Her şeyin tükendiğini gördüm. Işıkların,
seslerin, sigaraların ve hatırlanması güç anların her birini görüp, geçtim.
Herkes kadar bekledim de. Kiminle bunu konuşmaya çalışsam biliyor. Beklemenin
ne demek olduğunu biliyoruz artık. Beklemek yadırganmıyor hiçbir dilde. (Burada
otobüs çiçekçi durağında durdu. Beyaz saçlı, keten pantolonlu bir adam indi.
Sadece onun indiği bir durakta bekledik. Yağmur yağıyor. Otobüsler isli bir
mekanizmaya dönüştü. Kış geldi Ali. Ali, nasılsın? Son gördüğümde uyuyordun.
Sen çok güzel uyursun. Artık bunu biliyorum. Dans ettik seninle hatırlıyor
musun? Tuhaf yüzlü bir perde asılıydı odanın birinde; bakıp bakıp inceliğimizi
yontardık. Artık düğmeler koptu Ali. Bunu şu yağmurlar kadar biliyorum. Sen de
biliyorsun. Tam olarak şöyle: “Söyleneceklerimi tedirgin bir akşamın içinde
bırakıp dönüyorum.”
Günlerin anlamını karşılamadığını
gördüm. Çabuk, özensiz ve geçimsiz günlerin çoğu böyle şekillenir ve biter. Hayat,
konuşmasını bilenlerle bunun güçlüğünü yaşayanlar arasında devinip duran büyük
bir sessizlikten ibaret. Delirmek üzere olduğunuz bütün anların sonunda ölçüsü
olmayan bir boşluğun içinde bulursunuz kendinizi. Kayıtsızlık diyorum ben ona. Ne
de olsa herkes kendi boşluğunun ölçüsüzlüğünde yaşamaya devam ediyor. Ben de sekmeyen,
oldukça sabit bir durağanlığın içinde günlerin kendi kendine tükenip yok olduğu
bir düzenin içinde yaşayarak devam ediyorum. Günler aynı, saatler bile aynı
durağanlığın içinde kendine işliyor. Önemimi kaybettim. İşler aksayarak, çoğu
günler yarım kalarak başka günlere ekleniyor. Hayret edilecek bir tarafı
kalmadı yaşayışımın. Gerçek büyüdükçe önlem azalıyor. Yaşamak böyledir çünkü.
Bazen durup durup şöyle söylüyorum: “Sanki hiç kimselerin kullanmadığı bir gün
kalmış bana.”
Bazı günler kendiliğinden
bitmiyor, düşünüyorum. İçinde yaşadığı, bunun uğraşısı içinde olduğu bir kenti
anlayamıyor insan. Ankara da böyle bir açmaz. Kargaşası her an süren ve bunun
dinmesi ihtimali olmayan çoğul bir sesler yumağı. Kendini yaşayanlarıyla
karıştırmayan, herkese başka uğraşılar ve kaygılar veren bu kentte yaşamak da
en az buradan kaçıp kurtulmak kadar güç. Her an bir şeyler olacakmış hissiyle
telaş içinde bir yerlere kendini yerleştirmenin türkçesi burası. Kendinizi
burada koyacak yer bulamazsınız. Bulduğunuzu zannettiğiniz az sessizlik
başkasının iç sıkıntısıdır. Nem ve ıslak birliktedir burada. Kaygı ve korku
birliktedir. Sevindiğinizi zannettiğiniz anların sonunda bedeli ödemeye hazır
olacağınız bir başka sonuç bekler sizi. Ki, bunu bilir ve anlarsınız. Kızıp
kenara koyup duramazsınız. Sevip bir yer açamazsınız kaburganızda. İstesek de
kaçsak da biliriz bunu. Bu kopuk ve tuhaf kent sizi kendine bağlar izler. Yaşayan
bir kent olması buradan gelir. Burası bunu bilir ve söyler bize. Şartlar ne
ölçüde değişirse değişsin bildiğini okur burası. Duygularınızın, ölçünüzün ve
şartlarınız hiçbir geçerliliği olmayacaktır burada.
Bugün yine burada, bir karmaşanın
tam ortasında bir cümle duydum: “Lütfen yaşamaya devam edin, hoşça kalın.” Her
şey değişiyor. Ölümler bile değişiyor. Yaşamak kendi başına kaldığı ölçüde bizi
var etmeyi sürdürüyor. Kararlığımız değişmiyor. Buna yönelik yaşıyor ve
sürdürüyoruz. Yaşamak böyledir çünkü. Gerçek büyüdükçe önlem azalıyor. Delirdiğimiz
günlerimiz bile oldu. Günler ancak böyle bitebilirdi. Eğer çarenizin olmadığına
dair kuşku taşırsanız bunu yaparsınız. Delirirsiniz. Biliyorum çılgınca fakat
bundan sakınamazsınız. Şunu biliyorum artık: “Kimseden bir işaret gelmeyecek.”
0 comments:
Yorum Gönder
**Yorumlar sayesinde görüşüyoruz, yorum yazmadan geçmeyin.
**Lütfen yorum kısmında link vermeyin, link içeren yorumlar yayınlanmıyor.
**Yazının konusu dışında sormak veya iletmek istediğiniz bir şey varsa İletişim formunu kullanın.
Sevgiler.