Bilindiği üzere kış depresyonuma girmiş bulunuyorum. İçimde anonim hasret rüzgarları ve konusuz mutsuzluklar baş gösteriyor. Bugün yine bir "Neden uyandım ya ben?" sabahına gözümü açtım. Ardından tüm miskinliğimi yorganıma sarılarak sevdim, kabullenmem kolay olunca hemen gözlerimi açtım. Böyle yatarak daha fazla gün geçiremem diyerek kahve için mutfağa yol aldım. Sigarasız günler geçiriyorum ve inanın bu oldukça kolay geçmiyor, kahve suyum fokurdaya dursun ben bir çift laf edeyim diyerek aynaya koştum. Baktım, uzunca süzdüm. Burnumun altındaki benin üzerinde gezen parmaklarıma baktım. Yanaklarımda beliren gülme çizgilerine dokundum. Yorgun ve kırmızı gözlerimin ardına bakarcasına inceledim kirpiklerimi. Hayat çok garip!
20 Aralık 2022 Salı
Ataletim Tavan, Beni Üzmeyin Lan
Bilindiği üzere kış depresyonuma girmiş bulunuyorum. İçimde anonim hasret rüzgarları ve konusuz mutsuzluklar baş gösteriyor. Bugün yine bir "Neden uyandım ya ben?" sabahına gözümü açtım. Ardından tüm miskinliğimi yorganıma sarılarak sevdim, kabullenmem kolay olunca hemen gözlerimi açtım. Böyle yatarak daha fazla gün geçiremem diyerek kahve için mutfağa yol aldım. Sigarasız günler geçiriyorum ve inanın bu oldukça kolay geçmiyor, kahve suyum fokurdaya dursun ben bir çift laf edeyim diyerek aynaya koştum. Baktım, uzunca süzdüm. Burnumun altındaki benin üzerinde gezen parmaklarıma baktım. Yanaklarımda beliren gülme çizgilerine dokundum. Yorgun ve kırmızı gözlerimin ardına bakarcasına inceledim kirpiklerimi. Hayat çok garip!
9 Haziran 2021 Çarşamba
Birinci mi İkinci mi Üçüncü mü Ataleti
Gece 2'de canhıraş bir şekilde kalem kağıt mı arıyorum? Evet, şarjım bitti. Hem kağıda yazmak iyidir, hataları düzeltmenin en iyi yolu kalem ve kağıt ile yazmak. Üstünü çizersin beğenmediğinde, değil mi?
Peki ya beğendiğinde?
Standart bakış açısı, "beğendiğin şeyi ifade et. Elde edebileceğin mutluluk, kendini ifade edebildiğin şey kadardır" der. Akıl ise sana başka oyunlar oynar, standartların dışına çıkmak ister. Beğendiğin şeyi, en güzel detayı ile resmetmek ister. İster ki, resmettiği şeyi en kusursuz hali ile hikayeleştirebilsin.
Dur, dur, dur... Konumuz bu değildi. Babam ve Oğlum'a döner kafanın bir yeri, der ki: "ona bir oda ver baba, bir evi olsun ama zaman zaman da çıkıp gidebileceği bir evi..."
Neydi konumuz? Kusursuzluk ve Beğeni... Tanımı nedir?
- Olmazsa olmazın mı?
- En, en, en istediğin mi?
- Yoksa, daha naif olan, yüzüne bakmaya bile çekindiğin mi mesela?
Ben hep 3.'yü seçtim. 3. olmak diş etlerinde ki ince bir sızı gibi, acı ve mutluluk verir. Hani orada olduğunu herkes bilir ve rol çalıp kısa sekanslarda da olsa 2.'liği alırsın ya da bazen tiradını öyle anlamlı bulurlar ki 1.'liği atfederler. Hazır da prime-time seyircisi başka bir yere bakıyorken, gönüllerin şampiyonusundur yani.
Şimdi ne istiyorum öyleyse? 1.'likte gözüm mü var? Cıııkkk... Yine en fazla 2'.liğe öykünüyorum sanırım, 1. ile ortak ne paylaştığını görmek isteyerek. Çünkü, biliyorum ki 2. olan için de çok fazla şey birikti içimde.
Yüzüm kızardı, mutlu oldum sıkça. Deli gibi yazmak istedim. Tuttum kendimi, anlamsız rahatsızlıklar vermemek için.
Ve...
Şimdi anlamlandıramadığım yerlerde 3.'yü beklerken,
2.'yi ayartarak,
1.'ye ulaşmak için soruyorum
Kendi kendime.
Ne olmuş?
Ne olacak?
Yapma dedi biri,
Yap ulan dedi içimdeki.
