Bilindiği üzere kış depresyonuma girmiş bulunuyorum. İçimde anonim hasret rüzgarları ve konusuz mutsuzluklar baş gösteriyor. Bugün yine bir "Neden uyandım ya ben?" sabahına gözümü açtım. Ardından tüm miskinliğimi yorganıma sarılarak sevdim, kabullenmem kolay olunca hemen gözlerimi açtım. Böyle yatarak daha fazla gün geçiremem diyerek kahve için mutfağa yol aldım. Sigarasız günler geçiriyorum ve inanın bu oldukça kolay geçmiyor, kahve suyum fokurdaya dursun ben bir çift laf edeyim diyerek aynaya koştum. Baktım, uzunca süzdüm. Burnumun altındaki benin üzerinde gezen parmaklarıma baktım. Yanaklarımda beliren gülme çizgilerine dokundum. Yorgun ve kırmızı gözlerimin ardına bakarcasına inceledim kirpiklerimi. Hayat çok garip!
20 Aralık 2022 Salı
Ataletim Tavan, Beni Üzmeyin Lan
Bilindiği üzere kış depresyonuma girmiş bulunuyorum. İçimde anonim hasret rüzgarları ve konusuz mutsuzluklar baş gösteriyor. Bugün yine bir "Neden uyandım ya ben?" sabahına gözümü açtım. Ardından tüm miskinliğimi yorganıma sarılarak sevdim, kabullenmem kolay olunca hemen gözlerimi açtım. Böyle yatarak daha fazla gün geçiremem diyerek kahve için mutfağa yol aldım. Sigarasız günler geçiriyorum ve inanın bu oldukça kolay geçmiyor, kahve suyum fokurdaya dursun ben bir çift laf edeyim diyerek aynaya koştum. Baktım, uzunca süzdüm. Burnumun altındaki benin üzerinde gezen parmaklarıma baktım. Yanaklarımda beliren gülme çizgilerine dokundum. Yorgun ve kırmızı gözlerimin ardına bakarcasına inceledim kirpiklerimi. Hayat çok garip!
2 Aralık 2022 Cuma
Bi'şeyler #3: Adsız Duygular Ediniyorum
Hangi Parçama Hangi Eşsin?
sığ bir deniz uzanıyordu içimde
Solan çiçeklerimin üzerinde bir kül
Savrukluğu tüm cihana dair
Bir gece bir kıvılcım düştü göğüme
O parıltıya koştum önce
Parıltı büyüdü, aydınlattı tüm göğü
Bir çiçek tomurcuklandı dalımda, sen gelince
Sonra bir ormana umut oldun gönlümde
Duvarlarımda sarmaşıklar, çiçekler rengarenk
Bir ses titretiyor dalları inceden,
aşkın en berrak tonu bu göldeki
kimse bakmadı sen gibi bana
kimse uzanmadı ellerime, yaralarıma
parmak uçların kırmaktan korkarcasına tenimde beliren minik kıvılcımlar gibi
bir koku duydum, boynunun en saklı köşesinde
göğsünün inip kalkışlarına ilmekledim nefesimi
bir güvercinin göğsünde geldim kondum sana
kollarının arasına yerim dedim, sığındım
güldüğünde oluşan çukurlara bıraktım gülüşlerimi
sevdim, belki de tek yapabildiğim buydu
bazen kayıp parçalarını ararmış insanlar
ben aramazdım, bu kadar parçama hangi eş
Nereden, nasıl olsun da gelip yerleşsin tam ortasına
Olabilirmiş, rüya değilmiş bu masallarda anlatılan
İnsan şaşar kalırmış öylece
Solan çiçekleri döker, yeni tomurcuklar ekermiş
Kopan dallar yeni sürgünler verirmiş
En sığ denizler dağılır, kurulurmuş yemyeşil ormanlar
İçi titrermiş bir çift dudaktan çıkan bir sedaya
Yürekten yüreğe usul usul çizilirmiş o yol
Bir çift el en güçlü yapabilirmiş seni
O içine düşüp durduğun kuyuyu kapatıp en mavi resmi çizermişsin oraya
En çok da severmiş bir insan, böylesine, delicesine
İlmeklediğim nefesimi tuttuğum yerden dokudum hayallerimi
Kokun, nefes, eller ve bir parça yürek sızım
Hepsi de eksik parçaları ruhumun
Tam orta yerinde, yerlerinde.
