Yazılarım E-postana gelsin.

Yaz E-Postanı!

10 Eylül 2018 Pazartesi

Jurnal #8 : Bir Varmışım Bir Yokmuşum

Özlem Ekici

Merhaba sayın okuyucu,

   Uzun süredir yokken bir anda geri dönüş yapmayı çok seviyorum bildiğin gibi, işte bu da öyle bir yazı. Öncelikle biraz havadan sudan konuşalım mı dersin?

   Ankara'daki serin havanın üzerine Ege'nin nemli ve sıcak havası bana hiç mi hiç iyi gelmedi. Olmayan bir güneş alerjisi edindim bu yıl. Kırmızı ve kabarcık dolu bir ten ile eve tıkılı kaldım bu yaz.

   Okul konusunda da çalışmalara devam ettiğim doğru, lakin daha bir gevşediğim için günde iki saati geçmiyor bu çalışmalar.

   Bir de bu zaman zarfında minik bir arkadaş edindim kendime. Fazlaca tüy yumağı bir kedim oldu. Aslında çok fazla oyuncu ama iyi anlaşıyoruz genel itibariyle. Yazarken rahat bırakmaması dışında huysuzluğumuz yok sanırım.

  Okuma konusunda bir durağan döneme geldim ve nedense bu dönemde okuyabildiğim tek yazar Hasan Ali Toptaş oldu. Onun sayesinde tez zamanda bu dönemden çıkmayı planlıyorum. Okumayı azaltsam belgeseller ile boşluğumu doldurmaya çalışıyorum.

  Buralarda olmadığım halde birçok güzel mail ve mesaj aldım sizlerden. Bu ilginiz için çok mutluyum. Çok teşekkür ediyorum sizlere, sevgili okuyucum. Elimden geldiğince daha sık yazacağım buralara.

  Benim son değişikliklerim bu kadar olduğuna göre sizlere dönelim okuyucu, siz nerelerdesiniz, neler yapıyorsunuz? Yazınız nasıl geçiyor? Neler okuyor, neler izliyorsunuz?

4 Temmuz 2018 Çarşamba

Kırkıncı Yıl

Özlem Ekici

Biraz önce garip bir fırtınayla tanıştım.
Damlaların o çıplak telaşına sıkıştım,
Bırakınca kendimi rüzgarlara karıştım.
“Korkma” dedi bir tok ses:
“Yıldırım bu güzelim, o seni hiç sevemez;
Düştüyse sana bir kez, bir kez daha gelemez.”
Bekledim dört iş günü, düşmesin diye bana
Hatırlamam hiç dünü, sanırım buydu hata.
Beklemedi ise sabırsızlığıma verin
Vermeyecekseniz eğer, ömrümden biraz alın
Kafamda tek bir soru:
Bu
Kaçıncı
Yıldırım?

Ah!

Sanki göbek bağım senin saç tellerin,
Ve beni boğacak
Gözlerin. Kirpiklerin. Ellerin.
Bak bu beni boğduğun bir kaşık berrak su
Bak bu beni gömdüğün toprağın bir avucu
Varsa alayım komşu, bir tutamcık nefesin
Rabb’im yaratmayı yalnızca sen bilirsin
Yarat beni yeniden, n’olur, aha şimdi şurada!
Sana söz bak bu sefer, saçlarımı kesmeyeceğim.

Bir, çok kişidir; bilirim
Burcu gece balıktır, öğlen yay, sabah oğlak.
Bazen bir orman olur, bazen de tek bir yaprak.
Ama her zaman (HER ZAMAN!) tam bir salak!
Bazı dünde kalır, bazı ertesine günde
Biliyorum ki asla, şimdi’yi bulamayacak.

Beni affedin dostlar, bugün bir fincan kırdım.
Ellerim kanamadı, yüreğimse yaralı.
Yarama onu aldım, nefesimi bıraktım.
Nefesim beni aldı, kaderime bıraktı.
Kaderimse yazılı: bir karınca duası;
Bu yüzden taşırım derdimin kırk katını.
Kırk gün kırk gece geçmez, hiç beklemez sabahı.
Ben öldüğüm zaman, mezarıma gelmeyin
Çiçeklerim plastik, onları hiç kesmeyin.
Kesmeyin.
Makasınız paslı.
Kesmeyin.
Gözleriniz puslu.
Kesmeyin.
Size söz, ben de saçlarımı kesmeyeceğim.
-Bu sefer-
Keseceğim tek yerim:
Bileklerim.



Bizi facebook üzerinden de takip edebilirsiniz, şuradan tık.

22 Mayıs 2018 Salı

Anne, Delireceğim!

Özlem Ekici

Anne, eski bir şiir zihnimi kemiriyor;
Şu anda pek çekilmez bir haldeyim
Çilek reçeli yaptım sana; iyi ki hayattayım bence.
Bana şiir okuyan adamlar çekiyor ruhum,
Özge Dirik mi daha mutsuz, ben mi bilmiyorum.
İstediğim şey artık anlaşılmak değil;
Fark edin nefes almadığımı da, gideyim artık.

Tanrı beni yaratıp, bir kenarda unutmuş olmalı
Babam beni soruyor, oysa henüz doğmamışım.
Dilerim her Aralık kaza geçireyim ama hiç ciddi bir yara almayayım
Ben değil, içimdeki kadınlar ölsün;
Herkes sırası geldiğinde susar çünkü.
Karanlık hazlar yaşar gibi saklanıyorum
Bu deri beni tutuyor, savaşlardan koruyor.
İçimden al şu zalim kadını ve göğüslerini.
Bir zamanlar dua ederdim, son gecemde yine edeceğim
Altımdaki toprak gidiyor, ben her seferinde nasıl kalıyorum bilmiyorum..

