Yazılarım E-postana gelsin.

Yaz E-Postanı!

25 Haziran 2017 Pazar

ZAMAN GİRDABINDA ATALET

Özlem Ekici
   Kendi kendini büyüten dev bir girdabın içinde usul usul ilerliyorum. Yaşadığım bütün deneyimlerin ötesinde bambaşka dinamikleri olan bir gücün karşısında olduğumu hissediyorum. Karşılaştığım her ayrıntı yeni ve daha önce karşılaşmadığım türden. O denli başka ve kendine has ki başka deneyimlerimi anımsatmıyor bile. Yeni bir biçim aldığımı, omurgamdan ve etimden içeriye başka türden bir şeylerin doluştuğunu görüyorum. Sanırım kötü olan şu: her ayrıntı ruhumun derinliklerine dek anlaşılır ve bir o kadar da tanıdık. Daha önce yediğim bir yemek yahut içtiğim çok güzel bir şarabı hatırlatıyor. Hepsinden aynı oranda etkileniyorum. Çok yakın, tahmin edilmek üzere ve çok uzak ve asla tahmin edilemez olan bir girdabın içinde usul usul ilerliyorum. Korkmuyorum. Yaşıyor olmaktan daha kötü ve ürkütücü olamaz hiçbir deneyim. Ağlak bir haldeyim. Ama içimde coşkun pınarlar akıyor öte yandan. Islık çalan köy kızlarını görüyorum. Kısa süren anların içinde uzun çok uzun zamanlarda ilerliyorum. Şöyle bir şey okumuştum: ‘’zaman, düz bir çizgidir.’’ sanırım düz bir çizginin üzerinde ilerleyen milyarlarca anının içinde kendimi görmeyi diliyorum. Rüya olsa bunu bilirdim. Bu derin bir girdap. İlerledikçe büyüyen, başka hiçbir şeye benzemeyen ve sürekli değişen bir deneyim. Neresindeyim? Ne kadar süre burada kalmayı sürdürürüm, bilmiyorum. Geçen sene demişim: ”bir süre sonra uzaktan bakılan bir şeye dönüşüyor insan.” bakıyorum, yine aynı yerdeyim.

   Anlatmaya çalışmak yaşıyor olduğun duygunun ya da asıl gerçeğin ancak belli bir kısmını yansıtabilir. Hepimizin etrafında dolaşıp sonuca götüremediği en büyük açmaz da burasıdır. Bu çelişkili durum bize büyük bir açmaz veriyor. Bizler genel olarak benzer şeyler yaşayıp, benzer duygularla muhatap olduğumuz için de o açmazın içini aynı sonuçlarla dolduruyoruz. Sadece kimimiz yoğunluğunu farklı ölçülerde yaşıyor. O açmaz içini doldurmak için bize en çok da kendimizi yalnız hissettirdiğimiz anları gösteriyor. Benzer acı sonuçlar ve şanslıysak benzer aynı sevinçler. Anlatmak insanı bir çözüme götürmez. Ancak başkalarının çözümsüzlüğünü büyütür.

   Hayatın neresinden tutarsak tutalım muhakkak boşluklar ve cevabı zor sorular kalıyor. Önce boşlukları savuşturup sorulara cevaplar arıyoruz. Geriye kalan zamanın tamamında ise bunların doğruluğunu düşünüp duruyoruz. İnsanlara gidiyoruz çıkmazlar artınca. Ya da insanlara gel diyoruz. Yakın yahut uzak bu önemini yitirmeye başlıyor bir süreden sonra. Herkes kendi meşguliyetini uğraş edinmiş oluyor. Anlatmak yol almayınca susmak kalıyor geriye. Fakat her durumda muhatap değişmiyor. Yine siz kendinizle kalmaya, kendinizi yormaya başlıyorsunuz. Gitmek istiyorsunuz imkânınız olmuyor. Kalmak zaten hep var. O hiçbir koşulda kendini değiştirmiyor. Eylem oluşmayınca arada oluşan her durum önemi kaybediyor. Ortak bir yargı ya da kaçış sunuyorlar bize. Buna zaman diyorlar. Aslında meseleyi büyütmek zarar veriyor. Bunu kabul etmemiz gerektiğini söylemeye başlıyorlar. Belli bir çevrenin içinde kalmak, orada çok uzun zaman geçirmek veya o duruma alışmayı kadere dönüştürmek hepimizin ortak kaygısı olmaya başlıyor. Bunu fark ediyoruz. Bunu anlıyoruz. Gidilecek yerlerimizin yoksunlaşmasından ortaya çıkan bir çözümsüzlük bu. Kimseye anlatmamak, kimseyi görmemek gerekiyor belki de.