Garip bir duygu...
Ve...
Yaptım...
Eee, şimdi ne olacak?...
6 Ocak 2020 Pazartesi
Tuhaf Döngüsel Bir Atalet
Bu kadar daldan dala konmalar bitse de şu duvara bir şeyler yapsam artık dediğim ana gelmiş bulunmaktayım. Böylesine gereksiz döngülerin gittikçe tuhaf olduğunu düşünüyorum. Gittikçe daha da tuhaflaşan gereksiz döngülere armağan ediyoruz bu kırık dökük toplama cümleleri. Perdeyi çektim ve hala bu duvar çok beyaz!
3 Ocak 2020 Cuma
Kimseden Bir İşaret Gelmeyecek Ataleti
21 Nisan 2018 Cumartesi
Kendine Ait Bir Ev Ataleti
23 Aralık 2017 Cumartesi
YALGISIZLIK ATALETİ
21 Ağustos 2017 Pazartesi
Oyun Bu Mu Yoksa Oyun Mu Bu Ataleti
Tüm bilinçaltı sürgülenmiş gibi olaylarla.Çözemediğimiz her ne varsa geceleri bizden uykumuzu çalıyor. Günü zehir edip, hayata posta koyuyor. Rüyayı hatırlaman bile zor iken, bu kadar bitkin halde nasıl bilmiyorsun olup bitenleri. Gece hepsini bir bir yüzüne vurmayı başarıyor. Bilinçaltıyla bir olmuş seni dört duvar arasında kıstırıyor. Hemde en uyuşuk halinde, uykudayken. Rüya adını verdiğin tüm gördüklerin, unutkanlığa bağışladın. Gece seni tüm korktuklarınla, yalnızlıklarınla, bir amaca ulaştıramadıkların ile baş başa bırakıp, seyre daldı.
Hiç haberin olmaz, sabahın ışıkları yüzüne vurduğu anda silinip gider gece. Ne olup bittiğini hiç tahmin edemezsin.Belki bir iki gülümseyişle, en tatlı tebessümü orada bulmuşsundur. Ama gerçekten ne oldu orada, bir mesaj mı var? Gelecekle ilgili bir mesaj mı var? Birileri mi geliyor, ne yani her şey olacağına varacak mı? Temiz günlere ulaşıp, bir iki fısıltıya mı mahruz kalacağız sadece. Belki de bir iki fısıltı bizi derinden boğdu, ama deniz kadar ferahlayacağımız günlere de ramak kaldı. Kim bilir ki, kime anlatsam doğruyu söyler ki?
Aklı kararsızlığa sokan tüm ayrıntılar, tüm boşluklar. Beni deli gibi meşgul eden bu oyunlar, günümü gecemi çalıp bana ne armağan edecekler ki? Hediyesiz geçen günlere kalmışken böylesine neresiydi dönüm noktası? Zamanın içinde kaybolan birisi gibi, yüzme bilmeden sulara dalmak gibiydi. Sanki yavaş yavaş öğrenip de hazırlanıyor gibiydim. Ki bütün zaman bir bilinmeze doğru gebeydi.
4 Ağustos 2017 Cuma
'Şurdan İki Kilo Melankoli Tartar Mısın Dayı' Ataleti
Northern Exposure diye bir dizi izliyorum uzun zamandır. Yeni bişi değil 90'ların başında çekilmiş. Biraz Mahallenin Muhtarlarının Alaska'da çekilen versiyonu gibi. Ama içine felsefe, kızılderililik, 'uzakta olma' sosları eklenmiş. Eğlencesi de dramı da kıvamında. Mahallelinin içtenliği hissiyatı ve insan olmanın getirdiği acizlikler, çaresizlikler, eğlenceler, "-mış gibi göstermeler" hepsi iyi harmanlanmış, tavsiye ederim.
3.sezon idi sanırım, edilen bir laf, beni benden aldı yine:
"Life turns on a dime, and somehow, we muddle through."
Hayat denen otomobil birden direksiyonunu sertçe çevirebiliyor, şoför uyuyakalabiliyor, şarampole yuvarlanacakmış duygusu verebiliyor. Lastik patlayıp yolda kalabiliyorsun, acil yardım bazen meşgul çalıyor bazen aradığımız yardımlara ulaşılamıyor. Ama her nedense bir şekilde üstesinden gelebiliyoruz. Son anda frene basıyoruz, sakat/ağır yaralı kalabiliyoruz, otostop çekip yola devam da ediyoruz bazen. Zaten üstesinden gelemediğimiz an, biz yokuz ki. Bir yerde okumuştum/duymuştum:
"Ölümden neden korkayım ki: ölüm varsa ben yokum, ben varsam ölüm yok."
