, çünkü bununla uzaktan yakından alakası yok. 

    Biraz yazar hakkında konuşalım. Peter Handke, 6 Aralık 1942'de Avusturya'da doğdu. Öz babası, daha o doğmadan annesinden ayrıldı ve annesi daha sonra Peter Handke'ye adını veren Bruno Handke ile evlendi. Peter Handke,1944 yılında ailesiyle birlikte Doğu Berlin'e göç etti, ama Berlin'in Ruslar tarafından abluka altına alınmasından hemen önce oradan ayrıldılar. On iki yaşına kadar, din ağırlıklı eğitim veren bir okulda okudu, sonra normal liseye geçti. Anne tarafından büyükbabası Slovak olduğu için küçük yaşlardan başlayarak bu kültüre ilgi gösterdi. 1961 yılında hukuk fakültesine girdi ve öğrencilik yıllarında yazmaya başladı. İlk roman denemesi olan Die Hornissen'in Suhrkamp Yayınevi tarafından kabul edilmesiyle birlikte eğitimini yarıda bıraktı. Bu romanın yayımlandığı 1966 yılından sonra Peter Handke yazarlık dışında bir iş yapmadı. 1971 yılında annesi intihar etti. Kendisini çok etkileyen bu olayı, Wunschloses Unglück adlı romanına konu edindi. 1972 yılında eşinden ayrılan Handke bu evlilikten olan kızını tek başına büyüttü. Yetmişli yıllarda Peter Handke hem kişisel görüşleri ve yaşam tarzı, hem de başkaldıran kişiliği nedeniyle fazlaca eleştiri aldı. 1973-78 yılları arasında Paris'te, 1978-79'da Amerika'da yaşadı. 1979'da Salzburg'a döndü. Şiir, roman ve tiyatro oyunları bulunan yazarın bazı yapıtları Türkçeye de çevrilmiştir. Birkaç dile çevrilen Hiçkimse Koyunda Bir Yıl adlı romanı da Can Yayınları arasında çıkmıştır. Peter Handke, Paris'te yaşamaktadır.

    İsveç Akademisi, 2019 Nobel Edebiyat Ödülü'nü Avusturyalı yazar Peter Handke'ye verildiğini duyurdu. Handke'nin "insan deneyiminin özgünlüğünü ve sınırlarını dilbilimsel ustalıkla araştıran etkili yapıtları" nedeniyle ödüle layık görüldüğü kaydedildi. 

    Oldukça başarılı bir yazardan etkileyici bir kitap okuyoruz. Şimdi gelelim şu şarkıya, 'Left-handed Woman', Cadillac grubundan dinlemenizi tavsiye ederim. İçinde şöyle güzel bir cümle geçiyor: ”başkalarıyla bağrıştı zincirli salıncakta, sonra da onu yalnız bir daha ancak düşlerimden geçerken gördüm.”  Şahsen bu şarkının da kitaba çok uyduğunu düşünüyorum. 

    Kadının adı yok diyorum lakin aslında adını yazardan hiç duymuyoruz. Başımıza vura vura "kadın" diye dayatıyor adeta. Yoksa adının 'Marianne' olduğunu ve kimdir, nedir, ne yapmaktadır bilgisine de sahibiz. “Aniden aydınlandım.” der Marianne, ve kocasını terk eder. Böylece yalnızlığa adımını atar. Bu yolda kendi içinde savaşlar verdiğini sezeriz, yer yer de tanığı oluruz. İşte bu tam da kitabın özeti niteliğindedir. “Daha iyi bir hayat nasıl olurdu” temalı bir ödev hazırlayan çocuğuna bakarken mi düşünmüştür bu kararı kadın, yoksa sürekli uzakta olan kocasının yokluğunda da pekala yaşayabileceğini mi fark etmiştir, bilinmez. Bilinen, bu kararın çok, saçma görünecek kadar çok ani olduğudur. Bardağın nasıl dolduğunu uzun uzadıya anlatmaz Handke, taşmasını gösterir. Bizi nedenlerle değil, sonucun içindeki çelişkilerle uğraştırır.

