Yazılarım E-postana gelsin.

Yaz E-Postanı!

25 Temmuz 2019 Perşembe

Kitabın Çocuğu

Özlem Ekici

            Marcel Proust, “Bize yaşanmamış gibi gelen çocukluk yıllarımızda, çok sevdiğimiz bir kitapla geçirdiğimiz günler kadar dolu dolu yaşanmış başka bir zaman belki yoktur. ” diyor. Proust’a göre, çocukken okuduğumuz kitapları özlerken bir kitaba gömülüp tamamen uzaklaştığımızda okumamızı bölen, hatta o an en çok kızdığımız şeyleri özlüyormuşuz.
            Bir süreliğine yeniden çocuk olsak ve en sevdiğimiz kitabımıza dalsak mesela… Kapıdan başını uzatıp “ Meyve soydum, getireyim mi? ” diyen annemizin sesi bizi yine deli eder mi? Çünkü harikalar diyarındaki bay tavşanı  kaçırdı sesi. Sanmam. Tersine hoşuma giderdi. Zaman yavaşlar, büyümemiş hissederdim kendimi.
              Çocukken herkes bir an önce büyümek ister ya, ben de isterdim; kim istemez ki? Maceralar yaşayayım, herkesi kendime hayran bırakayım, hiçbir şeyden korkmayayım, bütün dilleri konuşayım, çok ama çok sevileyim…
              Oysa o zaman öyle bir yaştasın ki kaçıp uzaklara gideyim desen varabileceğin tek yer bahçe duvarı. Diyelim ki yüreklisin; atladın, iki sokak öteden kös kös geri dönerdin. Çocuktuk sonuçta, nereye gidebilirsin ki?
            Zamanı hızlandırıp yeryüzünü şahsi alanın haline getirmenin en garantili ve güzel yolu kitap okumaktı. Kitaplar seni alıp götürürdü. Bahçe duvarından atlamana gerek kalmazdı. Denizkızı olup balıklarla yarışırdın. Öyle eğlenirdin ki sonradan çekeceğin acılar aklına bile gelmezdi, '' Bana bir şey olmaz! ''derdin, masalların sonunu değiştirmeye muktedir sanırdın kendini. Kızılderili çocuklarla dost olup dağları keşfe çıkardın. Hem iyi kalpliydiler, hem de türlü çeşit harikulade şey biliyorlardı. Robinsonculukta birinciydin. Su arardın, çakıl taşlarını sürterek ateş yakmaya çalışırdın; kolay değil, ıssız adaya düşmüşsün. Kılıcını kuşanıp şövalyelerle düello eder, define adaları keşfederdin. Tom Sawyer'la yeraltı dehlizlerine dalar, Huckleberry Finn gibi çıplak ayakla serserilik ederdin. Ok ve yay kullanmakta üstüne yoktu. Mary Poppins’le uzak diyarlara uçardın; rüzgâr eteklerini savururdu. Brooklyn’de bir ağaç olurdun.