19 Kasım 2022 Cumartesi
Bi'şeyler #2: Evrensel Tabu
Merhabalar, geçtiğimiz hafta sonunda gittiğimiz bir sergiden sonra nedense bu konuda konuşmak istediğimi fark ettim. Tabu adında Çankaya Belediyesi bünyesinde Serdar Yörük'ün küratörlüğünde bir sergide düştüm bu fikirler havuzuna. Tabu, insan davranışlarının belli alanları ya da belli normlarla ilişkili olarak kutsal veya dokunulmaz olarak tanımlanmış oldukça güçlü sosyal yasaklara denir. Ben demedim, Vikinin yalancısıyım. :) Bazı tabular geçici, belli dönemler içinken bazıları süreklidir. Bazı kozmik ya da kutsal sayılan bölgeler, kimsenin yaklaşmaya cesaret edemediği yerler, bazı mezarlar gibidir. Toplumsal olarak tabuları olan bir milletiz, tabuların bu kadar geçmişimizden beri var olagelmesi benim hep ilgimi çekmiştir.
Vikide de gördüğüm bir paragrafı aktarmak ve bunun üzerine düşünmenizi istiyorum.
Evrensel bir tabu yoktur ancak tabu mekanizması her zaman aynıdır. Bazı nesneler, kişiler ya da bölgeler tamamen farklı bir ontolojik sisteme dahil olurlar ve bunlara dokunmak ontolojik düzlemde ölümcül sonuçlar doğuracak bir kırılmaya neden olur.
Okuduktan sonra "Nasıl ya? Evrensel bir tabu yok mu cidden?" dediğimi duydunuz herhalde. Sergide de bu dikkatimi çekmişti. Evet toplum gereği birçok tabumuz var, birçok toplumda birçok ortak tabular var, kişisel olarak da insanların tabuları olabilir. Peki evrensel bir tabudan neden söz edemiyoruz?
Bazı tabu örnekleri kaygı ve uzaklaşma yaratan, tuhaf, uğursuz, gizemli olanların normal olanlardan ayrılarak tabu haline getirildiğini gösteriyor. Küçüklüğümden hatırladığım bir anı canlanıyor zihnimde, inanması güç ama çevresinden dolaşmak şöyle dursun gözlerimizi dikip bakmanın bile uğursuzluk getireceği atfedilen bir mezar vardı. Çok garipserdim, bakmak istediğimde gözlerimi kapatan elleriyle annemin bana kızması hala hatırımdadır. Bu mezara, kişiye ya da davranışlara bir aşağılanma değil elbette, tersine bir değer atfediliyor.
Kutsal yasaklar, Türk halk kültüründe "Koruğ" sözcüğü ile karşılanıyormuş. Bu kelime "Kor" sözcüğünden türemiş ve korumak fiilinden gelmektedir. Türk halk inancında, Şamanizmde ve mitolojide sık sık rastlanan bu yasaklara Koru veya Korı da denir. Yapılması, dokunulması, gidilmesi, söylenmesi dinsel veya metafizik içerikli bir sonuca bağlanmış olan yasaklardır.
Size biraz da sergiden bahsetmek isterim. Sergide elbette aklımıza ilk gelen tabu örneklerini haliyle bulabildik. Çıplaklık, esaret, zıtlıklar vb. durumlar için yapılan eserler bir hayli güzeldi. Beklendiği şekilde kuş motifleri ve bağlanmışlık (bağnazlık) durumlarına örnek eserler de fazlacaydı. Bir de böyle beni çok etkileyen şaşırtan eserler vardı ki size onları tabi ki göstereceğim.
