Yazılarım E-postana gelsin.

Yaz E-Postanı!
Şairlerden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şairlerden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Haziran 2017 Perşembe

Hasret Türküsü - Dilaver Cebeci

Özlem Ekici


Bekleme, ağlama, beni çağırma 

Tükendi dermanım gelemiyorum 
Bu dağlar harami, yollar ejderha 
Yitirdim yönleri bulamıyorum 



Ezel meclisinde divan kurmuşlar 
Çamurumu çile ile karmışlar 
Yazıp çizip ak alnıma vurmuşlar 
Hasret fermanımı silemiyorum 



Gündüzler, ağ atıp tuttular beni 
Geceler, zindana attılar beni 
Çağdaş şehirlerde sattılar beni 
Zincirlerden azat olamıyorum

Dilaver Cebeci

12 Haziran 2017 Pazartesi

Gözlerin İstanbul Oluyor Birden - Yavuz Bülent Bakiler

Özlem Ekici

Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik,

Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden.
Martılar konuyor omuzlarıma,
Gözlerin İstanbul oluyor birden.

Akşamlardan, gecelerden, senden uzağım

Şiirlerim rüzgardır uzak dağlardan esen
Durgun sular gibi azalacağım
Bir gün, birdenbire çıkıp gelmesen.

Şarkılarla geleceksin, duygulu, ince

Yalnız gözlerime bak diyeceksin.
Ellerim usulca ellerine değince
Kaybolup gideceksin

Bir elim seni çizecek bütün pencerelere

Bir elim seni silecek.
Kalbim: Ebemkuşağı; günde bin kere
Senin için yeni baştan can kesilecek.

Ne güzel seni bulmak bütün yüzlerde

Sonra seni kaybetmek hemen her yerde
Ne güzel bineceğim vapurları kaçırmak
Yapayalnız kalmak iskelelerde.

Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik,

Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden.
Martılar konuyor omuzlarıma,
Gözlerin İstanbul oluyor birden.


Yavuz Bülent Bakiler


4 Mayıs 2017 Perşembe

Soluyan Deniz - Erdem Bayazıt

Özlem Ekici

Bir çığlık düştü karanlıklardan
Issız denize

Ses beton gibi buz tutuyordu
Bir takım gölgeler gidip geliyordu
Ay ışıkları gidip geliyordu
Deniz yaralı bir tay gibi soluyordu.

Kim bizi çeken ayaklarımızdan
Suyun yumuşaklığına
Yerin katılığına
Göğün karanlığına.

Bir göz bizi denetliyor - bu muhakkak
Bir çığlık boğuluyor denizde - bunu iyi duyuyoruz
Bir ışık kesiyor karanlığı bir ustura ağzında
Bilmediğimizi anlıyoruz
Görmediğimizi seziyoruz

Yeni bir çağa çıkıyoruz saçlarımızdan.

Adil Erdem Bayazıt



2 Mayıs 2017 Salı

Aykırı Yaşamak - Şükrü Erbaş

Özlem Ekici
Geriye bakarak yanıtlıyoruz birbirimizi
Bir destek aranır bir güç alırcasına
Dönerek ikide bir anıların ülkesine..
Alnımızı gererek konuşuyoruz, kaşlarımızı
Bir ince eğimle siper edip bakışlarımıza
Çok iyi bildiğimiz bir duyguyu
-  O biraz yenilgiye biraz ezikliğe benzer
   Ortak yaşadığımız sızım sızım -
Saklamaya çalışıyoruz birbirimizden.


Uzun uzun susuyoruz sözün kıyılarında
Hangi kapıyı aralasak bir uzaklık esiyor
Hiçbir düşünceyi sonuna dek götüremiyoruz.
-  Böyle belirlenmiş sınırlar içinde
   Bir iç denetimle, bir dış denetimle
   Konuşmasak da eski tadını yitirdi -
Düşler kuruyoruz yeniden gelecek üzerine
Kaldırıp kirpiklerimizi ayak uçlarımızdan
Dağlara bakıyoruz, ufuklara, bulutlara
-   Ah, o insan yüreğinin değişmeyen tutkusu -


Bir güncel sesle sonra, çirkin ve çiğ
Bir kirli görüntüyle hayata ilişkin
Dönüyoruz gerçeğin o kalın çizgisine..
Yeni yeni yaşamlar kuruyoruz ödünler vererek
Aklımızda yüzlerce geçerli açıklama:
"Yaşamak zorundayız nasılsa, iyidir
Hiç yoktan var olmak" adına
Karşı çıktığımız ne varsa yapıyoruz hepsini.
Bir kan pıhtısı gibi yarada kuruyan
Binlerce uyuşturucu merhemle donuyor kalbinizde
Anılar inançlar incelikler düşler..


ŞÜKRÜ ERBAŞ


21 Nisan 2017 Cuma

Sonsuza dek Sophie - Kemal Sayar

Özlem Ekici


Gözleriniz madam!
Gözlerinize bakıyorum da;
Sanki bir yangın yeri!
Yüzünüz talan edilmiş bir imparatorluktan kalmış gibi!..
Bir şair oturmuş o iki kaşın arasına,
Tüten dumana ve akan kana bakmaksızın!
Aldırmaksızın parlıyan (patlayan) bombalara, şiir söylüyor gibi…