   Gözlerimin etrafından bir halka oluşuyor. Dünyanın etrafını çevreleyen yörünge gibi. Bana güzel şeylerden söz edin. Aklımı taşıyamıyorum.

   Güzel şeylerin olacağına olan inancımı ne zaman diri tutmaya çalışsam karşılaştığım manzara hep tam karşıtı oluyor. Bunun dengeyle ilgili olduğunu da düşünmüyorum. Kendi aramızda tartışınca genelde talihle ilgisinin olduğunu söylenir bana. Kötü şeyler yaşıyor olmak, çirkinlikle muhatap olmak neyle ilgili peki? Talihsizlik mi? emin değil. Bu durum o kadar çok fazla oluyor, o kadar kanıksanacak bir hal alıyor ki bunun tamamen kaderle ilgisinin bulunduğunu söyleyebilirim. Ya da biz yetinme konusunda yeterince iyi değiliz. Önümüzde olup biten her şey yetinelim, kabul edelim, itiraz etmeyelim diye mi var? Kimse ne olduğuyla ilgilenmez. Herkes sonuna bakar. Sonunda neyle kaldığındır asıl konu. Bizi incitip körelten asıl yer arada olup bitenlerdir aslında. Neden bunları konuşmuyor, bilmiyorum.

   Birçok şeyi gürültüyle, kargaşa yaratarak ve ortalığı gereksiz bir acıya bulayarak gerçekleştirdim. Neticesinde elde ettiğim her şey kaybediyor olduğum gerçeğini değiştirmedi. Bunu fark edip düzenlemeye çalışmam çok zamanımı aldım. Tam olarak düzelttiğimi söyleyemem fakat belli ölçüde yol aldığımı çok rahat söyleyebilirim. Şimdi her şeyi daha sessiz ve sezdirmeden yoluna koymaya çabalıyorum. Ortada kazanım ve eksiklik oluşacaksa bile bu daha sessiz ve sakin gerçekleşmeli. İlk seçenek benim kusurlarımı arttırmaktan öte bir şeyler vermedi bana.

   Sonunda her şey anlamını yitirince nerede ve ne şekilde başladığının hiçbir önemi kalmıyor. Yeterince iyimser biriyseniz ancak kendinizi avutacak sebepler buluyorsunuz. Birini sevmekten yahut savaştan ve yıkımlardan söz edebiliriz. Sonuç her durum için aynı neticeyi veriyor. Ayağa kalkmamız ve devam etmemiz gerektiğini söyler bize filmler. En iyi arkadaşınız size telkinler sıralayıp durur. Sonunda gider ama.  İçinizde kalan birkaç avuntu cümlesi dışında kimse kalmaz etrafta. Seviştiğiniz kadınlar ya da erkekler, kötülüğünü arzuladığınız herkes. Kimse kalmaz. Hepsi birer duvar yazısına dönüşürler. Oradadırlar ama aşınmışlardır duvarlarda. Bilirsiniz bunu. Aslında her şeyi ta en başından beri biliyorsunuzdur. Olayların sizi sürükleyeceği yeri kafanızda tasarlarsınız en başında. Ve ne olduğunu anlamadan orada buluverirsiniz kendinizi. Ben böyle anlarda hep annenim öleceği anı hayal etmeye çalışırım. Her şeyin anlamını yitirdiği noktada size acı verecek en büyük anı tahmin etmeye çalışırsınız. Tüyleriniz ürperir. Ağlamamak için zor tutarsınız kendinizi. Fakat ağlayamayacağınızı da bilirsiniz. Ölmek ve yaşıyor olmanın ayrıştığı temek noktanın duyularımız olmadığı biliyorum. Sadece nefes alıp, iyimser bir insan olmak da bunun bir ölçütü değildir. Bunu da bilirsiniz. Hayatın kör noktalarından kalınca hep en başa dönmeyi umut ettim. Gerçekleşmesi imkânsız bu istek bana sadece zaman kazandırdı. Bu duygunun içinde barınmak bana sadece zaman kazandırdı. Bir sonraki anlam yitikliğinde neler olabileceğini düşünmenin zamanı. İyimser şeylerin varlığına çok fazla inanmadığımdandır mı böyle kaba meselelerle uğraşıyor olmak? Bilmiyorum. Her şey anlamını yitirmeye başlayınca etrafınızda olup biten her şey birer kuşku aracına dönüşür. Siz de bile.