"Aile Putsaldır" adlı bu çalışma sergide en çok etkilendiğim eserdi sanırım. Bir aile içinde bile tabulardan söz edebiliyoruz. İnsanın olduğu her yerde tabu var demek geliyor içimden.
22 Ekim 2022 Cumartesi
Bi'şeyler #1 : İlk Yazı, İlk Tura
Okul son zamanlarda fazlaca vaktimi alıyor lakin bu yoğunluk iyi, bu yoğunluk bana çok iyi geliyor. Kitap okumaya pek vaktim kalmasa da ağır ağır birkaç kitabı sıraya alıp başlıyorum. Günün çoğunu okulda geçirmek insanı bir süre sonra yoruyor ama neden bunu çekilebilir hale getirmeyeyim ki?
Spora verdiğim ara sebebiyle de biraz mental olarak depresif olsam da hayatın güzel yönlerine odaklanmaya çalışıyorum. Aktif bir iş yaratma konusunda üstüme tanımadığımdan yeni bir proje seçip onu geliştirmeye çalışacağım sanırım. Gelsin matrix kodları, aksın yeşil yeşil :)
Fotoğraf çekilecek havalardayız, Ankara'da sonbahar pek güzel. Bir boş anım olsa da kampüsü turlasam dediğim halde bir türlü o vakti bulamıyorum.
Evde ilkel çağlardan esintilerle yaşıyorum, internet minimum düzeyde, telefon ve televizyon da aynı şekilde derken çalışmak ve üretmek için daha iyi bir fırsat bulunmazdı herhalde :)
Bu ilk yazı, ilk tura derken aslında bu sıralar olasılık teorisine takılmış durumdayım. Programlama dersim sayesinde olasılık teorisi ve uygulamalarına ayrıca ilgi duymaya başladım. Gelecek günlerde bu konuda yazmayı planlıyorum. Kitap hakkında bir inceleme veya bir fizikpedia yazısı gelebilir belki, kim bilir :) Hazır nobel fizik ödülü falan da verilmişken kısa bir giriş konuşması hazırlayabilirim sanırım.
21 Eylül 2022 Çarşamba
Podcast #1: Mitoloji ve Edebiyat
Merhaba, dün bir karar alıp podcast yayınlamaya karar verdim. Yanıma çok değer verdiğim arkadaşım Emre Bozkuş'u alıp "Mitoloji ve Edebiyat" hakkında konuştuk.
Umarım dinlerken zevk alırsınız.
8 Eylül 2022 Perşembe
Yüzünde Bir Yere Sığsam
Sema Kaygusuz bize mitlerle efsanelerle bezenmiş bir kısa roman sunuyor, edebi sanatlar ve kurmacalar birbiriyle o kadar ahenkli ki okuduğumuzun tadı damağımızda kalırken sonuna geliyoruz. Yaşanan acılar, kimsesizlikler, yalnızlıklar, geçmiş ve şimdiyle aralarında duran bir salıncak misali aktarılıyor.
"İncire ve zeytine andolsun ki" diye başlıyor Kuran'daki Tin süresi; "biz insanı en güzel biçimde yaratık". Yaradan'ın yarattıklarının adıyla yemin etmiş olması muhteşem bir dil eğretilemesi...
Kurmaca olarak bakıldığında geçmiş ve şimdi arasında sınırların tam belirlenmediği kısa bölümler halinde bir sarmal karşılıyor bizi. Mitsel ve tarihsel öğelerin yanında bir incir metaforu var ki tekrar tekrar okumak isteyebileceğimiz cinsten. Dil olarak bakarsak ağır ağır okumaya müsait olmasının yanı sıra şiir gibi gelen bir üslupla seslenmiş yazarımız, oldukça basit bir dil fakat bir o kadar da yoğun bir anlatım diyebilirim. Anlatıcı olarak biri seçilmiş ve onun ağzından dinliyoruz her şeyi, muhatap aldığı kişiye seslenmeleri ve anlatıları ile ilerliyoruz. Bu bize farklı bir tat veriyor, onunla hararetlenip onunla seviyoruz.