Kadınlar ağladıktan sonra doğurganlıkları artar
Herkes benim günahımın acısını çekiyor, bense kızımınkini.
Ben de olsam, benim gibi bir kadından alırdım ilk yaramı.
Çok güzel uyuyordu, bir daha uyanmayacak gibi
Bir bebek ancak böyle kucaklanabilir.
İçimde devrim gibi şeyler mırıldanan bir çocuk var;
Çok acı çekmiştir, keşke beni hiç tanımasaydı.
Ana haberlerde yüzü, göğsümü acıtıyor.
Son kadın özgürleşene kadar, ülkem özgür olmayacak.

Bir sabah varlığımın acısıyla uyanmak öldürücü darbem olabilir
Toplumun kusurları iç organlarıma yayılıyor,
İki elimi saçlarıma götürüp kadınlığımla gurur duyuyorum
O eller bir asır oradan ayrılmıyor sonra.

Ezberlenmiş cümlelerim var diyorum, kızım şair olmuş diyorsun..
Duvara çarpa çarpa parçalandı yüzüm,
Anneliğin cezasını en çok Tanrı duysun.
Sen çok güzelsin, İstanbul'da olmamalısın
Uyan, çünkü bir yerlerde sabah oldu
Şimdi tüm şehir bu odada; yasasız, yargısız bizimle.
Beni de öpseler bir kere, anlatacağım;
Bu kentte dekoltenin tehlikesi yok.

Sen bir sanatsın
Ama ülkende kimse okuma yazma bilmiyor
Bense yine ilk defa aşık oluyorum,
İyileşmek için çok yerinde bir sebep.
Tanrı şahit, annem şahit çok yorgunum.
Herkes uyurken işledim tüm suçlarımı,
Kötü şeyler görmeyeyim diye çıkmıyorum yataktan.
Öpüşmemiz rejim değişikliği getirecek
Ve herkes uyurken yargılanacağım.
Ama sen gözlerini açabilirsin
Türkiye'yi sevmeyi anlat birilerine..
Hep çocuk kalacağım, hepinize pembe balonlar diliyorum
İnsana yabancıydım, farkına varmam yirmi yılımı aldı
Hiç terk etmediğim anne karnını özlüyorum.

Çocukken kafamın içinde tutsak olduğumu düşünürdüm
Kimsem yoktu,
Çok alkol içtim, bir o kadar da aldım yanıma
Bir daha ağlamam sandım, gözlerime sarıldım.
Sanırım adımı soruyorsun,
Ama ben tarihte yazmayan kadınlardanım.
Gözümün rengini çalma, kalsın öznemde.
Dil hiçbir şeye yeterli gelmiyor,
Ben bu gözlerden kim, nerede, nasıl kurtuldum
Yirmi yılımı bana bağışla artık.
Bir daha babamın elimi tutmasına izin vermeyeceğim,
Zaten eskisi kadar güzel de değilim ben.
Birilerinin çiçeğini sulamaya ihtiyacım var
Tanrı'm yakınıma yeni bir toprak düşür,
Hepsi bu kadar!

Anne, durmadan yazıyorum, delireceğim.
İnsanlığın kökünü kazıyacak silahı üretiyorum şiirlerimle.
Şunu bilmeni istiyorum;
Eğer biri beni kurtarsın isteseydim, eve dönerdim
Ama daha büyük bir hatam olsun istemedim.
Türkiye haritası çizerim uzak yerler özleyince,
Sokak kadını düşünmüyor ama kadın sokağı hep düşünüyor..
Tekrar eden dizeler sevindirir beni.
Tanıdık bir yüz isterim zihnim yok olurken
Milyonlara bölsün kalbimi, mutsuzlara dağıtsın;
Bir mezar taşı hepimize yetmez.
 
 
 
Not: Bu şiir Mâsiva dergisinde yayımlanmıştır.

27 Nisan 2018 Cuma

Kaçış Operasyonu - Engin Uysal

Özlem Ekici
Çok sevdiği karısını kaybetmiş bir adam.
Söylediği şeylere kimseyi inandıramaz.
Herkes onun üzüntüsünden delirdiğini düşünür.
Birkaç kişi hariç...
“Şimdi elimizdekileri polise versek bile bu işten bir şey çıkmayabilir. Bu adamlar çocuk değil, duymadın mı ortada dönen parayı! Bu çapta paralar için ülkelerde savaşlar çıkıyor. Bizim Kamuran’ı daha polisin eline geçer geçmez öldürürler. İşi açığa çıkartmak için başka yol bulmalıyız.”
“Ne yapacağız abi? Şimdi nasıl devam ediyoruz?”
“Bilmiyorum. Düşünmemiz lazım.”
“O zaman düşünelim abi. Olayı dünya kamuoyuna servis edebilmek için elimizde herkesin bildiği dört cinayet var. İstersen iki de Amerikalı keselim duymayanlar da duysun.”
 “Olur, elimizdeki dördünü hallettik de ikisi kaldı.     
Fesuphanallah! Sen iyi alıştın bu işe.”
Giray Candaş’ın, Berlin’de başlayıp İstanbul, Ankara, Sofya ve sonunda Novi Sad’da biten kaçış öyküsünde macera bir an olsun peşini bırakmaz.
   Polisiye romanlara ilgim genelde yabancı yazarlar üzerineydi fakat bu kitap benim için çok farklı bir eser oldu. Yazarımız ilk sayfadan itibaren hem kurguya hem de dile olan hakimiyeti ile sizi kitabın içine alıyor ve zekice bir kurgunun içinde olaylarla birlikte akıp gidiyor sayfalar. Giray Candaş üzerine yoğunlaşan olaylar ve tabi ki polisler arasında sivrilen isimler... Bir de Emre var ki sormayın onu.