             Hepsi sendin. Kütüphanende kaç kitabın varsa senin de o kadar kişiliğin, o kadar maceran vardı. Ne kadar okumuşsan o kadar çoktun. Kitaplar yaşamın yerini tutmazdı; ama yaşamı sınırsız biçimde zenginleştirirdi. Peter Pan ile gökyüzünde uçmak sizce de cazip değil mi?
            Çok kitap okursak bize kitap kurdu ismini takarlardı. Kıvrım kıvrım kitap sayfaları arasında geziniyoruz, bir sürü kitabımız var. Mükemmel bir şeydi bizler için.
              Kitap, bize çeşitli bilgiler veren, karanlık gecelerimizi aydınlatan güzel bir arkadaştı. Yorgan altında fenerle kitap okumak ne tatlı gelirdi, kızgın anne ve babamızın sesine rağmen. Hem de öyle güzel bir arkadaş ki bize hiç yalan söylemezdi. Bizi hiç aldatmazdı. Bizim en iyi dostumuzdu.
            Geceleri pencere kenarından dışarıyı gözlerdin, yeşil kıyafetli bir çocuğun gelip camı tıklatmasını beklerdin. Kapı kenarlarından, koltuk arkalarından bizi bay tavşanın izlediğini sanıp peşinden koşardın.
            Yeni kelimeler öğrenir diğer çocukların yanında kullanırdın, ben bak ne öğrendim dercesine. Bilgiliydin sen, daha çok okuyup daha çok öğrenmeliydin. En çok en fazla sen bilmeliydin.
              Mis gibi de kokardı kitap. Uyuyakalırdık yüzümüzde, yanağımızda, elimizde. Kim bilir hangi düşlerde, maceralarda; kiminle?
              Kitaplar bizim evimizdeki düş makinalarıydı. Okuduğumuzu kurgular, kimi sevdiysek o olur, maceradan maceraya koşardık. Kılıç kuşanır, at biner, denizlerin en cesur kaptanı olur; kocaman bir ülkenin en güzel prensesi veya prensi olurduk.
               Yanımızda kitabımız varsa asla yalnız sayılmazdık. Kül kedisi ile oturur üvey annesini ve kız kardeşlerinin gelmesini beklerdin. Güzel ile çirkinden kaçardın. Sen buydun, en sevdiğin kitabın içinde beliriveren biriydin. Sayısız ülke görmüş, sayısız macera yaşamıştın. Daha fazla görmeli, daha fazla yaşamalıydın.
              Bir kitaptı sana bunları yaşatan, gösteren. Yüzleri eskimiş, sayfaları dağılmış çocukluk kitaplarımızı karıştırırken gülümsememiz bundandı. Çocuk kitapları değildi onlar, kitapların çocuğuyduk biz.





Açıklama: Bu yazım daha önce bir dergide yayımlanmıştır. Ben sizlerle de paylaşmak istediğim için blogumda yayınlıyorum. Düşüncelerinizi ve görüşlerinizi paylaşırsanız sevinirim. 

16 Temmuz 2019 Salı

Bağ Bozumu - Paul Verlaine

Özlem Ekici


Başımızdan bir şarkıdır yükselir 
Belleğimizin yok olduğu an. 
Kanımızın şarkısıdır duyulan 
Ki uzak bir musiki gibi gelir.

Dinleyin bu kanımızdır ağlayan, 
Ruhumuz bizi terkedip gidince, 
O ana dek işitilmeyen ince 
Bir ses gelir başlar başlamaz susan.

Ey şarap, kan; kızıl üzüm kanının 
Kara damar şarabının kardeşi, 
Tanrısal iksirleri insanların.

Şarkı söyleyin, ağlayın, belleği 
Ruhu atın; karanlıklara değin 
Garip bedenimizi sürükleyin

Paul Verlaine

5 Temmuz 2019 Cuma

Jurnal #10 : Bir zamanlar Levla, şimdilerde bolca Özlem!

Özlem Ekici


  Öncelikle bu öylesine bir yazıdır, sonuçta çok ciddili işler de gördük buralarda ama arada bir böyle biz bize sohbet de etme ihtiyacı duyuyorum. Bilindiği üzere okul değiştirdikten sonra blogtan baya bir uzak kalmak zorundaydım. Malum biraz ağır geldi dersler, öncekine göre baya ağır. Tabi ki bir sene daha bitti, daha da güzeli oldukça iyi biten bir yıl yaşadım. İyi kısmı sadece okul ve kariyer üzerine olan kısım, kişisel yaşamım pek de iç açıcı değildi. Twitterdaki o iç karartıcı onlarca yazdıklarım ile birçoğunuzu darlamış bile olabilirim ki biliyorum yaptım. Pek hoş geri dönüşler de aldım, zamanla :) 