Aslında aşktır en çetin meydan muharebesi.
Siz koşuştururken lise bahçelerinde,
Dilinizde Goethe’den yarım yamalak ezberlenmiş iki dize,
Ve deri ceketinize yaslanmış yürürken yağmurda,
Bir şairdim ben; kalbini büyüten dumanlı odalarda!..
Benim kalbim dumanlı odalarda büyüdü madam, yalan yok!
Yalan asla olmayacak; çünkü ‘aşk’ üstümüze serpiştirip kaçan o yağmur,
Bir gün sizi de ıslatacak!..
Bir gün siz de hüzünle bakacaksınız kalbimin içine,
Orada yenilenmiş (yenilmiş) bir şarklıyı göreceksiniz!..
Biz şarklılar, yani Allah’a inananlar, oruç tutanlar,
Ve asla konuşamayacakları kızlara aşklananlar;
Hep yenildik!
Farklı mağlubiyetlerden kurtuldu (kuruldu) tarihimiz!..
-Diyorum ki…
Vaktin varsa bu akşam…
Bizim yüzümüz kızarır madam,
Söylemeyiz!
Biz uzaktan sevmelerde birinciyiz.
Genç kızlara başımızı çevirip bir bakmayız,
Bir bakarsak, usulca elimizden kayarak; parçalanır kristal gençliğimiz!..
Biz kristal gençleriz madam,
Kolayca tuz buz oluruz!
-‘Eve gitsem daha iyi’…
-İyi de benim o darmadağın halimi bırakıp nereye…
Her gece saatlerce alıştırma yapıp da,
Bir tek veda (sevda) sözü fısıldayamamanın sıkıntısını…
Aşksızlıktan solan bu cismi terk edip nereye gidiyorsun(uz) madam?
Merdivenlerde peşinizden koşup da,
İsminizi haykıramamayı…
Size bakarken; derin bir acıyla kıvrandığımı fark etmeden, nereye ha?
Sophie, Rosemary, Ayşegül. Onun için üç isim seçmişti.
Yukarıdaki satırlara baktı,
Ve “-Ben bunun âlâsını lise yıllarında yazdıydım” diyerek iç geçirdi.
Fakat nâlet olası o duygu yakasına yapıştığına göre,
Bir kez daha aynı sözcükleri kullanarak;
Bir öykü yazmalıydı!
Onun için üç isim seçmişti,
Kendisi için üç ölüm!..
Bir gün yağmur yağsa,
Sırılsıklam o yağmurda ıslanacak,
Ve elinde sımsıkı tutuğu bir karanfille,
Gözyaşları saçlarından sızan yağmura karışacak (karışarak),
Onun kapısı önünde duracaktı…
Onun kapısı önünde duracak,
Ve asla (zili) çalmayacaktı!
O kapının önünde saatlerce ağlayacaktı.
O sırada fonda ‘’In your green eyes‘’ çalacaktı!..
-Sophie! Sophie!
Heyhat, Sophie gidiyordu!..
Mağrur bir prenses gibi şairin kalbinden sürgün edilmişti.
Sanki hilafet ilga ediliyordu!
Saltanat sefalete mahkum edilmişti!..
Tarih yeniden yazılıyordu…
-Sen benim sürgünümsün Sophie!
Benim ülkem dağlık ve karanlıktır.
Dağların arasından bana bir yol vardır!..
O yolu yürümek zordur!
Sanki bir nüfus sayımı günü!..
Sokaklar boşalmıştı (boşaltılmış).
Pardesülü bir adam, sırtını asırlık ağaca vermiş,
Geniş bir alanın kenarında mızıka üflüyor.
Zaman zaman gözlerini uzak bir noktaya sabitleştirerek;
Kendisine bir soru soruyor.
Doğru cevabı bulmak için uzun uzun düşünüyor,
Ve gözleri ışıldayarak cevabını mırıldanıyor;
Bir gün o da gözlerindeki bu ışıltıyı fark eder
Ve elini kalbine değdirdiğinde içinde deveran eden;
O yoksulun aşkını tanımlar,
O şarklıyı keşfederse, yazacağı ilk şiire adını verecek:
‘Sonsuza dek, Sophie’…
Kemal Sayar

12 Nisan 2017 Çarşamba

Leyla'ya Silinecek Şiirler - Deniz Tekin

Özlem Ekici

Leyla
seni dün ışıksız bir sokakta gördüm
özlemişim güzel bakan çehreni
güzel insansın vesselam
seni gördüm
bir cebinde elin, diğerinde sigaran
seni gördüm
boşluğa bakıyordun
boşluğa yürüyordun
sağlam, güzel adımlarla
boşluğa koşuyordun hep yaptığın gibi
seni gördüm
omuzunda yağmur
omuzunda eski bir yağmurluk
omuzunda dünya, ve dünyada güzel olan ne vardıysa omuzunda
güzel insansın vesselam.

leyla
tutturmuşuz bir güzel insan olmaktır
sen, güzel insanlığınla ışıksız bir sokakta
ben, bütün insanlığımla peşinde
tutturmuşuz bir güzel insan olmaktır, gidemiyor
ne hayrını gördün bugüne dek?
a güzel kızım 
omuzunda eski bir yağmurluk var
ayağında evin olmayan toprak
yüzünde solmamış bir tebessüm
umudu hala çıra gibi yanan bir meczup
a leyla
a güzel kızım
sen kendine ne yaptın?
hangi sokakta bıraktın sana verdiğim atkıyı
boynuna hangi rüzgarı aldın
sen beni hangi bozuk bahçeden çağırdın leyla
bu ne yaman iştir
burası
hangi güzel ülke olmalıdır leyla?

tutturmuşuz bir güzel insan olmaktır
bu nasıl güzel insan olmaktır leyla
sen, bütün gaddarlığınla asfaltsız bir yolda
ben, bütün acziyetimle peşinde
tutturmuşuz bir insan olmaktır, gidemiyor
bu diyarda asfalt olmalı leyla
bu diyarda toprak olmalı
bu diyarda, senin omuzunda adım adım dolaşan bir bulut olmalı
bu diyarda, senin omuzunda olmalı

omuzunda yağmur
omuzunda yoksul bir yağmurluk
umudu hala çıra gibi yanan bir meczup
leyla
korkuyorum, zira
boşluğa bakıyordun
boşluğa yürüyordun
yarım, umutsuz adımlarla / boşluğa yürüyordun

a güzel kızım
a benim çıra gibi yanan meczubum
sen beni hangi bozuk bahçeden çağırdın?
bu ne yaman iştir
bu nasıl bir yağmurdur leyla
çek şunları üstümden
al şunları üstümden
atkımı bok dolu bir çukurda buldum
umudu çıra gibi sönen bir meczubum 
beni bırak
takıntılarım var
git buradan leyla, git!
kalbini kıracağım dedim
omuzların düşecek
yağmurun düşecek dedim
yağmurluğun düşecek
umudum çıra gibi sönüyor leyla
a leyla
a güzel kızım
sen kendine ne yaptın
a leyla
a güzel kızım
sen
kendine ne yaptın?