    Kadının ve etrafındaki birkaç insanın durağan yaşamlarını da okuruz. Tıpkı kitabın sonundaki Goethe alıntısındaki gibi, “düşünerek ya da düşünmeden.. dehşetengiz durumlarda bile sanki hiçbir şey yokmuş gibi nasıl yaşar giderse, öyle” yaşayıp giden insanları. Ama durağan olanın içindeki çelişkileri, ruhun çırpınışlarını, bastırılmış duyguların gizli tuttuğu şiddeti açığa çıkarır: Erkeğin terk edilince ortaya çıkan şiddeti, kadının içinde dönüp duran ve aslında nefret ettiğini düşündüğümüz çocuğuna yansıttığı şiddet, ve çocuğun aslında mutlu olmayan ebeveynlerine karşı duyduğu hınç.. O yüzden bu kitabı okurken, çok az olay anlatımı olmasına rağmen, sanki çok hareketli bir metin okuyormuş gibi hisseder insan. Handke’nin sevdiğim yanı sanırım bu: durağanlığın kendi aksak ritmiyle anlatabilmesi.

    En dikkat çekici ayrıntılardan biri, bir kadının yalnız kalabilmesine en az tahammül edebilenin yine kadınlar olmasıdır. Kendisinin yapamadığını başkasında gören ve kararını değiştirmek için çırpınan o acınası insan tipini çok güzel verir yazar. 'Bir kadının en büyük düşmanı yine bir kadındır' sözünü tasdik eder bize. 

    Eşini terk etme, yalnızlık kararı kitapta iki arada bir derede bırakılır. Kafada çoğu şeyler çözümlenmişken hayatın gene de başka bir yerde olduğu duygusunu inceden inceye sezdirir insana. Tek ve sabit bir sonuca varamayışımızı kitabın sonunda kadının yalnızlık kararını sürdürüp sürdürmediği okura bırakmasına borçluyuzdur. “Ee, ne oldu şimdi, döndü mü, yalnız kalmaya devam mı etti.” dersiniz, cevap gelmez. Hayatın içinde kusursuz hiçbir seçenek, yegane bir kurtuluş yoktur mesajını verir sanki.

    Bir kadın yazarın, bir erkek karakteri başarıyla anlatması zor değildir bana göre. Çünkü erkeklerin dünyasında yaşıyoruz, ve biraz gözlem, biraz üzerine düşünmek yetiyor. Ama erkek bir yazarın, bir kadını yazarken gösterdiği beceri beni her zaman etkilemiştir. Çünkü bu çabayla kazanılmış bir duyarlılığı, sağlam gözlem gücünü ve empati yeteneğini ortaya koyar. Tıpkı Peter Handke gibi. Yazarı da bu konuda övmeden geçmeyelim dedim. :)

    Hani bazı kitaplar vardır okuduktan sonra evet ya kesinlikle böyle olur dersiniz. İşte Solak Kadın'da aynen öyle bir roman. O kadar gerçekçi ve o kadar yalın bir roman ki okurken çok ekstra bir olay ya da olağan dışı bir şey beklemiyorsunuz. Sıradan bir hikaye aslında. Ama Peter Handke bu sıradan hikayeyi bile o kadar güzel kaleme almış ve o kadar güzel kurgulamış ki bir solukta okuyup bitiriyorsunuz. Aldığınız edebi zevk de bir başka... Sonrasında satır aralarında söylenmiş olan o muhteşem sözler kalıyor.

"Hayır, mutlu olmayı istemiyorum, memnun olayım yeter. Mutluluktan korkuyorum. Sanırım mutlu olmaya katlanamam, şu kafam dayanamaz. Çıldırır, bir daha düzelemem, ya da ölürüm. Ya da birini öldürürüm..." 

    Konu aslında bu kadar fakat bahsettiğim gibi bu basit gibi görünen konu kitabın içindeyken sizi oldukça düşündürecek ve bir kadının neler yaşadığını size anlatmış olacak.

"Seni yabancı bir kıtada görmek isterdim. Çünkü ancak orada yalnız görürüm seni başkalarının arasında..." Bu alıntı ise kadının sürekli dinlediği plaktan...

