Çok güzel metinler okudum sanat, edebiyat adına. Çok
güzel müzikler dinleyip, çok güzel resimler izledim uzun uzun. İnsanın ürettiği
her şeyin önemli olduğuna her zaman inanmaya devam ettim. İçlerinde yanılıp gerisinde
durmak mecburiyetinde olduklarım da oldu. İnanmak söz konusu olunca ben bunu
hep iyi niyetle sürdürmeye çabaladım. Kolay olmadı fakat aşırı zorlandığımı da
söyleyemem.
Bir süre sonra üreten, değer yaratan insan unsurunun
kendisiyle ilgilenmeyi seçtim. Mekanizmasını, fizyolojisini anlamaya, kurcalamaya
başladım. Temel sebep şuydu: insan neden üretir? Buna ihtiyaç duymasına sebep
olan şey nedir? Sadece sanat, edebiyat, müzik ve resim değildi; insan aynı
zamanda acı, yalan ve üzüntü de üretiyordu; sevinç ve heyecan da. Bunların
hepsinin toplamıydı insan. Fark ettiğim, saydıklarımdan bir tanesi de
olabiliyordu. Kapsam giderek derinleşmeye başlamıştı. Aklımda insana dair her
şey yavaş yavaş dağılmaya başlıyordu. Yapı taşlarını oluşturan bütün o irili
ufaklı nedenler giderek çoğalınca onları bir arada tutan bağlarda giderek
zayıflıyor ve kopma noktasına geliyordu. Bunun sonuçları oldu. Ben hata
yaptığımı düşünmeye başladım. Akıl insanı ölçemezdi. En bilinen haliyle bunu
bir insan yapamazdı. Sanırım biraz ileri gittim. Haddimi aştığımı düşünüp bunu
bir kenara atmak zorunda kaldım.
Şimdi oradayım. Aslında hep oradaydım. Sadece yol
aldığımı düşünmüştüm. Durup bekleyerek yol alamazmışım. Kendimi boş ümitlerin
peşine takmış, gereksiz, kuru ve içi boş bir sürü sebebin peşine sürüklemişim.
Akla inanmakla insana inanmak arasında derin benzerlikler
var. İnsan da, akıl gibi sizi boş inançların peşinden sürükleyebiliyor.
Uyandığınızda aslında hep o yatakta olduğunuzu hatırlamak kadar komik bir
trajedidir bu konu.
*******
Yazacak bir şeyler bulamıyorum. Bu, anlatacaklarımın
tükendiğinin göstergesidir. Benim dışımda, benden bağımsız işleyen bir düzenin
varlığından bahsediyorum. Şu yanılgıya düşmeden: ben tükendim. Bu
yazacaklarımın da tükendiğine işaret eder. Böyle bir yanılgı taşımıyorum. Kabul
de etmiyorum. Gerçek değişmez. Bazen sekteye uğrar. İçimde taşıdığım bir şeyin
benden alındığını, çalındığını hissediyorum. Benim tekelimde karşılık bulan bu
durum nasıl ve ne şekilde benden alınabilir? Bunu ben nasıl tükendiğimle
ilgilendiririm?
İşte burada çıkmaz oluştu. Benim çıkmazım. Girdap değil. Girdap
işlenemez bir konu. Ben üzerine anlatacak çok şey bulamam. Ama çıkmaz? Çıkmaz,
tam olarak içimde bir şeylerin bölünüp dağıldığına göstergedir. Her şey bitince
geriye bizden bir şey kalmaz. Çıkmaz bana bunu anlatıyor. Çünkü ben ona soru
sordum. Yazacak bir şeyleri kalmayan insanlar kendilerine çarparlar. Sonunda
çatlayıp dağılana dek.
********
Sürekli aynı noktada kalınca etrafta olan biten ne varsa
belirginleşmeye, büyümeye ve keskinleşmeye başlar. Fark etmediğin, dikkattinden
kaçan bütün nesneler -daha önce orada olduğu halde- bir bir gözünde yer kaplar.
