Bakalım; ne yaparsak yapalım, ölen olacağız. Tek yapabildiğimiz ertelemek. Kaçsak ne yazar ki? Elinde sonunda o bizden daha hızlı koşuyor. Bu durumdan çaresizliğimiz ölüme karşı olduğundan, ölene dokunamayacağım için, peşinden gidip yardım edemeyeceğim için üzülemiyorum.
O kadar zorluyorum ki kendimi. Şakaklarım ağrıyor, parmaklarım karıncalanıyor. Bazen oturacak gücüm bile kalmıyor, gerçek anlamda kendimle savaşıyorum, ne için; üzülmek için. Ne kadar komedi aslında(!).
Sanırım benim durumum işi fazla ciddiye alıyor olmamdan kaynaklanıyor. Kaçamayacak, atlatamayacak, saklanamayacak, en iyisi de zorlanmayacak bir şeyden.
Durum bu; ölene değil, ölüme üzülüyorum.
Ölümle ilgili yazılar ve insanların ölüme olan farklı bakış açıları ilgimi çekiyor. Bu farkı yakaladığım metinlerden biri. Ama her ne kadar ölümü okusam da daha çok doğumu düşünüyorum. Ölüm, doğumun oyunbozan kardeşi gibi. Aralarındaki tek fark birisi oyunun bir yerinde "hayat" denen oyuncağı elimizden alıyor. Düşünsene, doğmasaydık ölmezdik! Doğduğumuz andan itibaren geçen her saniye ölüme yaklaşıyoruz. Bunu bilerek yaşıyor, yine de çıldırmıyoruz. İronik olan, her yıl bunu kutluyor olmamız! Acaba tam tersi mi olmalı: Yani doğuma üzülüp, ölüme sevinmeli miyiz?
YanıtlaSilDaha önce hiç böyle düşünmemiştim. Haklı olduğunuzu düşünüyorum. Doğmasaydık ölüm de olmazdı. Geçen her saniye de bizi ölüme daha çok yaklaştırır. Yorum ve düşünceniz için çok teşekkürler.
Silne ölüme ne ölene üzülüyorum... tek üzüldüğüm ölmüş olan hayaller ...
YanıtlaSilKALEMİNE SAĞLIK.
Ölüm aslında hayaller kurmamız için bizi harekete geçiren bir vasıtadır. Ölüm olmasa hayalleri erteler veya askıya almaz mıydık ya da ölüm olmasa nasıl olsa bir gün gerçekleştiririm dediğimiz hayallerimizin önemi yitip gitmez miydi?
Silİlginç bir yazı. Yaşamak ne kadar değerliyse ölümde o denli ciddi bir şey olsa gerek. Duygularına sağlık.
YanıtlaSilTeşekkür ederim :)
Sil