   Aksiyonun bir dakika eksik olmadığı kitabımızda Giray ve Emre'nin zekasına hayran kalıyorsunuz. Öyle ki keşke bitmese dediğim bir anda kesildi sonu. Ayrıntıları öğrendiğimde hayranlığımı gizleyemedim. Sağlam bir kurgusu olduğunu düşündüğüm bir eserdi. Ölenlerin dirildiği sahnede şoka girdim ama olsun :) Kişiler ve ayrıntılar okuduktan sonra daha bir içinize işliyor. Giray'a başta korkuyla yaklaşsanız bile sonunda hayranlıkla onu benimsiyorsunuz. Keşke daha da uzun olsa dediğim bir kitabı daha bitirdim. Kurgu olarak fazlasıyla başarılı bulduğumu bir kez daha söylemek isterim. En güzel olan da serinin daha ilk kitabı olması. Yani macera bitmiyor.

Yazarımız hakkında;
   Engin abinin kalemini dergiden bildiğim kadarıyla çok seviyordum fakat bu kitap bambaşka geldi bana. İstanbul hakkında kitaptaki kısa bir bilgilendirmesi bile beni cezbetti ki sohbet etme şansı bulduğumuz her zaman verdiği sanat ve tarih üzerine yer bilgileri ile beni çok mutlu ediyor. İkinci kitabı büyük bir merakla bekliyorum, çünkü öğrendiğim kadarıyla bu bilgilendirmeler daha fazla olacakmış.

Sherlock, Amanvermez Avni ve Giray Candaş...  Okuyalım!

Okuyun dipnotunu da koyduğumuza göre bu kitaba nasıl ulaşırım diyorsanız buyrun buradan



Kuyu Sonu Notu: Duyduk ki hala facebook üzerinden bizi takip etmeyenler varmış efenim, onları şöyle alalım lütfen facebook

21 Nisan 2018 Cumartesi

Kendine Ait Bir Ev Ataleti

Özlem Ekici


Bazı sabahlar uyanırsınız, kendinize sürekli söylediğiniz cümleler olur. Bunlar kimi zaman kanalını henüz bulamadığınız bir radyo gibi hafif cızırtılı, çok sesli olur ve kimi zamansa katlanılması gereken moral ver(mey)en cümleler. İhtiyacınız olduğundan değil, kendinize ait bir eviniz olduğundandır ki; hakkında düşündüğünüz her ne saçmalık var ise tedavi olmanız yalnızca o ev ile sağlanabilir. Feda etmeye razı olduğunuz şeyler, farklı ama aynı bir sonu hatırlatabilir. Atlatacağınızı düşünün: komodinin üzerinde duran bir kitabın içerisinde geçen kahramanların sizinle konuşabilme ihtimalini varsayarak.

Bazı insanlar vardır. En minimalist hisle, gerçekten "gerçek". Sabahın körü sayılabilecek bir saatte dahi, kör hislerle telefonunuza uzanmanıza sebep. Kör hisler derken, derinlik; ki o derinlik, pahalıya satılan bir arzudur. Hayatınızın geldiği noktayı açıklayan "körlükler. Hemen arkasından menajer edasıyla size yazan arkadaşlarınız, akrabalarınız, mükellefleriniz; kibar fakat ciddi bir teyit alımından sonra sadece bir gün olabilirdi, son derece yoğun bir gün diyerek, sanki yeni çıkan bir albümünüz varmışçasına bir versiyonla, kulağınıza dedikodu melodisi çalarlar. Maalesef, bu iş kelimenin tam anlamıyla bir "kandırmaca"dır. Çünkü ya kandırırsınız ya da kandırmak hakkında konuşursunuz.

Bazen bir şeyin iki farklı yüzü vardır demek isterdim, ki nefret ediyorum bu sözden. Endişeye karşı sakinlik yahut leş kokusu yaratımı gibi. Oysa insan girdabımsı bir gerginlikle, kendine güçlü acı veren hapları, hap gibi bilgileri yutabilir. Yerse(n), ki öyle bir şey kahvehane denkliğinde; yani, yanisi boş işler boş. Sizden uzak olmasını tembihleseniz de büyük bir nezaketle gelip, sürekli yağmur yağan bir yaz günü gibi hissettirir. Bilinir ki, bulutların "gölgesi yazları kısa sürer. Ama sıcak bitmek bilmez. Kupkuru bir sıcak zihinle, aklınızın her türlü aşırılığına boyun eğersiniz. Sanırım zihnimin sıcaklığı şu an kırk derece olmalı.

Bazı paketleri saklayıp üzerlerine çizim yaparsınız, sigara paketleri, dergi, cd ve arttırılabilir. Şapkamın altına gizlediğim saçlarım şu anda sırılsıklam, titreyerek çıktığım geniş çaplı sağlık kontrolünden sonra bundan 20 yıl ilerisinde muhtemel bir "kaçık" olma olasılığımın yüzdelerini öğrendim. Temiz. Temiz derken; korkulacak bir şey yok, ben de sizin kadar deliyim. Göz bebeklerine ulaştığımda, dışarıdaki korku kalkanının altında beni beklerken bulduğum bir adam. Önce yüzüme, sonra elimdeki kolaja dik dik bakıyor gibi. Berbat görünüyor olmalıyım, günışığı gibi hissetmemi sağlasa bile.