Deniz Tekin


8 Nisan 2017 Cumartesi

Mataramda Tuzlu Su - İsmet Özel

Özlem Ekici


West Indies,Kızıl Elma,İtaki,Maçin!

Uzun yola çıkmaya hüküm giydim.
Beyazların yöresinde nasibim kalmadı
yerlilerin topraklarına karşı şuç işledim
zorbaların arasında tehlikeli bir nifak
uyrukların arasında uygunsuz biriyim
vahşetim
beni baygın meyvaların lezzetinden kopardı
kendime dünyada bir
acı kök tadı seçtim
yakın yerde soluklanacak gölge bana yok
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

Uzak nedir?
Kendinin bile ücrasında yaşayan benim için
gidecek yer ne kadar uzak olabilir?
Başım açık, saçlarımı ikiye
ortadan ayırdım
kimin ülkesinden geçsem
şakaklarımda dövmeler beni ele verecek
cesur ve onurlu diyecekler
halbuki suskun ve kederliyim
korsanlardan kaptığım gürlek nara
işime yaramıyor
rençberlerin o rahat
ve oturmuş lehçesinden tiksinirim
boynumda
bana yargı yükleyenlerin
utançlarından yapılma mücevherler
sırtımda sağır kantarı gizli bilgilerin
mataramdaki suya tuz ekledim, azığım yok
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

Bir hayatı,ısmarlama bir hayatı bırakıyorum
görenler üstünde iyi duruyor derdi her bakışta
askerken kantinden satın aldığım cep aynası
bazı geceler çıkarken
uçarı bir gülümseyişle takındığım muşta
gibi lükslerim de burda kalacak
siparişi yargıcılar tarafından verilmiş
bu hayattan ne koku, ne yankı, ne de boya
taşımamı yasaklayan belgeyi imzaladım
burada bitti artık işim, ocağım yok
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

İsmet Özel


7 Nisan 2017 Cuma

Gülşiir - Ahmet Erhan

Özlem Ekici

Geceyarısı, karanlık bir bozkırda
Işıklar içinde akan bir tren kadar yalnızım
içinde onca insan, içinde dünya...
Soluk soluğa, demirden bir ırmağa mahkum
Ve bilmeyen sonsuzluk nedir,
Haklı olan kim bu kargaşada?
Ateş ve su, yaşam ve ölüm, irin ve şiir
Ucu bucağı olmayan bu çığlığın
Ortasında nasıl barışılabilir?
Anlamak isterim, hangi yasa
Bir beşikle bir darağacını
Aynı ağaçtan, ne adına varedebilir?

Sorular sormak için geldim şu dünyaya 
Yasım acıların yasıdır
Boynumu üzgün bir çiçek gibi kırıp da
Yollara düştüğümde, başımda deniz köpüklerinden
Ya da sabah yellerinden bir taçla
Yürüdüğüme inanırdım - yanılırdım
Geceyi günle, acıyı sevinçle kardığım
Bu söylencenin bir yerinde durakladım
Ve anlatamadım, konuşamadım bir daha.

Acını ödünç ver bana, gözyaşlarını
Damarlarında uyuyan sevinci ödünç ver
Yitirdim çünkü onları da..
İlenmiyorum, el çırpmıyorum artık
Ne aklımda yaşadıklarım üstüne düşünceler
Ne de geleceğime dair bir tasa.
Gelirken çan çalmıyor yalnızlık
Bir adam, bir sokak, bir ev
Yüzle, gülüşler, susuşlar boyunca

Soruların vardı senin, ne çok soruların 
Gözlerin dünyayı eleyip dururdu boyuna
Bir fısıltı gibi başladı sevgim
Çığlık oldu, kağıtlarda çiçek açtı sonra
Sonrası...Mutlu bile olduk bazı
Artık sen yadsısan da ne kadar
Ya da ben bilmiyorum mutluluk nedir
Anlatsın yollar, yollar, yollar...

Şimdi gece, soluğumu verdim içime
Az önce kağıtlara gül kuruları serptim
Dolaplardan kekik, nane kokuları çıkardım
Öylece serptim, seni yazacağım diye
Sen ki, deniz görmemiş bir deniz kızısın 
Aklımın almadığı bir yerde, öylesin
Şimdi gece, iki kişilik bu yalnızlık
Bize artık yeter de artar bile...

Dünyanın ölümünü gördüm, suyun toprağın
En yakın dostlarımın birer birer
Vakitsiz açan çiçeklerin, vakitli doğan çocukların
Ölümünü gördüm, ama kimse
İnandıramaz beni öldüğüne sevgilerin!
Yaşam ki bir kum saatidir usulca akan
Dolan sevgilerimizdir biz boşaldıkca
Yaşımız biraz da sevgilerimizin akranıdır
Vereceğimiz tek şey budur dünyaya.

Şu dağılgan yüreğimi, şu köpüklere imrenen
Yüreğimi bir gün yollara atarsam
Bir gün bir nehir yataklarına dolarsam, korkarım
Suyumun çoğu senden yana akacak
Bütün sözcüklere adını ekleyeceğim
Güldeniz, Gülekmek, Gülyağmur, Gülsarap
Gülaşk, Gülsiir, Gülahmet, Gülerhan
Ey gül yaşamım, yitip giden düşlerim!

Gecelerdi, solgun - sessiz tüterdi yüzün
Yatağımda bir kımıltıydın, dilimde türkü
Uykusunda konuşurken sesini öptüğüm
Varmak için beyninin kıvrak dağ yollarına
Kokundu, bedenimi saran o ince buğu
Esintisinde usul usul yürüdüğüm
Ki değişmem yaseminlerle, portakal ağaçlarıyla..