Zamansal bir bütünden çok uzak olması okurken biraz zorlu bir yolculuk sağlıyor, fakat kitabın bir kurgusal omurgası olmaması zaten bu kitabı bize bu kadar eşsiz kılıyor. Zaman belirsiz ve karmaşık, dil öylesine şiirsel ve sanatsal ki okurken bir masal dinliyoruz edasına kapılıyoruz.
Ben özellikle "incir" metaforu ve "Hızır" kavramına değinmek istiyorum. İncire neden incir dendiği, ve incir ile neler anlatılmaya çalışıldığı kitabın bence bel kemiği olan bir olgu diyebilirim. İnciri de mitsel ve tarihsel anlamda ele alıyoruz, "inciri hiç böyle okumamıştınız" diyebileceğim bir anlatı sunuluyor. Kültürümüzdeki Hızır kavramından da bahsediyor. Hepimiz duymuşuzdur, "Hızır gibi yetişti" denir, çeşitli efsanelerde ve anlatılarda ismi bolca anılır. İşte bu Hızır kavramını da romanına ekliyor ki zamansızlık daha bir vurucu hale geliyor. Böylece zamanın insanlar üzerindeki etkilerini daha iyi anlamamıza, zamansızlığın ve zamanın o vurucu ürpertisine tanık oluyoruz. İki farklı zaman arasında yaşanılan deneyimlerin ve olayların insanlar için ne kadar etkili olduğunu resmediyor.
Yüzünde Bir Yer'i Elazığ'da okumaya başlıyoruz. Elbruz dağlarının eteğine kadar varıyoruz, oradan Salem'e. Bir ara Dersim' e gidiyoruz, burada yaşıyor ve dinleniyoruz bir müddet. Ardından bir Hıdrellez'de ateşin üstünden atlarken başparmağında kemik olmayan birisiyle dans ediyoruz. Bazen Bese oluyoruz bazen de Eliha. Eliha gibi incire düşkün ve sevdalı oluyoruz, Bese gibi İlyas'ımızı bekliyoruz. Hızır'ı, Zükarneyn'i tanıyoruz. Sevdiğimiz şeylere bir isim veriyoruz, bizim oluyorlar, inciri tadıyoruz, hiç böyle sevmemiştik birini. İstanbul'a uzanıyor bir anda kelimelerimiz, bitmesine çok yakın öykümüz.
Sema Kaygusuz ile ilk kez tanıştım ve edebi doyuma vardığım bir roman ile kalemini tattım. Genel olarak mitsel ve de zamansızlığın bu derece işlenmiş halini sevdim, hiç duymadığım öyküler dinledim, bazen Bese oldum bazen gözü olmak isteyen ona. Masalsı bir üslup bana kalırsa ama kendini sevdiriyor ve okutuyor. Sindire sindire okunmalı ve içine girmek için Hızır üzerine bir ufak araştırma yapmak da fena olmaz sanırım. Yüzünüzde bir yere sığınıyor bu roman ve siz istemeden parçanız oluyor. İmgelerle dolu bir yolculuğa hazırlanın, bu oldukça güzel olacak.