Bazen sigaramı söndürürken, her zamankinin aksine kibarca pençe geçiriyor dişim. Hayranlarının onu satın alma lüksü varmış gibi, her hâlinin sevilmesinden şikayetçi bir star gibi egoistim. Haklı olarak, bütün bunlar bittikten sonra, yalnız kalacağım. Elbette bunu içimden söyledim, yalnızlık kadar sevdiğim kimse yok. Belki de iyi bir şeydir, ki sevdiğim insanlar bunu bana öğrettiler. Ve de bu defa gerçekten tek başımayım. Bana kendimi getirin, bana kendimi geri verin.

28 Mart 2018 Çarşamba

Hiçliğe Sayıklama

Özlem Ekici

   Ben ne zaman bir gökyüzüne düşsem, sen aklıma düşersin. Yaralarım kabuk tutmadan, hemen biraz şiir saklıyorum içine. Öyle daha çok hiç olunuyor. Sanki çok güzel bir şiirin en güzel dizesinde bir ses düşmesiymişim, düşmüşüm, düş'müşüm ve sen beni tutup yerleştirmişsin en uymadığım şiire. Sadece baş harfimin büyük olması kadar bu hayattaki değerim, gerisi hep hiçlik.
Seni seviyorum.
   Bir gün uyandım ve aniden seni sevdim gibi değil de, seni seveceğim güne ulaşmak için büyümüşüm, büyümüşüm ve aniden o güne ulaşmışım gibi. Sen her sabah uyanıp yüzüne bir avuç şiir çarp, sonra git pencerenin önündeki cümlelerini sula, kahve ve sigarayla iyi gider biraz masal ye; sonra 5.kutsal kitap inince yeryüzüne, benim çoktan inandığım dinime herkes inansın.
Tanrım, ibadeti şiir ve biraz da şarap olan dinin cenneti susmakta mıdır?

24 Mart 2018 Cumartesi

'Mavi Kadar' Sevelim!

Özlem Ekici
Mavinin ateşi tüm renklerden daha çok yakar seni... Hem sıcak hem soğuktur alevleri... 
Mavi kadardır her duygu, mavi kadar seversen sonsuzdur sevgin. 
Nefretin öfken mavi kadardır, derin ve soğuk. Renklerden en çok maviyi sevme nedenim de budur. Mavi bir başkadır benim için. 
Sakinlik, huzur, sevgi birçok duygu bana maviyi çağrıştırır. 
O yüzden, ben de seni mavi kadar seviyorum. Okyanuslar ve gökyüzü gibi uçsuz bucaksız...
-Arka kapaktan...

   Öncelikle Meyrem Abla ile nasıl tanıştığımdan bahsederek başlamak istiyorum incelememe, Meyrem abla yazarı ve tasarımcısı olduğum bir derginin yazarı. Dergiden ayrılmama rağmen bırakamadığım dostlarımdan kendisi, bırakmak da istemiyorum. Ankara'da olması sebebiyle sık sık da görüşme şansımız oluyor. Kitabını yine bir gün birlikte sohbete daldığımız bir anda getirip elime verdi. Şöyle bir karıştırdım derken bir isim gözüme çarptı. İşte her şey o anda başladı. O isim üzerine birkaç olay ve benim o isimle olan olaylarıma benzerliği derken Mavi Kadar artık benim için çok özeldi.

   Her şeyden önce dilinden bahsetmek istiyorum. Çünkü bu sadelikte bir dille bu kadar akıcılık elde etmesi çok başarılı. Çok süslü ve edebi bir sanat dili yok kitabın, ancak sadeliği okudukça okutturuyor kendini. Aslında bu kadar rahat okuyabilmemizin sebebi, çok basit ve samimi cümlelerden oluşması. Yani bizim kendi kendimize yazdığımız kısa hikayeler gibi basit bir anlatımı var. Tüm bunlara rağmen öylesine akıcı ki okurken bittiğini anlayamıyorsunuz. Ben bitmesin diyerek olabildiğince uzattım kitabı.

   Konusuna gelirsek, Ankara'da üniversiteye başlayan Miranaz'ın başından geçen olaylar. Meyrem ablanın deyimiyle "İki gencin etrafında kurgulanan ve özellikle okul hayatımızda tanık olageldiğimiz, bazen keyifli bazen de hüzünlü ve hayatın içinden olaylar." Yazarımızın ilk kitabı olduğunun altını da çizmek istiyorum.

   Kitabın adından da anlaşılacağı gibi mavinin anlamı fazlasıyla özel. İçinize dokunacak sayısız cümlesi ve anı var kitabın. Mavi Kadar seviyorum sözü artık benim için çok özel oldu.

Mavi kadar sevelim hayatı!



Satın almak isterseniz buyrun linke tık:

17 Mart 2018 Cumartesi

DÜŞLER GÜNLÜĞÜ

Özlem Ekici

1.DÜŞ GÜNÜ

Her şeyi konuştuğunuzda geriye sadece siz kalırsınız. Eve yürüdüğünüz, sokağa saptığınız, tanımadığınız fakat bildiğiniz yüzleri görmeye başladığınızda geriye sadece siz kaldığınızı anlarsınız. Odanızın kapısını örtüp ışığı açmayı unuttuğunuzda da geriye sadece siz kalırsınız. Seslerin seyrelerek bittiği bütün anların sonunda sadece siz kalırsınız. Araya giren her unsur belirgin bir sessizlik teması taşır. Artık kendinizi koyacak yer bulamadığınız başka bir dönem başlar.