Bilgisayarın monitöründe günlerce yapışık halde bekleyen saçın, yıkamadığın
için dibinde kahve kurumuş bardağın, bardağın masada bıraktığı iz… Üç haftadır
kitap okumuyorum. Bazen okula giderken yol uzun olduğu için sıkılmayayım diye
yanıma aldığım kitaplar hariç. Zaten onun da pek anlaşılır bir tarafı yok. Dikkatim
çok çabuk dağılıyor. Okuduğumdan da bir şey anlamıyorum.
Masa diyordum. Oradan uzaklaşmamam gerekiyor. Dün akşam masa
başına gelirken beş adet mandalina aldım. Masanın solunda ufak bir kabuk yığını
duruyor. Kurumuş, dağınık… Alıp mandalinaların olduğu torbaya boşaltıyorum.
Masada yine iz, kabuk izi. Şiir yazdığım müsveddelerim; zaten masada bugüne
kadar en çok onlar durdu. Bazı günler aldım karaladım. Bazı günler hiç görmedim
bile. Bakmak istemedim. Yazacak bir şeyler bulamadım. Doğrusu bu.
Kahve, evin anahtarı, cüzdan, fişler, tükenmiş pil yığını,
faturalar, ucu kırılmış kurşun kalemler, silgi çöplerinden yapılan dağ yığını, içinde
ne olduğuna bakmadığım siyah bir poşet. Hepsi bana bakıyor. Ben fark etmemişim.
*******
Mesele anlatmanın ötesinde bir duruma dönüştü. İnsan çok
basit bir durumu, anlaşılmayı, ifade etme güçlüğü yaşıyor. Bir tereddütün
içinde yaşıyorum.
Ve nihayet son.
"Yazacak bir şeyleri kalmayan insanar kendilerine çarparlar"... Bunu ben her yazmaya başladığımda yaşıyorum, sürekli kendime çarpıyorum. Ama tükenmeyin, efendim. Parçalarınız birleştirin, yeniden bir araya getirin ve yeniden dağılana dek yazın. Hayat bundan ibaret değil mi?
YanıtlaSilŞimdiki ve gelecekteki yazılarınız için, kaleminize sağlık! :)
Teşekkür ederim. Sanırım tekrar tekrar dağılana dek yine yazacağım. :)
SilBazen yazmak için fazla bekliyoruz, yazacaklarımızın "yoğun" olması gerektiğini düşünüyoruz. Halbuki bir kar tanesinin süzülüşü, camda buhar yapan sıcak-soğuk farkı, çöp tenekesinin etrafında yemeğini arayan karın beyazıyla tezat oluşturan siyah bir kedi vb. hepsi kalem için malzemedir. Üstelik süzülen karla birlikte bir hüznünüz de takılır belki kaleminizin ucuna, ekmeğinin peşindeki kedi hayatınızdaki çabanın dışa vurumu olur, kim bilir? Tükendik demedikçe tükenmeyiz bence. Bu yüzden kaleminize sağlık ki yazmaya devam edesiniz. :)
YanıtlaSilBu güzel yorum için çok teşekkür ederim. Sizin de kaleminize sağlık ki hep böyle güzel yorumlarla beni mutlu edesiniz.
SilTükenmişliğin çok güzel bir anlatımı olmuş. Ne güzel yazmışsın.
YanıtlaSilÖzlem kızım. Bu durumları en çok, terör kurbanlar vermeye başlayınca yaşıyorum. Yazacağım yazı, şiir her neyse elim gitmiyor, kenardakileri de yayına alamıyorum. Bazen de sırf sıkıntılarım (kimi zaman kendim, kimi zaman dış kaynaklı ) elimi bağlıyor. Aslında yazma alışkanlığı edinilince bak durumunu izah ederken bile ne güzel bir yazı olmuş, hepimizi ilgilendiren. Yazalım Özlem kızım.Sevgilerimle .
YanıtlaSilHaklısın Ece abla. Ben de yazamıyordum. Ne yazsam derken birden bunları yazmak istedim. Öyle bir hale geldim ki, şu durumumuzdan dolayı, içimden elime kalem almak gelmiyor. Sanırım en iyi yaptığım içi yapmalıyım diyerek tekrar yazdım. Çünkü elimden başka bir şey gelmiyor.En iyisi yazmak. Teşekkür ederim bu güzel yorum için Ece abla.
Sil