Seni doğuran anne, seni düşleyen baba henüz dünyada yokken, atalarının çizdiği kederli bir sima, tenden tene geçen yakıcı bir ağıtın son defteri olmuşsun. (s.11)
Bütün varlıkların aynı yıldız tozuyla mayalandığı bilgisi bundan böyle hükümsüz bir teselliydi onun için. Meğer sağ kalmak yeni bir tutum devşirmekti hayattan. Yeni bir gam, yeni bir ahlakla yeniden dirilen Bese bu kez başka bir yarayla doğuyordu. (s.15)
Hayat şeylere yüklediğin anlamlarla sınırlıdır ne de olsa. (s.16)
Bir şeye ad vermek onu kendine alışmaya zorlamaktır. Yeryüzündeki bütün kinsiz, gurursuz, yalın ve dingin canlıyı evcilleştirmenin ilk adımıydı bu. (s.17)
"Hisler düşünceyi tetiklemediğinde hissedilmiş olanı hissetmekten başka elden bir şey gelmiyor. Yarın ölü uyanmayacak olsan da, ertesi gün, daha ertesi gün, şu anki hissinin yarattığı yıkıcı yavanlığa alışarak yeniden ölgünleşeceksin. Tam da böyle bir ihtimal varken güzel gözlüm, şu anki varlığının cesedi olmaya birkaç gün kala yalvarıyorum ağla. Hisler düşünceyi tetiklemediğinde hissedilmiş olanı hissetmekten başka elden bir şey gelmiyor. Yarın ölü uyanmayacak olsan da, ertesi gün, daha ertesi gün, şu anki hissinin yarattığı yıkıcı yavanlığa alışarak yeniden ölgünleşeceksin. Tam da böyle bir ihtimal varken güzel gözlüm, şu anki varlığının cesedi olmaya birkaç gün kala yalvarıyorum ağla." (s.22)
Halbuki bir alacakaranlık sanatıdır senin yaptığın. Fotoğraf zamanını nostaljik bir devir olarak şakkadanak ortaya koymanın çok ötesinde, çerçeveye sızan boşluğu sezdirerek o dokunaklı eksiği vurgulamak. Hiç olmazsa bundan böyle boşluğu ver bana, her çerçevede kendine yer bulan o ezeli boşluğu ver. Varlığını varoluşa azmettirecek olan, hislerin değil boşluğundur çünkü. (s.22)
İnsanın olmadığı haliyle kusursuzluğa özendiği bu viran çağdan, olduğu haliyle kusursuzluğa eriştiği olası bir çağa sıçrayalım seninle. (s.23)
Madem yerimizde duramıyoruz, bir sesli bir sessiz iki harf gibi yan yana, dokunaklı bir çığlığın hecesi olalım ikimiz. (s.23)
Şu benlik dediğin muamma ne el hüneriyle yapılan nesnelerde tamamlanıyor ne de zihinsel yaratılarda. Eksik daima eksik. (s.27)
Onun meşrebinde sevmek her süreci yapıtlaştıran bir yoğunlaşma haliydi. Bir varlığı aşkla sevmenin törenine kendini bulaştırmadan katılıyor, saçlarını okşarken ruhunu da okşuyordu. Sevilirsen her ne olursa olsun sırtının yere gelmeyeceğini doğaçtan biliyordu. (s.35)
Geçtiğin bütün patikaların sensizliğini, parmak uçlarında dallarına dokunuverdiğin defnenin sallantısını, şöyle bir göz ucuyla bakıverdiğin süs havuzundaki yosunların hücre hücre ilerleyişini gördükçe ölüp ölüp dirilmişliğim vardır benim. (s.43)
Ta o zamandan beri vasat düşüncenin müptezelliğini açığa vuran göz kamaştırıcı bir ışıktı, yalınlık. (s.56)
Gönül dediğin bir dipsiz hazne, akılla kavramaya yeltendiginde bitimsiz anaforuna kapılıp dengeni yitiriverdiğin bir karanlık yer. (s.56)
Gözünü seveyim bırak bu çoğulluk çabasını, hiç sırası değil. Şu an yalnızca sen ve ben varız. Beni seninle, seni benimle ölçen bir acının kurbanıyız ikimiz. (s.59)