2.DÜŞ GÜNÜ

‘’Seninle konuşamıyoruz artık. Başka, savruk ve özensiz biri oldun. Çizginden saptın’’ dedi arkadaşım. Tatmin edici bir yanıt bulamamıştım. Sessizliğim artıkça konuşmasını şiddetlendirdi. ‘’Farkında mısın? Hayatında hiçbir şeyin kalıcılığı kalmadı. En başta da insanların. Son birkaç yılda hayatına girip, her şeyini paylaştığın ve sonrasında silinip giden insanların sayısını biliyor musun? Kendinle aranda bir mesafe kalmadığı için böyle olduğunu düşünüyorum. Kimse kalmadı, bak. Herkes bir şekilde geldi ve gitti. Bunun çok acımasız olduğunu düşündüğüm için seninle paylaşıyorum. Bu denli taviz seni yalnız ve mutsuz kılar. Senin için endişeliyim. Buna izin verme, olur mu?’’ Telefonun şarj uyarısının sesiyle birlikle kulağımda müthiş bir çınlama oluştu. Böyle anların tamamında size dair olmayan her unsur büyük bir kalıcık edinir. Çünkü yanıtlarınız tükendiğinde geride her zaman siz kalırsınız.

3.DÜŞ GÜNÜ

Diyalog sürdükçe taviz artar. Kendinize ve karşınızdakine tanıdığınız taviz artar. Buna dayandığınız ölçüde kendinizi savunur ve konuşabilirsiniz.

4.DÜŞ GÜNÜ

Konuşamadım. Geride yine büyük bir sessizlik teması oluştu. Tamamen haklı olduğunu düşünmemesi için konuşmam gerektiğini fark ettim. Aslında kendimi buna zorunlu kıldım. Aynı pozisyonda kalmaktan boynun ağrımıştı. Boynumu ovdum. Sigara içmek istiyordum fakat konuyu dağıtacak, bizi uzaklaştıracak bir şeylere de izin vermek istemedim. Kabul etmeliyim, arkadaşım haklıydı. Dağıldım biraz. Toparlamak için sigara içmem gerekiyordu. Elimdeki boş kupayı oturduğum masanın boş bir yerine yerleştirdikten sonra odama gidip sigaramı aldım. Küçük bir ara bana zaman kazandırdı. Çünkü dağılmış bir kafayı aynı pozisyonda kalarak toparlayamazsın.

5.DÜŞ GÜNÜ

‘’Artık kendimi daha az tanıyorum. Zamanı silinebilir hale bütün anlarımı da unutuyorum. İnsanlara dair tek bildiğim kalıcı olmadıkları. Bunun ötesinde bir gerçekliğe inancım kalmadı fakat haklı olduğunu düşünüyorum. Taşıdığım kaygılar beni kendimden uzaklaştırdı. Mesafem arttıkça sahnem azaldı. Kısıtlı bir alanda hızlı zamanlar geçiriyorum. Acı olan, bunun yarattığı bir korku yok. Kendimi koymaya yer bulamıyorum burada. Hiçbir şey tam olarak yer etmiyor. Boşluklar var. Sürekli artan boşluklar. Ailemden, sevdiklerimden ve arkadaşlarımdan uzaktayım artık. İnsanları önemli kılan detayları bile önemsemiyorum. Hakan’ın doğum günü ne zaman? Bilmiyorum. Anne aramıyor artık beni. Arayınca da aynı sahneler tekrar edip kapıyorum. İyi, aynı diyorum. Koca şehirde yedi aydır görmediğim anneme ‘’İyi, aynı anne’’ diyorum. Sürekli bunların bende yarattığı değişimleri düşünüp sonuçlarını hesaplıyorum. Yaptığım tek şey bu. Asıl sorundan uzaklaştım. Her şeyin aslından uzaklaştım. Anlamsız, çağrışımsız, zemini olmayan bir düzleme çakılıp duruyorum’’

6.DÜŞ GÜNÜ

Hatırladıklarım bu kadar.