Sanki bir kız yürürdü yollarda
Evimin sokağına girer, paspasa ayaklarını silerdi
Kapımı açardı gümüş bir anahtarla
Sanki hep gelirdi, sevişirdik bazı, konuşurduk
Tozlu kitapların yığıldığı odalarda
Kalırdı duvarlarda gülüşünden bir tini
Yatağımda bedeninden bir oyuk.

Benimse ellerim titrerdi, alnının aklığından
Saçlarına saçlarına doğru titrerdi
Şimdi kağıtların üstünde gidip gelen ellerim
Titremiyor artık , yolunu biliyor şimdi
Geceyarılarını çoktan geçti
Bu şiir bitmeyince varolmayacak ellerim
Ellerim uykusuz, ellerim geberesiye yalnız
Süzülüp alçalıyor karanlığa doğru.

Bütün yaşamım seninle geçiyor belleğimden
Seninle var ve seninle sürüp gidecek artık
Bir akdeniz kentinde limon koklayan
Ve hep ufkun ardına bakan çocuk
Acıyı buldu sonunda, kanayan bir gülden
Çaldı yüzünü bir yaşamlık
Geçer şimdi dumanlı bir kentin sokaklarından
Şaire çıkar adı - az buçuk kaçık.

Yeryüzünden silinmiş ırkların sonuncusuyum ben
Oturup da şimdi aşk şiiri yazmam bundan
Gülsün köpek sürüsü, lime lime edip
Bu dizeleri, satsınlar haraç-mezat
Doğru, benden sonra da tufan kopmayacak
Ama haykıracağım laflarını tuzla kesip
Yitip giden bu aşkı, nefesim tükenene dek.

Beynime bir sarkaç gibi vuruyor sorular
Neresinde yanıldık biz bu yaşamın?
Hangi el bozdu büyüyü, hangi yazı
Acılara hüküm verdi, soldan sağa taşarak?
Kalbimde yıllardır kabuk bağladı yaralar
Ödüm kopuyor, bir gün hepsi birden kanamaya başlayacak diye
Yenilmeyeceğim, boyun eğmeyeceğim hiçbir şeye
Hep direnen bir yanım kalacak
Adımın soluk izi, acının seyir defterinde.

şimdi gece, bindokuzyüzseksenikiyle
Üçyüzaltmışbeşi çarp - oradayım işte
Yorgun değilim, umarsızım yalnızca
Geçmişle geleceğin öpüştüğü yerde bir nokta
Gibiyim ve çoktan dürüldü defterim
Uçurumlar üstünde uçuşur dizelerim
Onlara köprü olacak bir beden yoksa da..

Bu benim yalnızlığım, dalsızlığım benim
Kana kana içtiğim çeşmelerden susayarak ayrılmak
Titreyen bir ışık karanlıklarda
Onu kim görebilir, kim tanıyabilir?
Sonuda hep bir soruyla karşı karşıya kalmak
Boynumun borcu bu, ödenmedi yıllardır.

Her aşktan böyle bir şiir kaldı bende
Yaşamımın bir dilimini özetleyen
Unutuşun çiçekleri bunun için hiç açmıyor
Donuyor bir gülüş tek bir dizede
Yaşanmış yüzlerce anı, buruk bir özlem
Çivileniyor beynimin bir yerlerine
Geride -hayır- acılar filan da kalmıyor
Bir boşluk yalnızca, uçurumlara özenen.

Nefret ediyorum ve seviyorum seni
Girdiğin bütün kapıları açık bırak
Birazdan git diyebilirim çünkü..
Çağım yalnız bırakmıyor beni, ellerini 
Tutuşumda, usulca öpüşümde dudağını
Çağım aramızda çekilen kanlı bir bayrak
Uzayan, akan bir irin yolu gibi.

Sözcükleri güden çobanları var kalbimin
Beynimin yaşamı saran kıskaçları
Bitsin dediğim yerde bunun için başlıyorum
Yitirdiğim her şeye dönüp de bakmam bundan
Sensin yalnızlığa uzanan yolların düğüm yeri
Ama şu anda içimde öyle çoğulsun ki
Böyle irkilmezdim dünyayı kucaklasam.

Çapraz yalnızlıklar astım göğsüme
Yollarda bir  savaşçı gibi yürüdüğüm doğrudur
Gözlerle, dillerle kuşatılmış bir ülke
kalbimdir ona tek sınır
Susmayı bunun için severim bir çığlık gibi
Donup kalır sesim kendi göğünde
Onu ne anlayan, ne de duyan bulunur.

Yaşamım sonsuz bir hac yolculuğuna dönüşüyor burada
Kendi içimde ya da uzak yollarda
Bulduğum ve yitirdiğim bütün varlıklar
Bir mozayiğe biçim veriyorlar sessizce..
Bende dünyanın acısıyla sevinci öpüşüyor
Irmakların birleştiği o nokta benim
İtilip tekmelendiğim bütün kapılarda
Bana atılan her taş şimdi çiçek açıyor.

Bir gün anlarsın beni neden suskunum
Dünya içimde konuşurken böyle
Bedenimi aşıyor yorgunluğum
Karşında oturduğum masalardan dökülüp saçılıyor
Bu öyle bir çığlık ki, susuşlar kalıyor geride
Ondan öte her söz bir saçmalığı büyütüyor.

Adını çoktan unuttun yüzün aklımda
Ve bu şiiri neden sana adadığımı bilmiyorum
Ama her güzellik nasılsa kendi adını bulur
Bunun için ben Gül dedim sana..
Yine de bir çiçeğe bunca yağmur yağarsa
Kökleri toprağı saramaz olur
Üstüne titrediğim her şeyi yitirmeyi öğrendim çoktan

Söylenecek bir tek sözüm kalmazsa
Çizerim yüzünü kuşların kanatlarına 
Her çırpınışta gökyüzüne dağılır
Yüzün, hücrelerine varana dek uçuşur.