Sanmak ne harikulade bir şey. Bir şeyin olma veya olmama olasılığını aynı anda benimseyip olabileceğine daha çok inanmak ne tılsımlı bir düşünüş. (s.60)
Sömürünün böylesi derinleştiği bir çağda hayvanla insan arasındaki ortak zihin üstüne düşünmek, küçük burjuvanın yararsız felsefe üretme özentisinden başka bir şey değildi. (s.60)
Ama hayatla aralarındaki uzaklık öyle aşılmaz ki şimdi, ruhları geride kalmış bedenleriyle yokluğa bürünmüşler. (s.63)
Elinde fotoğraf makinesi, nereye gidersen git bu gülüşü asla yakalayamayacağını henüz bilmiyorsun. (s.78)
İnsanın insana neler edebileceğini anlatırken trajedinin en kaba ve ham görüntüsünü sakınmaksızın kesip çıkarıyordu zamandan. (s.80)
Kahramanlığı öven bütün tabletlere yazılıyor kötülüğün yordamı.Kahramanlığı öven bütün tabletlere yazılıyor kötülüğün yordamı. (s.82)
Sanmak ne harikulade bir şey. Bir şeyin olma veya olmama olasılığını aynı anda benimseyip olabileceğine daha çok inanmak ne tılsımlı bir düşünüş. (s.90)
Onunkisi kelam değil, kuyruklu bir harf yalnızlığı. (s.103)
"Yüzünde bir yer açılmıştı, kendimi sığdırabileceğim." (s.108)
Ateşle tütsülenirken dört dilek diledim Hızır'a. Yak beni, dedim, küllerimle tanınmaz olayım. Beni anlamamaya alıştır, illaki bileceğim diye çırpınmayayım. Hamlıktan arındır beni ,kavrula saflaşayım. Başkasının imanıyla sofu olmayayım. (s.108)
"Fantezi tehlikeli bir oyun. Hayal kurduğunda ne denli şiirselsen, fantezilere kapıldığında o denli yavanlaşıyorsun." (s.114)
Değil mi ki duran kendinde duruyorsa öylece, giden de kendine yürüyor yollarını. (s.118)
Hayal kurmak kalbe yapılan bir muamele sadece. Şimdiki zamanı yerli yerine oturtan insanca bir tahammül biçimi. (s.126)
Rica, şeytanın eliyle istemektir bir şeyi.Şeytan önce akıl verir,sonra rica eder. (s.136)
Bir dil arıyordun kendine. Kimseden emanet alınmamış, kimseninkine öykünülmemiş bir incir lisanı… (s.151)
21 Temmuz 2022 Perşembe
Jurnal #25 : İşgal
Bazı satırlarım var, sonunu getiremediğim. Yazıp silmelerim her geçen gün artıyor. Sevgi tek çare midir Levla? Yürüdüğün yollar bilinmezlere çıksa bile mi? Belirsizlik duvarları ördüğün yollar, bilinmezlik şatolarının görkemiyle dolu sokakların, bitmeyen aşkların, bitmeyen hislerin...
Bir işgal bu benliğimde, beynimde, ruhumda. Önünü alamıyorum, dur durak bilmeden yürüyor zihnimin dar sokaklarında. İnsan sevdiğine küser mi Levla? İnsan bu kadar çok üzülür, bu kadar çok kırılır ve bu kadar çok şanssız olur mu?
Yaşadığım her saniyenin çetelesini tuttuğum defterleri yırtıp attığım gün bazı şeylerin sonunun geldiğini hissetmiştim. Bazı şeyler bazen ne kadar çok zorlasan da olmuyor dimi Levla? Eksilen yanlarımız sızlarken bile yaktığımız sigara küllerini dağıtmıyor hışımla, her hareketimiz gibi bu da sessiz, suskun. Neden bu kadar sessiz bir sinema senin hayatın, neden bu kadar suskun harflerin? Bitmeyen nedenler dizisi yapıyorsun hep, cevapları aranmayacak sualler sıralıyorsun da bir çıkıp bağırmıyorsun hala. Neden beni dünyaya getirdin anne? Neden?