6 Mart 2018 Salı

O Sizden Gittiğinde

Özlem Ekici

Tam göğsünüzün ortasında bir yeriniz acıyacak,
Evinizin sizi içine sığdıramayacak kadar dar olduğunu fark edeceksiniz.
Sokağa fırlayacaksınız ardından
Sokaklar da dar gelecek,
Tıpkı vücudunuzun yüreğinize dar geldiği gibi.
Ne denizin mavisi açacak içinizi, ne de pırıl pırıl Gökyüzü...
Kendinizi taşıyamayacak kadar çok büyüyecek, 
bir yandan da kaybolacak kadar küçüleceksiniz.
Birileri size bir şeyler anlatacak durmadan,
"Önemli olan sağlık"...
"Yaşamak güzel"...
"Boşver, herşey unutulur"...
Siz hiçbirini duymayacaksınız.
Gözyaşlarınızdan etrafı göremez hale geleceksiniz.
O'ndan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, 
az sonra kollarında ölmek isteyecek kadar çok seveceksiniz.
Hep O'ndan bahsetmek isteyeceksiniz.
"Ölüme çare bulundu" ya da 
"Yarın kıyamet kopacakmış" deseler başınızı kaldırıp "Ne dedin?" diye sormayacaksınız.
Yalnız kalmak isteyeceksiniz,
Hem de kalabalıklar arasında kaybolmak.
İkisi de yetmeyecek.
Geçmişi düşüneceksiniz. Neredeyse dakika dakika... Ama kötüleri atlayarak.
O'nunla geçtiğiniz yerlerden geçmek isteyeceksiniz.
Gittiğiniz yerlere gitmek.
Bu size hiç iyi gelmeyecek. Ama bile bile yapacaksınız.
Biri size içinizdeki acıyı söküp atabileceğini söylese, kaçacaksınız. 
Aslında kurtulmak istediğiniz halde, o acıyı yaşamak isteyeceksiniz.
Aksini iddia edenlerden nefret edeceksiniz.
Herkesi O'na benzetip,
Kimseyi O'nun yerine koymayacaksınız.
Hiçbir şey oyalamayacak sizi.
İlaçlara sığınacaksınız. 
Birkaç saat kafanızı bulandıran ama asla O'nu unutturmayan. 
Sadece bir müddet buzlu camın arkasından seyrettiren...
Bütün şarkılar sizin için yazılmış gibi gelecek.
Boğazınız düğümlenecek, dinleyemeyeceksiniz.
Uyumak zor, uyanmak kolay olacak.
Sabahı iple çekeceksiniz. 
Bazen de "Hiç güneş doğmasa" diyeceksiniz.
Ne geceler rahatlatacak sizi ne gündüzler...
Ölmeyi isteyip, ölmeyeceksiniz.
Belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önünüze çıkana sarılmak isteyeceksiniz. 
Nafile... Düşüncesi bile tahammül edilemez gelecek.
Rüyalar göreceksiniz, gerçek olmasını istediğiniz.
Her sıçrayarak uyandığınızda O'nun adını söylediğinizi fark edeceksiniz.
Telefonun çalmasını bekleyeceksiniz. Aramayacağını bile bile...
Her çaldığında yüreğiniz ağzınıza gelecek. 
Ağlamaklı konuşacaksınız arayanlarla.
Yüreğiniz burkulacak.
Canınız yanacak.
Bir daha sevmemeye yemin edeceksiniz.
Hayata dair hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinizden.
O'nun sesini bir kez daha duymak için yanıp tutuşacaksınız.
Defalarca aradığı günlerin kıymetini bilmediğiniz için kendinizden nefret edeceksiniz.
Yaşadığınız yeri terk etmek isteyeceksiniz. 
O'nunla hiçbir anınızın olmadığı bir yerlere gidip yerleşmek...
Ama bir umut... 
O'nunla bir gün bir yerlerde karşılaşma umudu... 
Bir umut sizi gitmekten alıkoyacak.
Gelgitler arasında yaşayacaksınız.
Buna yaşamak denirse...

26 Şubat 2018 Pazartesi

Hapşıran Dünya Dilinde

Özlem Ekici

Okuduğum ve sonu olmayan çoğu kitaba göre, hep aynı şeyler olur.
Her sabah hiçbir şey olmamış gibi hiçbir şey yaşanmamış gibi itinayla ölünüp,
Periyodik bir yalnızlık tekrar edip durur.
-Burada geçici hüzünlerden bahsetmek icap eder-
Hiç olmayan bir şey ve kendini öldürmek pahasına, yaşatılan her şeyin suyu kesilir.
Sulanmaz artık hiçbir bitki, gözü varken insanın,
Hele ki doluyorsa.
Hiç olmayan bir şeyin olması da
Güneş filan da umrumda değil .
Anlam yitiren her şeyi gün doğumuna ertelemeye devam edeceğim işte.
Durduğum her yerden bir otobüs kalkar, 
ki her otobüsün birkaç hüznü içinde barındırdığından habersizim o sıralar.
Adım anons edilecek ve pişman olacağım tekrar.
Gün batacak ve yaklaşık yarım gün kendime gelemeyeceğim.
Biliyorum bu yorgunluğun ilkel bir açıklaması var.
Anlamını yeni yeni kazanmış her şeye, çıkarıp kendi anlamımdan eklemiş de olabilirim.
Olmayayım ama olmamalıyım.
İçimde kendini boğan çocuklar, dışarıda öldürülenler kadar tesir vermiyor olabilir belki.
Belki ben her gece siyaha boyadığım her şeyi gündüz rengarenk yapmışımdır.
Lakin artık yüzümü aynalarda ayırt edebiliyorum.
Herkes kadar utancım var.
Ve yaşadıkları, yaşattıklarından daha ufak kalmış biri,
Yıkılıyorken, bana çok benziyor.
En çok güldürenler, en çok ağlatanlara evriliyor.
Dokunduğum bir yere ağaçlar bir boy büyük geliyorsa şayet,
Ben , artık yarılanmalıyım.
Bu yaranın yarısı yarık,
Belki dibim tutuk, belki yanık.
Ama ben artık mutluluğa borçlanmak istemiyorum.
Düştüğüm bir yerden sarılıyorum.
Sarılıyorum.
Sarılıyorum.
Sıyrılıp doğruluyorum.
Yoruluyorum.
Bir şeyler parçalamaktan ve parçalanmaktan.
Misal edebiyattan
Misal atomdan
Misal yanlışlıkla çarpılan bir vazodan.
Hepsine takındığım tavır, beni birkaç milyonluk bir evliya yapmaya yetebilir.
Ve ben yine olmayan birine burada mısın deyip duracağım.
Hapşıran dünya dilinde,
Yaşattığımı yaşamak için yaşla yaşayacağım..

