1.DÜŞ GÜNÜ
Her şeyi konuştuğunuzda geriye sadece siz kalırsınız. Eve
yürüdüğünüz, sokağa saptığınız, tanımadığınız fakat bildiğiniz yüzleri görmeye
başladığınızda geriye sadece siz kaldığınızı anlarsınız. Odanızın kapısını
örtüp ışığı açmayı unuttuğunuzda da geriye sadece siz kalırsınız. Seslerin
seyrelerek bittiği bütün anların sonunda sadece siz kalırsınız. Araya giren her
unsur belirgin bir sessizlik teması taşır. Artık kendinizi koyacak yer
bulamadığınız başka bir dönem başlar.
2.DÜŞ GÜNÜ
‘’Seninle konuşamıyoruz artık. Başka, savruk ve özensiz
biri oldun. Çizginden saptın’’ dedi arkadaşım. Tatmin edici bir yanıt
bulamamıştım. Sessizliğim artıkça konuşmasını şiddetlendirdi. ‘’Farkında mısın?
Hayatında hiçbir şeyin kalıcılığı kalmadı. En başta da insanların. Son birkaç
yılda hayatına girip, her şeyini paylaştığın ve sonrasında silinip giden
insanların sayısını biliyor musun? Kendinle aranda bir mesafe kalmadığı için
böyle olduğunu düşünüyorum. Kimse kalmadı, bak. Herkes bir şekilde geldi ve
gitti. Bunun çok acımasız olduğunu düşündüğüm için seninle paylaşıyorum. Bu
denli taviz seni yalnız ve mutsuz kılar. Senin için endişeliyim. Buna izin
verme, olur mu?’’ Telefonun şarj uyarısının sesiyle birlikle kulağımda müthiş
bir çınlama oluştu. Böyle anların tamamında size dair olmayan her unsur büyük
bir kalıcık edinir. Çünkü yanıtlarınız tükendiğinde geride her zaman siz
kalırsınız.
3.DÜŞ GÜNÜ
Diyalog sürdükçe taviz artar. Kendinize ve karşınızdakine
tanıdığınız taviz artar. Buna dayandığınız ölçüde kendinizi savunur ve
konuşabilirsiniz.
4.DÜŞ GÜNÜ
Konuşamadım. Geride yine büyük bir sessizlik teması
oluştu. Tamamen haklı olduğunu düşünmemesi için konuşmam gerektiğini fark ettim.
Aslında kendimi buna zorunlu kıldım. Aynı pozisyonda kalmaktan boynun
ağrımıştı. Boynumu ovdum. Sigara içmek istiyordum fakat konuyu dağıtacak, bizi
uzaklaştıracak bir şeylere de izin vermek istemedim. Kabul etmeliyim, arkadaşım
haklıydı. Dağıldım biraz. Toparlamak için sigara içmem gerekiyordu. Elimdeki
boş kupayı oturduğum masanın boş bir yerine yerleştirdikten sonra odama gidip
sigaramı aldım. Küçük bir ara bana zaman kazandırdı. Çünkü dağılmış bir kafayı
aynı pozisyonda kalarak toparlayamazsın.
5.DÜŞ GÜNÜ
‘’Artık kendimi daha az tanıyorum. Zamanı silinebilir
hale bütün anlarımı da unutuyorum. İnsanlara dair tek bildiğim kalıcı
olmadıkları. Bunun ötesinde bir gerçekliğe inancım kalmadı fakat haklı olduğunu
düşünüyorum. Taşıdığım kaygılar beni kendimden uzaklaştırdı. Mesafem arttıkça
sahnem azaldı. Kısıtlı bir alanda hızlı zamanlar geçiriyorum. Acı olan, bunun
yarattığı bir korku yok. Kendimi koymaya yer bulamıyorum burada. Hiçbir şey tam
olarak yer etmiyor. Boşluklar var. Sürekli artan boşluklar. Ailemden, sevdiklerimden
ve arkadaşlarımdan uzaktayım artık. İnsanları önemli kılan detayları bile
önemsemiyorum. Hakan’ın doğum günü ne zaman? Bilmiyorum. Anne aramıyor artık
beni. Arayınca da aynı sahneler tekrar edip kapıyorum. İyi, aynı diyorum. Koca
şehirde yedi aydır görmediğim anneme ‘’İyi, aynı anne’’ diyorum. Sürekli
bunların bende yarattığı değişimleri düşünüp sonuçlarını hesaplıyorum. Yaptığım
tek şey bu. Asıl sorundan uzaklaştım. Her şeyin aslından uzaklaştım. Anlamsız,
çağrışımsız, zemini olmayan bir düzleme çakılıp duruyorum’’
6.DÜŞ GÜNÜ
Hatırladıklarım bu kadar.
Nelerde sığdırmışsınız günlüğe. Kaleminize sağlık:)
YanıtlaSilBirkaç günün düşü bunlar sadece. Çok teşekkür ederim :)
SilDüs müydü gercek miydi karar veremedim 😊
YanıtlaSilBazen yaşanılanlar öyle bir hal alır ki düş gibidir ama gerçeklerdir. Bazı düşler de gerçekler kadar doğru gelir gözümüze. Kim bilir belki düş günlüğü belki de gerçeklerin düşsel günlüğü. :)
SilYazdıklarımızdan geriye kalanlar sadece biz olmasa gerek. Alınan dersler var en basitinden. Bir daha yaşamamak üzere edilen sözler var belki de. Çok teşekkür ederim :)
YanıtlaSil