"Bruno kendi kendisine bir şiir söylüyordu.
'Bir pervane gibidir acı 
Tek farkı, insanı alıp götürmez bir yere
Döner de döner habire " 

"Bana bu akşam, sanki ömür boyunca dilediğim her şey gerçekleşmiş gibi geliyor. Sanki bir büyüyle, bir mutluluk durağından öbürüne, arada hiç yol kat etmeden geçebilirmişim gibi bir duygu. Büyülü bir güç hissediyorum, ve sana ihtiyacım var. Ve mutluyum. Alabildiğine bir mutluluk çağıldıyor içimde.”

"Yüzünüz o kadar yumuşak ki, günün birinde öleceğimizin bilincindesiniz sanki." 

    Marianne, bir kadın, sadece yalnız kalmak isteyen bir kadın. Kimliği, yaşı, görünüşü önemsiz. Başta Bruno olmak üzere hayatındaki bütün erkeklerin emreden, isteyen, denetleyen halleriyle onu güçsüzleştirdiği farkındalığını yaşayıp kendi ayaklarının üstünde durarak her şeye göğüs germeye çalışan bir kadın. Bu isteğini paylaştığı eşinden uysal bir destek görünce bireyselliğine duyulan saygıdan etkileniyoruz. Fakat kadın bu kararında diretip de bir başına hayatını sürdürmeye gerçekten başladığında çevresindeki insanlar onun kadın olduğu için yalnız kalamayacağını, bu yaptığının mistik, mantıksız, sadece modaya ayak uydurmak olduğunu söylediğinde gerçek gün yüzüne çıkıyor.

    Marianne sadece bir kadın. Kendini deneyimlemek isteyen bir kadın. Öyle çok güçlü, huzur ve umut dolu, mutlu bir kadın da değil. Saçları saç kokan, yürüyüşü sadece yürüyüş olan gerçek bir kadın. Sakin tavırlarının ve beklentisiz halinin altında yatan öfke kimi zaman öyle ansızın çıkıyor ki bu kadını aslında hiç de tanımadığımız hissiyatı ile doluyor insan.

    Hikâye sık sık karlı manzaralara yer verse de iç ısıtan, mum ışığında yaşam hissiyatı uyandıran türden. Melankolik halinin içinde yaşam tohumlarını, sevgiyi, doğallığı hissedebiliyorsunuz.

    Marianne hikayenin başında nasılsa sonunda da öyle. Çevresindeki kişiler değişiyor, mekânlar değişiyor, en çok da Bruno değişiyor. Karısına bağlılığından ve feodalitenin yıllardır süregelen hizmet anlayışının en inceleşmiş halinin zarafetinden bahseden modern erkek Bruno; karısına el kaldıran, evine gelip ona bağırıp çağıran birine doğru evrilirken Marianne, sadece Marianne olarak kalıyor. 

“Nasıl da yitik hayatlarmış bu bizimkiler, değil mi?”

    Kitap hacim olarak oldukça küçük hatta kısacık bile diyebilirim. Ardında bıraktığı soru işaretleri ve tabi ki okurken içine düştüğümüz nedenler ve nasıllar okyanusunu saymazsak bir çırpıda okuyup bitiveriyor. Okumaya bir şans verilmesi taraftarı olsam da herkese hitap etmeyebileceğinden de eminim. Bu arada ufacık bir not ki bu çevirmen konusunda, eğer okumak istiyorsanız Tevfik Turan çevirisi yerine Süheyla Kaya çevirisini tercih edin derim. Birini dinleyip birini okudum. İlki fazla teknik bir dil olarak kalmış. Hatta düpedüz olmamış. O kopukluk-sarkıklık dediğimiz kısımlarda uçurumlar kol geziyor. Şayet okursanız şimdiden keyifli okumalar. :)

Bahsi geçen şarkıyla bitirelim. 


Ah unutuyordum az daha, sinemaya da uyarlanmış bir hali varmış. Onun için de şöyle bir fragman buldum.




Özlem Ekici, Personal Blogger Templates | Blog aa

Levla'nın Not Defteri - Kişisel Blog | Bütün Hakları Saklıdır | Copyright © | 2016 - 2023