Kağıtların aklığına aşkın tortusu çöküyor
Parklar, sokaklar, söylenmiş ya da söylenmemiş sözler

Yazdıkça biraz daha unutuyorum seni
Ve her yerde düş tacirleri, şiirseviciler
Bir şeyleri yorumlayıp duruyorlar aptalca
Büyüteçlerle inceliyorlar şu yitik ömrümüzü
Ben aşkın son hasatçısı, son peygamber
Gülünç, soyu tükenmiş bir varlığı oynuyorum boyuna.

Sana artık bir sığınak olsun bu şiir
Noterlere ver onaylasınlar - her hakkı saklıdır
Düşün, kalemimi sen tuttun yazarken
Yeni okula başlayan bir çocuğa yardım eder gibi
Öyle acemilikler yaptım ki ben
Hiç kalır bu şiir onların yanında ve
Nasıl ayaktayım diye şaşıyorum bazen.

Görüp göreceği son şey bu şiirdir dünyanın
Çığlığımdan arta kalan bunlar olacak
Aklımın son kırıntılarını da burada harcıyorum
Bundan böyle ibreler hep eskiye vuracak
Yakınmıyorum, yerinmiyorum hiçbir şeyle
Kalırsa odalarda unutulmuş birkaç şiir
Bir yeniyetmen in altını çizeceği dizeler benden
Senin adın nasılsa bir gün hepsini tamamlayacak...

Ahmet ERHAN


6 Nisan 2017 Perşembe

Beni Güzel Hatırla - Okan Savcı

Özlem Ekici
Beni güzel hatırla
Bunlar son satırlar
Farzet ki bir rüyaydım esip geçtim hayatından
Yada bir yağmr sel oldum sokağında
Sonra toprak çekti suyu kaybolup gittim
Beklide bir rüyaydım
Senin için..
Uyandın ve ben bittim
Beni güzel hatırla
Çünkü sevdim seni ben her şeyini
Sana sırdaş oldum dost oldum koynumda ağladın
Yüzüne vurmadım hiçbir eksikliğini
Beni üzdün kınamadım
Alışıktım vefasızlığa el oldun aldırmadım
Beni güzel hatırla
Sayfalarca mektup bıraktım sana
Şiirler yazdım her gece
Çoğunu okutmadım
Sakladım günahını sevabını içimde
Sessizce gittim senden öncekiler gibi sende anlamadın
Beni güzel hatırla
Sana unutulmaz geceler bıraktım
Sana en yorgun sabahlar
Gülüşümü gözlerimi sonra sesimi bıraktım
En güzel şiirleri okudum gözlerine baka baka
Söylenmemiş merhabalar sakladım her köşeye
Vedalar bıraktım duraklarda
Ne arasan bir sevdanın içinde
Fazlasıyla bıraktım ardımda
Beni güzel hatırla
Dizlerimde uyuduğunu düşün
Saçını okşadığımı üşüyen ellerini ısıttığımı
Mutlu olduğun anları getir gözünün önüne
Anlından öptüğüm dakikaları
Birazdan kapını çalan kişi olabileceğini düşün
Şaşırtmayı severim biliyorsun
Bu da sana son sürprizim olsun
Şimdi seninle yaşanan günleri ateşe veriyorum
Beni güzel hatırla
GİDİYORUM …

Okan Savcı






4 Nisan 2017 Salı

Olvido - Ahmet Muhip Dranas

Özlem Ekici
Hoyrattır bu akşamüstüler daima.
Gün saltanatıyla gitti mi bir defa
Yalnızlığımızla doldurup her yeri
Bir renk çığlığı içinde bahçemizden,
Bir el çıkarmaya başlar bohçamızdan
Lavanta çiçeği kokan kederleri;
Hoyrattır bu akşamüstüler daima.

Dalga dalga hücum edip pişmanlıklar
Unutuşun o tunç kapısını zorlar
Ve ruh, atılan oklarla delik deşik;
İşte, doğduğun eski evdesin birden
Yolunu gözlüyor lamba ve merdiven,
Susmuş ninnilerle gıcırdıyor beşik
Ve cümle yitikler, mağlûplar, mahzunlar...

Söylenmemiş aşkın güzelliğiyledir
Kağıtlarda yarım bırakılmış şiir;
İnsan, yağmur kokan bir sabaha karşı
Hatırlar bir gün bir camı açtığını,
Duran bir bulutu, bir kuş uçtuğunu,
Çöküp peynir ekmek yediği bir taşı...
Bütün bunlar aşkın güzelliğiyledir.

Aşklar uçup gitmiş olmalı bir yazla
Halay çeken kızlar misali kolkola.
Ya sizler! ey geçmiş zaman etekleri,
İhtiyaç ağaçlı, kuytu bahçelerden
Ayışığı gibi sürüklenip giden;
Geceye bırakıp yorgun erkekleri
Salınan etekler fısıltıyla, nazla.

Ebedi âşığın dönüşünü bekler
Yalan yeminlerin tanığı çiçekler
Artık olmayacak baharlar içinde.
Ey, ömrün en güzel türküsü aldanış!
Aldan, geçmiş olsa bile ümitsiz kış;
Her garipsi ayak izi kar içinde
Dönmeyen âşığın serptiği çiçekler.

Ya sen! ey sen! Esen dallar arasından
Bir parıltı gibi görünüp kaybolan
Ne istersin benden akşam saatinde?
Bir gülüşü olsun görülmemiş kadın,
Nasıl ölümsüzsün aynasında aşkın;
Hatıraların bu uyanma vaktinde
Sensin hep, sen, esen dallar arasından.

Ey unutuş! kapat artık pencereni,
Çoktan derinliğine çekmiş deniz beni;
Çıkmaz artık sular altından o dünya.
Bir duman yükselir gibidir kederden
Macerası çoktan bitmiş o şeylerden.
Amansız gecenle yayıl dört yanıma
Ey unutuş! kurtar bu gamlardan beni.

Ahmet Muhip DRANAS




1 Nisan 2017 Cumartesi

Ben Senden Önce Ölmek İsterim - Nazım Hikmet Ran

Özlem Ekici
Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
İyisi mi,beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.

Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin
Fedakarlığımı anlıyorsun
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
Sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orada beraber yaşarız
külümün içinde külün
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi oradan atana kadar...
Ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.
Toprağa beraber dalacağız.
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak :
biri sen
biri de ben.
Ben
daha ölümü düşünmüyorum.
Ben daha bir çocuk doğuracağım
Hayat taşıyor içimden.
Kaynıyor kanım.
Yaşayacağım, ama ,çok, pek çok,
ama sen de beraber.
Ama ölüm de korkutmuyor beni.
Yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
Ben ölünceye kadar da
Bu düzelir herhalde.
Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde?
İçimden bir şey :
belki diyor.

Nazım Hikmet Ran

24 Mart 2017 Cuma

İdris'le Konuşma - Edip Cansever

Özlem Ekici
-İdris, sen ne yapıyorsun kuşların yanında
-İdris'le konuşuyorum

Kuşları okuyorum içimde, ağacın kuşlarını
Yeni pişmiş çilek reçeli gibi kaynayan
Dalların üzerinde
Gemilere dadanan kuşları okuyorum bir de
Göklerde bir başına dolaşan
Görkemle
Büyük denizlerdeki yalnız kuşları
Ve okuyorum yıllardır bütün yalnızlıkları
Okuyorum da 
Kuş olsun, insan olsun
Yalnızlık sevmesini bilmeyenlerin icadı
İşte
Suları fiyakayla göğüsleyen yelkovan kuşları
Geçiyorlar martıların peşi sıra
Ve küçük bir evin üst katı martı
Duvarlarından sümbüller akan
Sanki çok öpüşmelik kuşlar bunlar, çok sevişmelik
Ve seninle biz iyi ki
Sevmelerin ustasıyız, güzel şaşkınlıkların
Önce yüreklerimizi alıştırmışız buna, sonra kafalarımızı
Ki bu yüzden içimiz hiçbir zaman yoksul değil
Yoksul olmadı.

Bak
Bu kalın kalın ellerimi soruyordun, bu çürük çürük bakan
gözlerimi
Dokunuyor ellerim gördüğün gibi
Anlıyor dokunduğunu benden önce
Emiyor suyu gözlerimse
Emziriyor güneşi
Ve uçsuz bucaksız bir maviliği yaratıyor onlar
Her gün
Yaratacaklar elbette
Ve sözgelimi ben
Üstünde gökyüzünün
Kum taşıyan mavnalar gibiyim

Kimi zaman kavuniçi, kimi zaman Osmanlı yeşili
Sabahtan akşama kadar seyrederim
Ve derim ki biz
Çok değerli bir yüzük taşının halkasında sıralanmışız
Ana sütü gibi bir aydınlık içinde
Yani şu yeryüzünü bir uçtan bir uca kuşatmışız
Dik tutarak gövdemizi
Umutla
Bazan da yıkılarak kendiliğimizden ya da bir kurşunla
Ve bu hızlı akışa yaşayıp ölmek deriz.

Yaşayıp ölmek, deriz, ne denir daha başka
Denir, çok şeyler denir, biliyorum
Geçecektir hayatımıza mutlaka
Çok inandığımız bir şeyin çocukluğu
Sonra gençliği, sonra oturmuşluğu
Sonra hayat hayat gibi olacaktır.

Bakma sen, kuşlar bir uçumluktur ne de olsa
Denizler bir fırtınalık görkemli
Bizse kendimizi insan olarak
Bir tohum gibi dikmişiz sonsuzluğa.

Edip Cansever 


21 Mart 2017 Salı

Lokman Hekimin Sev Dediği - Metin Eloğlu

Özlem Ekici

Bu yürek 
Seni seveceğini biliyordu herhalde 
Bu kafa seni kuracağını seziyordu hanidir 
Bire bin veren buğday 
Elmadaki mayhoşluk 
Hukuki beşer 
Çınçınlı hamam 
Çizmedeki kedi 
Sanki elleriyle koymuşlar gibi 
İkimizden bir işmar 
Seni sevmemiş olsam , sözlerim yarı yarıya 
Gözlerim yarım 
Ellerim çolak hüseyin eli 
Seni sevmesem , nefes almayı beceremem ki 
Bugün günlerden ne ? 
Cumartesi 
Seni sevdiğim için , Cumartesi elbet 
Seni sevdiğim için , bak temmuz ayındayız 
Ayşe onbaşı , pir sultan abdal , büsbütün sevdalıyım sana
Bu gemiler nereye gidiyor , seni sevdiğim için 