11 Şubat 2018 Pazar

Tecavüz Günlüğü - Tamer Dursun

Özlem Ekici

Türkiye’de tecavüz olayları ‘sessiz sedasız’ son on yılda yüzde 400 artış göstermiştir. Bu yüzden ‘tecavüz günlüğü’ şiiri sizi rahatsız etmek için yazılmıştır. Umarım amacına ulaşır.
***

bacak aramda bir güvercin ölüsü var anne
şimdi bütün gökyüzü benim olsa nolur?

sıtmalı akşamlardan biriydi
yürüyordum sabıkalı kaldırımlarda
ilkin arkamda gürültülü adımlar duydum
korkacaktım vaktim olsaydı

evimi kim bu kadar uzağa koymuştu?
ya da ben neden bu kadar uzaklardaydım?
yağmur çiseliyordu
aylardan marttı
günü sorma bana anne
gölgeleri onlardan önce çöktü üstüme
üç kişilerdi
yok hayır
otuz kişilerdi
belki de
üçyüz…

bacak aramda bir güvercin ölüsü var anne
şimdi bütün gökyüzü benim olsa nolur?

biri ağzımı kapattı
diğerleri beni sürüklediler çıkmaz bir sokağa
çantam düştü kolumdan
sonra hani ben çırpınıyordum ya
yaşamak gibi
zaman gibi
özgürlük gibi
isyan gibi
kolyemdeki sahte inciler döküldü yola
bir kedi bakıyordu gözlerime
gözlerim konuşmayı
bağırmayı
haykırmayı
çok istiyordu anne

elbisemi yırtarken onlar
minarede ezan sesi
‘bari ezan bitene kadar bekleyelim’ dedi
sapsarı dişleri olan
‘vakit yok’ dediler
vakit yoktu anne
ne yaşamaya
ne de ölmeye
karanlık hiç bu kadar siyah olmamıştı
ve
hiç bu kadar çaresiz kalmamıştım
çırpınıyordum
çırpındıkça
saksıdaki zambaklarım ölüyordu
vitrinlerde beğendiğim elbiseler
duvarda asılı diplomam
çeyiz sandığımda oyalı havlularım
sevdiğim oğlanın dudakları ölüyordu

bacak aramda bir güvercin ölüsü var anne
şimdi bütün gökyüzü benim olsa nolur?

tecavüz edilirken
ağlamaz insan anne
tecavüz edilirken
kanamaz insan
yalvarmaz
acımaz
umut etmez insan anne
tecavüz edilirken
çocukken dinlediğin bir masal aklına gelir
bedende kocaman kıllı eller
bilekler sürgünde
dudağın kenarında bir kan çiçeği
soldu solacak
salyalar boyunda
salyalar göğüslerinde
salyalar saçlarında
salyalar anne salyalar…

tecavüz edilirken
çocukken dinlediğin bir masal aklına gelir
neydi o masalın sonu
onu düşünürsün
bir varmış bir yokmuşla başlıyordu
ama nasıl bitiyordu
hatırlayamazsın
her şeyi hatırlarsın
bir onu hatırlamazsın
tecavüz edilirken
insan en çok kendine sarılır anne
ben kendime sarıldım
‘ağlama’ dedim
ama
‘acımayacak’ diyemedim
‘geçecek’ diyemedim
acıdı
ve
geçmiyor anne

bacak aramda bir güvercin ölüsü var anne
şimdi bütün gökyüzü benim olsa nolur?

Tamer Dursun



31 Ocak 2018 Çarşamba

Jurnal #7 : Bir İç Döküntüsü

Özlem Ekici

    Uzun bir aradan sonra tekrar merhaba! Eskisi kadar yazmaz olduğumun farkındayım lakin bunun birkaç sebebi var, mazur görün beni. Yazmak ya da bir şeyler paylaşmak için çok fazla yorgun olduğumu hissediyorum. Blogları hala takip ediyorum, bazen eski yazdıklarımdan paylaşıyorum burada ama olmuyor. Kolumu kaldıracak güç ve isteği bulamıyorum, yazmak için. Eskisinden dada çok kitaplara sarılıyorum, bunun sebebi belki de insanların kitaplar kadar masum olamamasıdır. Şimdi bir yazar düşünün bir kitabı yazarken bazen kendi eksiklerini bazen kendinden bir parçayı bazen insanlarda hayal ettiklerini olanları ve olmayanları kullanıyor cümlelerinde ki ahengi bu sayede yakalıyor. Gerçek olamayacak kadar güzel, sahte olamayacak kadar olması gereken. Hayatımın aralarında ruhsal bir boşluk oluşuyor, atlatırken acı çekiyorum ama sonunda tekrar gelmek üzere içimden bir şeyleri alıp götürüyorlar. Bunun sebebi hiçbir zaman bir sevgili, arkadaş, aile olmadı.Sebep benim, bunları yaşamayı seçen benim.Yapacak bir şeyim de yok istemsizce yaptığım seçimler hayatım boyunca peşimde...

    İnsan kendinden vazgeçmek için sebepler arar ve çoğu zaman olabildiğince çok sebep bulur. Ama asıl sorun şu ki, sorunları aramak yerine o sorunları yaşamamak için hayatındaki iyi ve kötü olan şeyleri adil bir şekilde kendi bünyende tart. Bu dünyada en büyük haksızlığı da en büyük adilliği(adalet) de insan yapar kendine. Hangisini kendine reva görüyorsan odur. Sadece bir duygu karmaşasındaydım ve yazı yazmak iyi geldiği için sizinle paylaşmak istedim. Dilediğiniz gibi fikirlerinizi paylaşabilirsiniz. Farklı fikirler, farklı bakış açıları kazanmamı sağlıyor ve bu benim hoşuma gider, buradaki çoğu insanın hoşuna gideceği gibi. Yazın, karalayın, paylaşın.