Evet, 'her şeyin üst üste gelme sendromu' neticesinde vardığım kanı bu yönde. Bi şekilde üstesinden geleceğiz. Gelemediğimiz an, zaten endişelenmemiz için bir neden olmayacak... "
Bütün bunları aklından geçirirken, yazar uyuyakalır. Gördüğü rüya mıdır gerçek mi bilemez. Manavın önündedir sanki, tezgahlara bakar. Siyah tüller, bez parçaları, karga tüyleri, terlikler, meyveler vs... Hepsi simsiyah. Manava sorar:
- Hissiyat kaldı mı elinde acaba?
* Var tezgah altında bi kaç bişi.
- Şurdan 2 kilo melankoli tartar mısın dayı?
* 3 milyonluk olsa olur mu yeğenim?
......
1 Temmuz 2017 Cumartesi
Benim Bitmez Ataletim
Kaybolan yıllarımın enkazları arasından gün yüzüne bakmaya çalıştığım günlerden birindeydim. Böyle günleri çok sık yaşamazdım çünkü hayatım bir amaçsızlıkla devam ediyordu. Yaşamak için yaşayan biri olmuştum çok zaman önce. Kaybettim ve kaybettiğim hiçbir şey için çaba göstermedim bu yüzden sadece ''hiç'' olarak sürdürüyorum yaşamımı. Bildiğim her şey çevremde ışık hızıyla değişiyor ve ben hiçbirine yetişemiyordum. Tanıdığım, hatıralarımın arasından gün yüzüne çıkmaya çalışan ne varsa hepsi birer yabancı halinde çevremde dolaşıyordu. Kaybolmuş şehrin anıları kalbimin tozlu raflarında gün ışığına muhtaç bir şekilde yaşıyordu. Artık bu şehre kimse uğramıyordu, mahallelerinde maç yapan çocuklar, kaldırımda oturan kadınlar, bağırarak sokak sokak dolaşan eskiciler, baloncular, simitçiler; hepsi sislerin ardından kayboluşa hükmetmişti. Tanımadığım bir terk edilmişlik sarmıştı çevreyi. Virane olmuş bir yaşanmışlık vardı etrafta, kış günlerine hakim olan sessizlik... Herkesin dilinde insanlık ölmüş cümleleri dolanırken hayata, kötülüklere umutsuzluklara inat yaşayan biriydim bir zamanlar. Sonra ne olduysa oldu işte; benden giden herkes hayatıma bir enkaz bırakarak gitti ve sonunda gördüğünüz bu enkaz yığını oluştu. Evet artık kırık dökük tuğlaların ardında gün ışığı görmeyi bekleyen bir enkaz yığınıyım. Böyle oldum belki de böyle oluşturuldum, hatırlamıyorum ama koskoca bir yaşanmışlığın izlerini taşıyorum her yanımda.
25 Haziran 2017 Pazar
ZAMAN GİRDABINDA ATALET
4 Haziran 2017 Pazar
ZAMANI DUYUMSADIĞIM BİR ATALET GECESİ
6 Mayıs 2017 Cumartesi
GECEDE BİR ATALET VAR İMİŞ
Saat gecenin bir yarısı olmuşsa ve ben uyumamakta ısrarlıysam kendimi özlediğimdendir. Gece, mutlak gerçektir.
Bu da böyle bir yazıydı, nihayet son. Hoş kalın.
16 Nisan 2017 Pazar
YEDEK HAYALLERİN VERDİĞİ ATALET
11 Nisan 2017 Salı
YATMANIN CAN SIKAN ATALETİ
5 Nisan 2017 Çarşamba
Ölüm Gibi Bir Şey Ataleti
Bakalım; ne yaparsak yapalım, ölen olacağız. Tek yapabildiğimiz ertelemek. Kaçsak ne yazar ki? Elinde sonunda o bizden daha hızlı koşuyor. Bu durumdan çaresizliğimiz ölüme karşı olduğundan, ölene dokunamayacağım için, peşinden gidip yardım edemeyeceğim için üzülemiyorum.
O kadar zorluyorum ki kendimi. Şakaklarım ağrıyor, parmaklarım karıncalanıyor. Bazen oturacak gücüm bile kalmıyor, gerçek anlamda kendimle savaşıyorum, ne için; üzülmek için. Ne kadar komedi aslında(!).
Sanırım benim durumum işi fazla ciddiye alıyor olmamdan kaynaklanıyor. Kaçamayacak, atlatamayacak, saklanamayacak, en iyisi de zorlanmayacak bir şeyden.
Durum bu; ölene değil, ölüme üzülüyorum.