   Şimdi bunları şu köşeye bırakalım ve neler var anlatmaya başlayalım. Öncelikle dün bir yıl daha yaşlandım ve grip ile girdik yeni yaşıma. Birlikte nice mutlu yıllarımıza dedik ama umarım ciddiye almamıştır da beni çabuk bırakır. Şu sıralar bir durgunluk dönemindeyim ve bir yaş daha almak bunu daha bir durgunlaştırdı denebilir. Ayıca bir durgunluk dönemini de dil konusunda yaşıyorum. Dil öğrenmeyi çok seviyorum demiştim ama bu kez yeni başladığım ile artık bunu demeyi bıraktım. Çünkü bu kez beni çok zorladı ve güzelim CV'me beşinciyi ekleyemedim diye daha bir canım sıkılıyor. Ocaktan sonra dil çalışmak işkence gibi geliyor hatta nasıl bir zorladıysa istek falan kalmadı bende. Tabi yine boş durmadım ve dil çalışamıyorsam yeni bir şeyler bulayım kendime dedim ve yeni bir şey bulamayınca müzik konusunda tekrar bir kendimi geliştirmeye karar verdim. Ama dedim ya, iç karartıcı birkaç olay sayesinde moralimi tutan kolonların altında kalan ben müzikle yarı yolda ayrılmak zorunda kaldım. Yine de bu dönemde tek dayanağım laboratuvar dersim oldu, diğer dersleri bir kenara bırakıp kafamı onunla ayakta tuttum. Sonuç olarak gayet tatmin edici bir okul dönemi yaşadım ama iç dünyamın karmaşılığı o sevinci uzun sürdürmedi. Vakit buldukça da okudum; şiirler, romanlar, öyküler, makaleler... Aklımı oyalamak için tüm yollara başvuruyorum. Kısa bir süre sonra sizle birkaç kitaptan, birkaç da şarkıdan konuşacağız. 

   Gelelim edebiyat hayatıma ki bu daha da durgun şu sıralar. Son yazdığım şiirden sonra elim kaleme gitmedi, kaleme gitse kalem deftere çizemedi. Bir durgunluk çağı yaşıyoruz ki inşallah bunun sonunda ilerleme çağına geçeriz. Şayet yazmaktan başka bir iş de bulamıyorum bu tatil. Halen okuyorum ama aklım hep kalemde, bir iki dize koysam şuraya benden mutlusu olmaz ama nerde o günler! Neyse efenim, o bu şu derken baya da iç dökesim gelmiş benim, annem de hazır evdeyken azıcık da onun içini karartayım :) 

   Bu arada şunu da dinle, bunu da oku, şöyle de yap dediğiniz varsa bekliyorum. Ah, bir de başım dertte dediğim dil de Rusça, öneriniz varsa çok sevinirim. E o zaman bir klasik olaraktan:

Biz hep buralarda görüştük, bir daha görüşelim. Hoş kalın!


1 Temmuz 2019 Pazartesi

Kaçışa Gazel - Federico Garcia Lorca

Özlem Ekici


Birçok kere yitirdim denizde kendimi
Yeni kesilmiş çiçeklerle dolu kulaklarım
Dilim sevgiyle, acıyla dolu.
Birçok kere yitirdim denizde kendimi
Bazı çocukların kalbinde yitirdiğim gibi.

Kimse yoktur duymasın öpüşürken
Yüzü olmayan insanların gülümseyişini
Kimse yoktur dokunurken bir bebeğe unutsun
Durgun kafataslarını atların.

Çünkü aranır alında güller
O katı görünüşünü kemiklerin.
Başka işe yaramaz erkeğin elleri
Toprağın altındaki köklere benzemekten.

Bazı çocukların kalbinde yitirdiğim gibi
Birçok kere yitirdim denizde kendimi.
Gidiyorum aramaya, suyu bilmeden,
Beni çürütecek, ışık yüklü ölümleri.

Federico Garcia LORCA


Özlem Ekici, Personal Blogger Templates | Blog aa

Levla'nın Not Defteri - Kişisel Blog | Bütün Hakları Saklıdır | Copyright © | 2016 - 2023