Sonuç olarak günün sonunda eve dönünce şu gerçeğin içine düşüyorum: giderek aşınan, aşındıkça ufalıp yok olan bir şeylere dönüşüyorum.

Özlem Ekici / LEVLA LAVİN

Levla da benim, Özlem de ama buralarda çoğunlukla Levla'nın izini sürüyoruz.

5 comments:

  1. Zaman düz bir çizgi değildir çok daha komplekstir ama yazının konusu bu değil tabi :)
    Kalemine sağlık :)

    YanıtlaSil
  2. Özlem, sıra dışı kişiliğin,sana özel duygularınla olayların içindeki savaşın; galip olmak demeyelim de, mutlu olmana sekte vuruyor, kendimden biliyorum. İnan özellikle bugünlerde öyle bir girdabın içindeyim ki, ancak büyük bir felaket; tıpkı şok geçiren birine atılan sıkı bir tokat gibi beni kendime getirebilir. Acılardan acı seçmek istiyorum. Çok alışmışım acı çekmeye.
    Beni boş verip yazına döneyim. Zaman değil mi bizim her hâlimizi tepki vermeden hem de içinde yer açıp seyreden? Şahitliği de cabası, işe yarayıp yaramayacağını bilemediğimiz üstelik. Zaten koskoca bir boşlukta yuvarlak bir gezegenin üstünde, kimimiz hiçbir şeyi umursamadan verilen ömrü zevk içinde geçiriyor. Kimimize yapışmış kader sanki kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor, doymuyor. Kimimiz hasbelkader sevdiğimiz birinin yerle bir ettiği onurumuzu kurtarma savaşı içinde, ona karşı yıkacak hamleyi, ya onu kaybetme ya da belki cesaretimiz olamadığı için yapamıyoruz. Acıyı üstleniyoruz, zira alışmışız.
    Belki olaylara müdahale etmeden duramadığımız ki edilmeyecek gibi olmuyor genelde, sonra kendimize sorup, madem şikayetçisin, neden şak diye kesmiyorsun? Cevabı yok bunun bizde. Yazmışsın ki, "Ben böyle anlarda hep annemin öleceği anı hayal etmeye çalışırım. Her şeyin anlamını yitirdiği noktada size acı verecek en büyük anı tahmin etmeye çalışırsınız." Zira ancak bu acı diğerini anlamsız kılabilir. Ben tek kalan evladım için bugünlerdeki sıkıntıma dayanmaya çalışıyorum. Zira insan kendi yaşam süresini belirleyebilmeliydi diye düşünüyorum bazen. Şükürler olsun ki bazen...
    İhtiyacın olan insanın, başını okşayıp, bir iki güzel sözüyle belki hayatı sevimli kılabileceği ama bunun bir türlü akıl edilmediği bir dünyada yaşıyoruz. Çok daha gururlu olup bunu bile reddetmeyi isterdim.
    Gözlerinden öpüyorum canım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ece abla her şeyde o kadar haklı buluyorum ki seni. Hayran hayran bakıyorum bazen sadece. Bu güzel yorumun ve daha öncekileri için çok teşekkür ederim sana. Kucak dolusu sevgilerle Ece ablam :)

      Sil
    2. Rica ederim canım. Aslında yazılacak daha çok şey olmalı. Ama aciz kalıyorum senin yazılarındaki mana yoğunluğunun karşısında. Gözlerinden sevgiyle öperim kızım :)

      Sil

**Yorumlar sayesinde görüşüyoruz, yorum yazmadan geçmeyin.
**Lütfen yorum kısmında link vermeyin, link içeren yorumlar yayınlanmıyor.
**Yazının konusu dışında sormak veya iletmek istediğiniz bir şey varsa İletişim formunu kullanın.
Sevgiler.

Özlem Ekici, Personal Blogger Templates | Blog aa

Levla'nın Not Defteri - Kişisel Blog | Bütün Hakları Saklıdır | Copyright © | 2016 - 2024