26 Ocak 2018 Cuma

OKUNMALI "LEYLA"

Özlem Ekici

  Geçenlerde elime rastgele tutuşturulan bir kitabı okudum. İsmi: "Leyla". Elime tutuşturulan öylesine bir kitaptı başta, lakin gözyaşlarıyla okuyup içime sindiremediğim, acılarına katlanamadığım ve asla unutamayacağım bir kitap oldu. Bu yazıyı bitirdiğimden sadece 2 dakika sonra yazıyorum, çünkü bunu yapmalıyım. Bu acı bilinmeli. Leyla, acı dolu ve iğrendirici gerçeklerle dolu bir eser. 

  Kısaca bir giriş yapmak gerekirse Bosna Savaşı mağdurlarındandır Leyla. Savaşın gerçek yüzünü gösteren, savaşın sadece evleri yıkıp geçmediğini beraberinde hayatları ve umutları da götürdüğünü tüm açıklığıyla tokat gibi yüzünüze çarpan bir hikayesi var Leyla'nın. Ama bundan daha önemli tuttuğum bir şey var bu kitapta, kadın ve tecavüz. İğrendirici gerçekler işte tam bunlarla ilgili, o anları okurken tiksinmemek, kızmamak elde değil. 

  Okurken en çok acı çektiğim kitap olarak kalacağına emin olaraktan mutlaka okunmalı diyorum. Ben e-kitap olarak okudum ama satın alıp kütüphaneme koyacağım. E-kitap olarak okumak isterseniz bana ulaşmanız yeterli. Şimdi okurken not aldığım yerlerden birkaçını sizlerle paylaşacağım.

"Bir ulusu yok etmek istiyorsanız kadınlara ve çocuklara işkence ve tecavüz edin, bunu yapın ki asla normale dönemeyip üreyemesinler. İşte o zaman o milletin kökünü kurutursunuz."

"Üç asker ardından koştu. Kızı dövmeye başladılar, çizmeleriyle kafasına vurdular. Yüzü yaralı olan, bir anda silahını çekip karnına ateş etti.
Aslında savaşın başladığını Zerrin’in ölümüyle ancak şimdi kavramıştım. İnsanların bir değeri yoktu. Sinek gibi ölüyorlardı."

"Çok ölü görmüş olan biri, bir tek kişinin ölümüne çıkartılan gürültüye hayret ediyor."

"Bugün bir kahraman gibi gururla karşılarına dikileceğim: “Bakın! Yaşıyorum.” Ve yaşamaya devam edeceğim; her şeye karşın."

"Kaçmak intihardı. Hayvanlar herhalde bu insanlardan daha merhametle öldürülürlerdi. Kestikleri kafalarla futbol oynuyorlardı."

"Bugüne dek savaşı sadece tarih kitaplarından ve 'Rambo' gibi kötü aksiyon filmlerinden biliyordum. Kimse bu deliliği kendisi yaşamadan kavrayamaz."



BOL OKUMALI GÜNLER!!

17 Ocak 2018 Çarşamba

İNCE ZAR #11.2.15

Özlem Ekici


         Duygular her insan da farklılık gösterir.Kimisinin denize kıyısı vardır ama bir türlü açılamaz,kimisinin karanlık bir odası vardır hep oraya gizlenir,bazılarının ise ipince bir zarla kaplıdır duyguları.Her söz bir iğne gibi dokunur o incecik zara.Hiç düşünemez o sipsivri sözler zara dokunurken.Çünkü söz ağızdan bir kere çıkınca durdurulması imkansız bir hal alır.

         Ruhun derinliğinde yatan uykusuz bir kabulleniş ise görür görmez bu hisleri hemen içeriye alabilir.Bazı kapıları aralık bırakır insan,yalnız kalmamak için.Ancak yanlış bir adım atan,körebe diye hayat oyunu oynayan insanları alır içeriye.Gözlerini bağlamış,tüm dünyaya susmuş o insanlara açık kalır o kapılar.Çok kez hislerden uzaklaşmış ve kendince bir yalan uydurmuş,o yalanla büyüyen insanlarla karşılaşırsınız o kapıda.

          İnsan ruhunu gizlememelidir,ne de duygularını. Denize kıyısı olan insanlar her duygusuyla yüzleşemez bu yüzden yüzdüremez açık denizlerde rahatça.Karanlık bir odaya duygularını hapseden insan da ölümü daha kolay kabul eder hale gelir.Çünkü herkesten bir adım önde gider ölüme doğru.Kimse karşı çıkmaz bu duruma.Bu kadar kendini düşünen insan arasında dünya mutluluğunu düşünen bir insanı çok önemsemez kimse.

          Bir zar koymak duygulara,eve güneş girmesin diye perde koymak gibidir aslında ama.Her ne kadar kaçılmışsa da o eve illa ki bir güneş ışığı girer.Perdeler tozlanır kendi kendine.Güneş ışığı o kadar güçlenir ki bazen hiç görmez o perdeyi.Zar da öyledir ya.Duyguları korumak isterken de daha da yaralar.İncecik bir zarla kaplanmışsa duygularınız,belki de 3 adım ötesi bile daha zor gelebilir.Çünkü hakkedilen gibi olmaz her şey.

          Ve büyüyüp yol alınca,akış içinde akınca,her şey kendiliğinden kendini bulur.Tüm kopmuş parçalar birbirini bulabilir.Oyunlar düzene girer,düzenden bir başka yol çıkar karşına.Yollar seni yollara,yıllar seni zamana karşı ayakta tutar.


11 ŞUBAT 2015



Özlem Ekici, Personal Blogger Templates | Blog aa

Levla'nın Not Defteri - Kişisel Blog | Bütün Hakları Saklıdır | Copyright © | 2016 - 2023