Seni sevdiğimden , suyun akası geliyor 
Bacaların tütesi 
Nurhayat’ın halleri , seni sevdiğim için güzel 
İbrahim’in dilleri 
İnsan seni sevince , tutsaklığa kızar tabi 
Savaşın adı geçse , cinifrit olur 
Ereğli’nin kömürünü düşünür , ne kömür o be 
Raman’ı düşünür , Çukurova’yı düşünür 
Seni sevdiği için , Haliç’te bir uğultu 
Marmara’da bir deniz 
Isparta bahçesinde güller 
Seni sevdiği için goncalanıyor 
Seni sevdiğim için , kilim dokuyor Avşar’da 
Yarın sabahlar , seni sevdiğim için icat edildi 
Penisilin , halk şiiri , canlı sinema 
Mapushaneler , yedi düvel , harbi ispanyol nezlesi 
Sultan Hamid , don civani 
Ne bilsinler seni sevdiğimi 
Başaklanmayan yulafa söylemeli 
Cılk yumurtaya 
Paslı demire 
Kulağını bükmeli kurtlu kirazın 
Hoşnut değilllerse bu gidaşattan 
Akıl etsinler seni sevdiğimi , 
Yeşille turuncunun kafa barıştırması , bu sevdadan ötürü 
Tepemizdeki o göçmez tavan 
Sulardaki yakamoz , ortancadaki pembe 
Ben seni sevdim diye 
Bingöl vilayetinde , kamyondan inince 
Tığ gibi bir delikanlıya soruyorum 
Siz nerenin bulutlarısınız böyle ? 
Biz sizin sevdanızın bulutlarıyız 
Bir yıldızlı akşamı varsa Ankara’nın 
1953 kışları içinde 
Karnı tok , sırtı pekse hısım akrabanın 
Konu-komşu , dirlik düzenlik içindeyse 
Birbirimizi daha çok sevelim diye 
İnsan seni sevince iş-güç sahibi oluyor 
Şair oluyor mesela 
Meyhaneden cayıyor bir akşamüzeri 
Caysın be güzel 
Caysın be iyi 
Tütünü bırakıyor , tütün neyime zarar 
Keseme zarar , ciğerime zara , sevdama zarar 
Seni sevince adamın papuçları eskimiyor 
Beti-benzi yeni çarktan çıkmış gibi 
Seni sevince insan bilgili saygılı gönlü gani şen 
Saçları zencefilli 
Erkencecik evine dönmek istiyor canı 
Hep seni düşün 
Hep seni yaşat 
Hep seni yıka 
Seni doyur üç öğün 
Seni bir kanım uyut , sonra uyandır 
Lokman hekim , seni sev diyor bana 
Seni sevmeseydim , ilkbaharı kodunsa bul gayrı 
İstanbul diye bir kent yoktu ki yeryüzünde 
Umut diye bir şey yoktu ki , seni sevmeseydim 
Hak , hukuk , bereket diye 
Eşitlik , kardeşlik , hürriyet diye 
Yüreğime sağlık ne iyi ettim..!

Metin Eloğlu





14 Şubat 2017 Salı

Bizim Şarkımız - Necip Fazıl Kısakürek

Özlem Ekici

Kırılır da bir gün tüm dişliler
Döner şanlı şanlı çarkımız bizim
Gökten bir el yaşlı gözleri siler
Şenlenir evimiz barkımız bizim

Yokuşlar kaybolur çıkarız düze
Kavuşuruz sonu gelmez gündüze
Sapan taşların yanında füze
Başka alemlerle farkımız bizim

Kurtulur dil tarih ahlak ve iman
Görürler nasılmış neymiş kahraman
Yer ve gök su vermem dediği zaman
Her tarlayı sular arkımız bizim

Gideriz nur yolu izde gideriz
Taş bağırda sular dizde gideriz
Bir gün akşam olur bizde gideriz
Kalır dudaklarda ŞARKIMIZ bizim...


Necip Fazıl Kısakürek


Ufacık Bir Not: Bizi Facebook üzerinden takip edebilirsiniz...

23 Ocak 2017 Pazartesi

Ölüm Risalesi - Erdem Bayazıt

Özlem Ekici

Damla damla oluşuyor hayat 
Ölüm kımıl kımıl 
Duymak kolay 
Anlatmak değil 

Her an 
Farkındayım 
Az az öldüğümün 

Bilincindeyim doğan ayın 
Eriyen karın akan suyun 
Ve usul usul tükenen zamanın 

Tekrarlayıp duruyor saat 
Vakit te mahluktur 
Vakit te mahluktur 

İşliyor kalbim 
Eskiyor saçlarım 
Ve gözlerimin en ince hücreleri 

Okuyorum hayatı 
Toprağın üstünden çok 
Altındakilerle var olduğunu 

Toprak 
Ölüme aç 
Ölüme muhtaç 
Hayat 

Ölüm muhakkak 
Ve ölüm mutlak 
Tek kapısıdır ölümsüzlüğün 

Ölümle tanıştıktan sonra anladım 
Sadece bir kimlik belgesi olduğunu yaşamanın 

Kesitler 

Mahlukta devinen 
Gürül gürül bir ırmaktır ölüm 

Babalar ölür 
Dolaşır eli ölümün 
Saçlarında anaların oğulların 

Analar ölür 
Kök salar hasret yüreklere 
'Bir evlat pir olsa da' 
O zaman anlar ancak neymiş öksüzlük 

Oğullar ölür 
Bir kafes olur ölüm 
Ana kalbi bir kuştur 
Azad kabul etmez 

Sevgililer ölür 
Bir hicret olur ölüm 
Bir sıla 

Mesela arkadaşlar 
Arkadaşlıklar vardır okullarda 
Bakarsın biri gelmez bir gün 
Ve artık hiç gelmeyecektir 
Simsiyah bir gölge düşmüştür adeta 
Bahçeye koridorlara sınıflara 
Bir fısıltı dolaşır dudaklarda 
Kimi kirpikleri ıslak 
Çökmüş bahçenin tenha bir yerine 
Elinde bir çöp resmini çizer toprağa 
Anıların 
Kimileri öbek öbek toplanıp 
Çaresizliği dile getirirler anlamsız sözcüklerle 
-Nasıl olur daha dün beraberdik 
-Salıncakta İki Kişi'yi izlemiştik daha dün nasıl olur 
-Geçen pazar kırlarda dolaşmıştık 
''Göçmen kuşlar yerli kuşlardan daha mutlu olmalılar 
Hayatı dolu dolu yaşıyorlar'' demişti unutamıyorum 

Sonra bir mezarlıkta Bir çukurun başında 
Bir kapının ağzında 
Herkez susar 
Konuşur ölüm 

Ve sürer hayat. 

Bazan bir tekerlek altında 
Ansızın gelir ölüm 
Apansız biter sınav 
Bir elektrik kesilmesi gibi 
Kesilir tulu emel 

Bazan ölüm vardır 
Ölümden önce gelir 
Mesela bir hapishanede bir hücrede yaşanır 
Sorular hep yanıtsız kalır orada 
Sadece konuşan rüyalardır 
Yahut hayaller suskun duvarlarda 
Gözler kabul eder parmaklar kabul eder 
Ama beyin hep umuttan yanadır 

Bazan akan bir film şeridinin 
Tek kare donan bir fotoğrafı gibidir 
Ölüm 
Karşıda bir manga asker 
Gözler namluların karanlık ağızlarını görmez de 
Takılıp kalır masmavi gökyüzünde 
Asılıp kalmış bembeyaz bir buluta 

Ölümden uzak ölümler vardır 
Gazete ilanlarında rastlanılan 
Dünyaya bağlılığın zavallı 
Ve muannit 
Bir belgesidir 
Daha çok kalanlara ait. 