Biraz yorgunum, kıyısında beklediğim yaşamak beni ortasına aldığından beri bazen beklemeyi özlüyorum. Beklediklerimiz geri gelmiyor, gittiğimiz limanlar yerinde kalmıyor, biz bir türlü bu yollardan geçemiyoruz. Özlediğimiz anların hisleri ile uykuya daldığımız gecelerden birinde yine soluklarımız kesilerek irkiliyoruz, kimin adı bu seslendiğimiz?
"karanlıktım, koyuluğunda kaybolduğum
sığ bir deniz uzanıyordu içimde,
bir gece bir kıvılcım düştü göğüme
o parıltıya koştum önce
sonra o parıltı büyüdü, aydınlattı her yeri
bir çiçek yeşerdi sen gelince."
Göğümüzün yağmurları yıkadı çehremizi, biz yine bilmediğimiz yolları işgale gelen satırlarımızla emin adımlar attık, bitmeyen sualler sıralayıp dizdik, hasretimizi güneşimize siper edip derin bir soluk aldık.
"bazen kayıp parçalarını ararmış insanlar,
ben aramazdım, bu kadar parçama hangi eş?"
Sevmek iyileştirir mi insanı? Levla'nın titreyen sesine benzer mi kalp ritimlerin? Solan çiçeklerimi yeşertip kendi ellerimle kopardığım o dallar bana kızgın mı?
"en sığ denizler dağılır, yerine kurulurmuş ormanlar
içi titrermiş insanın bir çift dudaktan çıkanlara"
Yine bir ton saçmalamışız ortaya. İyice sayıyor musun hala? Bitmedi mi hala alacak nefeslerimiz? Biz tutunmayı öğrenemedik ama sayalım. Bu bir...
18 Nisan 2022 Pazartesi
Alışkanlık - Ümit Yaşar Oğuzcan
Ümit Yaşar Oğuzcan
11 Nisan 2022 Pazartesi
Yalnız Bir Opera - Murathan Mungan
yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
imrendiğin, öfkelendiğin
kızdığın ya da kıskandığın diyelim
yani yaşamışlık sandığın
Geçmişim
dile dökülmeyenin tenhalığında
kaçırılan bakışlarda
gündeliğin başıboş ayrıntılarında
zaman zaman geri tepip duruyordu. Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, biraz daha
fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.
Başlangıçta doğruydu belki. Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki
gibi başlayıp, gün günden hayatıma yayılan, büyüyüp kök salan ,
benliğimi kavrayıp, varlığımı ele geçiren bir aşka bedellendin.
Ve hala bilmiyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi
Terk ettin
Yaz başıydı gittiğinde. Ardından, senin için üç lirik parça
yazmaya karar vermiştim. Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.
Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.
Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
çerçevesine sığmayan
munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti
Mayıs. Seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, belki de
ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha. Aşk mıydı,
değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi? "Eylül'de aynı yerde ve
aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. Altına saat: 16.00
diye yazmıştın, ve saat 16.04'tü onu bulduğumda.
Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran
Zaman'ı
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını
Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.
Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik
kalmıştı.
Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış
arkadaşlığımıza. Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk.
Sanki ufacık birşey olsa birbirimizden kaçacaktık.
Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.
Gittin.şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları
gibiyiz. Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir
şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.
Artık hiçbir duygusunu anlamayan çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkla büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz
kış başlıyor sevgilim
hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
oysa yapacak ne çok şey vardı
ve ne kadar az zaman
kış başlıyor sevgilim
iyi bak kendine
gözlerindeki usul şefkati
teslim etme kimseye, hiçbir şeye
upuzun bir kış başlıyor sevgilim
ayrılığımızın kışı başlıyor
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.
Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu
gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak...
Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
içinizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun
para etmez kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar
Bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar
gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
çağrışımlarla ödeşemezsiniz
dışarıda hayat düşmandır size
içeride odalara sığamazken siz, kendiniz
Bir ayrılığın ilk günleridir daha
Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkla
Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
kulak verdiğiniz saatin tiktakları
kaplar tekin olmayan göğünüzü
geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
bakınıp dururken duvarlara
boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar
gibi
yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik
kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata
alınmaya
kendimizi hazırlar gibi
yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
ve kazanmış görünürken derinliğimizi
Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar
denemeseniz de, bilirsiniz
hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar
Bana Zamandan söz ediyorlar
Gelip size Zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. Hepsini bilirsiniz zaten, bir ise yaramadığını bildiğiniz gibi. Dahası onlar da bilirler. Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,
öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden
karşılaşmak kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla baş etmek,
uğruna içinizi öldürmek. Zaman alır.
Zaman
Alır sizden bunların yükünü
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar
dibe çöker. Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. Bir
yerlerden
bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir
gün gelir bir gün
başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
o eski ağrı
ansızın geri teper.
Dilerim geri teper. Yoksa gerçekten
Bitmişsinizdir.
Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır, anlamları
önemi kavranır. Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini
kazanır. Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.
Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Herşeye iyi gelen Zaman sizi kanatır
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
günlerin dökümünü yap
benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
kim bilebilir ikimizden başka?
sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren
kendiliğindenliği
yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi
bir düşün
emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Bunlar da bir ise yaramadıysa
Demek yangında kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda
Bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
solgun yollardan geçtim. Bakışımlı mevsimlerden
ikindi yağmurlarını bekleyen
yaz sonu hüzünlerinden
gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
geçti her çağın bitki örtüsünden
oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
bakarken dünyaya
yangınlarda bayındır kentler gibiyim:
çiçek adlarını ezberlemekten geldim
eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
unuttuklarını hatırlamaktan
uzak uzak yolları tarif etmekten
haydutluktan ve melankoliden
giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden
Duyarlığın gece mekteplerinden geldim
Bütünlemeli çocuklarla geçti
gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.
Bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
yaram vardı. bir de sözcükler
sonra vaat edilmiş topraklar gibi
sayfalar ve günler
ışık istiyordu yalnızlığım
Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
İlerledikçe... Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü
daha şiir bitmeden. Karardı dizeler.
Aşk... Bitti. Soldu şiir.
Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden
Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
Aşk yalnız bir operadır, biliyordum: Operada bir gece
uyudum, hiç uyanmadım.
barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:
eksiliyorduk
mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
her otelde biraz eksilip, biraz artarak
yani çoğalarak
tahvil ve senetlerini intiharla değiştirenlerin
birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
ağır ve acı tanıklıklardan
geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
ve açık hayatları seviyordu.
Buraya gelirken
uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi
çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için
panayır yerleri... panayır yerleri...
ölü kelebekler... ölü kelebekler...
sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.
Adım onların adının yanına yazılmasın diye
acı çekecek yerlerimi yok etmeden
acıyla baş etmeyi öğrendim.
Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?
ipek yollarında kuzey yıldızı
aşkın kuzey yıldızı
sanırsın durduğun yerde
ya da yol üstündedir
oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı
AŞKIN BİR YOLU VARDIR
HER YAŞTA BAŞKA TÜRLÜ GEÇİLEN
AŞKIN BİR YOLU VARDIR
HER YAŞTA BİRAZ GECİKİLEN
gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
gözlerim
aşkın kuzey yıldızıdır bu
yazları daha iyi görülen
Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
ilerlerim
zamanla anlarsın bu bir yanılsama
ölü şairlerin imgelerinden kalma
Sen de değilsin. O da değil
Kuzey yıldızı daha uzakta
yeniden yollara düşerler
düşerim
bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
yaşamsa yerli yerinde
yerli yerinde her şey
şimdi her şey doludizgin ve çoğul
şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
şimdi her şey yeniden
yüreğim, o eski aşk kalesi
yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden
Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey sanat! Her şeyi hayata dönüştüren
Murathan Mungan