Bir de bir örümcek ağının ortasına düşmüş 
Bir sineğin titrek bacaklarında seyretmiştim ölümü 

Ölümler vardır: 
Can kuş gibi uçar gider 
Bir martının süzülüp 
Kaybolması gibi maviliklerde 

Bir Portre 

Engin sakin berrak bir denize 
Uçsuz bir kumsaldan ağır ağır 
Nasıl yürürse insan 
Sokrates öyle yürüdü ölüme 

Tilmizleri ağlaşırken 
O vasiyet ediyordu: 
-Asklepyos'a bir horoz borçluyuz 
Unutmayınız. 

Ne tuhafsınız dostlar 
Güçsüz kadınlar gibi ağlaşmak niye 
Yükselmek varken ölümsüzlüğe 

İnancına sahip olmak 
İnsan olmanın şartı 
Kölelikler içinde en onulmaz kölelik 
Hayatın ölümcül yanına 
Takılıp kalmak değil mi? 

İlkin ayaklarında duydu Sokrates 
Zehirin soğukluğunu 
Ve yavaş yavaş ölüm 
Yükseldi göğsüne çenesine 

Dudaklarında donan son bir tebessümle 
Bir işaret taşı da böylece 
Sokrates dikmiş oldu ölüme 

Ölümün Sesi 

Ölümden bir işaret var her şeyde 
Ölümün sesini duyuyorum şarkılarda türkülerde: 
-Kışlanın önünde redif sesi var 
Namluların ucunda ölümün sesi! 

-Bir ay doğdu geceden oy oy 
Karanlığın ağzında ölümün sesi! 

-Erzurum dağları kan ile boran 
Vadilerin koynunda ölümün sesi 

-Ezo gelin durmuş bakar yollara 
Umudun ardında ölümün sesi! 

-Bir ihtimal daha var 
Umuddan da öte ölümün sesi! 

Kendi Ölümüme Ait Bir Deneme 

Bir gün öleceğim biliyorum 
Bunu her an ölür gibi biliyorum 

Anamın yüreğinde bir kor 
Ölene dek sönmeyecek bir ateş 
Kımıldanıp duracak hep 

Karım bomboş bulacak dünyayı 
-N'olurdu birlikte ölseydik, deyip duracak 
Oysa insan yalnız ölür 
Ama o olmayacak dualarla teselli arayacak 

Kızlarımın gırtlaklarında bir düğüm 
Bir süre kaçacaklar insanlardan 
Boşluğa düşmüş gibi bir duygu içlerinde 
Sonunda onlar da kabullenecekler öylesine 

Ölümüme en çabuk dostlarım alışacaklar 
-Yaşayıp gidiyorduk yahu 
Ne vardı acele edecek! 
Diyecekler 

Biliyorum yaklaşıyoruz her an 
Biliyorum oruçlu doğar insan 
Ölümün iftar sofrasına 

Son Söz 

Ve zaman döne döne 
Gelmişti başlangıç noktasına 
İlk yaratılış düğümüne 

Mahlukatın var olduğu 
Yüzüsuyu hürmetine 
Evrenin Efendisinin 
Kavuşmak vakti gelmişti sevgilisine. 

Hayatın menbaı 
Merhametin son durağı 
Madeni, muhabbet ocağının 
Ateşler içindeydi 
Yatağında. 
İltica etmişti sanki Kainat 
Kutsal tenine 
Hayata şafak olan alnında 
Ter taneleri 
Her biri insanlık çilesinden 
Bir haberdi sanki 
Bir an oldu 
Aralandı gözleri 
Sonsuzu kuşatan bakışları 
Süzdü ciğerparesi Fatıma'yı 
Süzdü tek tek çevresindeki 
Can dostlarını 
Kıpırdadı dudakları, dedi: 
-Ebu Bekir kıldırsın namazı 
Sonra daldı daldı uyandı 
Son defa aralandı 
Bakışları 
Yöneldi bir noktaya 
Karar kıldı bir noktada 
Ve dedi: 
-Merhaba ey refik-i ala! 

Olacak oldu 
Akıllar kamaştı 
Kalpler tutuştu 
Feryat ve figan gökleri tuttu 
Çekti kılıcını Faruk olan 
Sıçradı orta yere: 
-Kim derse ''O öldü'', öldürürüm! 

Ayrılık ateşinden 
Ateşin şiddetinden 
Sanki bendler çözülmüş 
Felekler çökmüştü 
Şuur tutuşmuş 
Akıl iflas etmişti. 

Sonra Sıddıyk olan 
Yetişti geldi 
Baktı baktı yatağında hareketsiz yatan sevgiliye 
Mağarada arkadaşına Hicrette yoldaşına 
Sonra baktı çevresine 
Mahşerden önce mahşer hali yaşayan 
Ashabına 
Aline 
Ebu Bekir dedi: 
-Ey nas, susun! 
Kim ki Resulullaha tapmaktadır 
Bilsin ki Resul ölmüştür 
Kim ki Allaha tapmaktadır 
Bilsin ki Allah ölmez 
Hayy ve Layemuttur 

Ey nas, susun! 
''İnna Lillah ve inna ileyhi raciun'' 

Sonra eğildi sevgilinin yüzüne 
Sürdü bulutlanmış gözlerini 
O güzellikler ülkesine 
Baktı baktı ve dedi: 
-Hayatında güzeldin 
Ölümünde güzelsin 
Öldün 
Bir daha ölmeyeceksin.

                                                       Adil Erdem Bayazıt


Özlem Ekici, Personal Blogger Templates | Blog aa

Levla'nın Not Defteri - Kişisel Blog | Bütün Hakları Saklıdır | Copyright © | 2016 - 2023