Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
İyisi mi,beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin
Fedakarlığımı anlıyorsun
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
Sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orada beraber yaşarız
külümün içinde külün
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi oradan atana kadar...
Ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.
Toprağa beraber dalacağız.
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak :
biri sen
biri de ben.
Ben
daha ölümü düşünmüyorum.
Ben daha bir çocuk doğuracağım
Hayat taşıyor içimden.
Kaynıyor kanım.
Yaşayacağım, ama ,çok, pek çok,
ama sen de beraber.
Ama ölüm de korkutmuyor beni.
Yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
Ben ölünceye kadar da
Bu düzelir herhalde.
Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde?
İçimden bir şey :
belki diyor.
Nazım Hikmet Ran
1 Nisan 2017 Cumartesi
24 Mart 2017 Cuma
İdris'le Konuşma - Edip Cansever
-İdris, sen ne yapıyorsun kuşların yanında
-İdris'le konuşuyorum
Kuşları okuyorum içimde, ağacın kuşlarını
Yeni pişmiş çilek reçeli gibi kaynayan
Dalların üzerinde
Gemilere dadanan kuşları okuyorum bir de
Göklerde bir başına dolaşan
Görkemle
Büyük denizlerdeki yalnız kuşları
Ve okuyorum yıllardır bütün yalnızlıkları
Okuyorum da
Kuş olsun, insan olsun
Yalnızlık sevmesini bilmeyenlerin icadı
İşte
Suları fiyakayla göğüsleyen yelkovan kuşları
Geçiyorlar martıların peşi sıra
Ve küçük bir evin üst katı martı
Duvarlarından sümbüller akan
Sanki çok öpüşmelik kuşlar bunlar, çok sevişmelik
Ve seninle biz iyi ki
Sevmelerin ustasıyız, güzel şaşkınlıkların
Önce yüreklerimizi alıştırmışız buna, sonra kafalarımızı
Ki bu yüzden içimiz hiçbir zaman yoksul değil
Yoksul olmadı.
Bak
Bu kalın kalın ellerimi soruyordun, bu çürük çürük bakan
gözlerimi
Dokunuyor ellerim gördüğün gibi
Anlıyor dokunduğunu benden önce
Emiyor suyu gözlerimse
Emziriyor güneşi
Ve uçsuz bucaksız bir maviliği yaratıyor onlar
Her gün
Yaratacaklar elbette
Ve sözgelimi ben
Üstünde gökyüzünün
Kum taşıyan mavnalar gibiyim
Kimi zaman kavuniçi, kimi zaman Osmanlı yeşili
Sabahtan akşama kadar seyrederim
Ve derim ki biz
Çok değerli bir yüzük taşının halkasında sıralanmışız
Ana sütü gibi bir aydınlık içinde
Yani şu yeryüzünü bir uçtan bir uca kuşatmışız
Dik tutarak gövdemizi
Umutla
Bazan da yıkılarak kendiliğimizden ya da bir kurşunla
Ve bu hızlı akışa yaşayıp ölmek deriz.
Yaşayıp ölmek, deriz, ne denir daha başka
Denir, çok şeyler denir, biliyorum
Geçecektir hayatımıza mutlaka
Çok inandığımız bir şeyin çocukluğu
Sonra gençliği, sonra oturmuşluğu
Sonra hayat hayat gibi olacaktır.
Bakma sen, kuşlar bir uçumluktur ne de olsa
Denizler bir fırtınalık görkemli
Bizse kendimizi insan olarak
Bir tohum gibi dikmişiz sonsuzluğa.
Edip Cansever
-İdris'le konuşuyorum
Kuşları okuyorum içimde, ağacın kuşlarını
Yeni pişmiş çilek reçeli gibi kaynayan
Dalların üzerinde
Gemilere dadanan kuşları okuyorum bir de
Göklerde bir başına dolaşan
Görkemle
Büyük denizlerdeki yalnız kuşları
Ve okuyorum yıllardır bütün yalnızlıkları
Okuyorum da
Kuş olsun, insan olsun
Yalnızlık sevmesini bilmeyenlerin icadı
İşte
Suları fiyakayla göğüsleyen yelkovan kuşları
Geçiyorlar martıların peşi sıra
Ve küçük bir evin üst katı martı
Duvarlarından sümbüller akan
Sanki çok öpüşmelik kuşlar bunlar, çok sevişmelik
Ve seninle biz iyi ki
Sevmelerin ustasıyız, güzel şaşkınlıkların
Önce yüreklerimizi alıştırmışız buna, sonra kafalarımızı
Ki bu yüzden içimiz hiçbir zaman yoksul değil
Yoksul olmadı.
Bak
Bu kalın kalın ellerimi soruyordun, bu çürük çürük bakan
gözlerimi
Dokunuyor ellerim gördüğün gibi
Anlıyor dokunduğunu benden önce
Emiyor suyu gözlerimse
Emziriyor güneşi
Ve uçsuz bucaksız bir maviliği yaratıyor onlar
Her gün
Yaratacaklar elbette
Ve sözgelimi ben
Üstünde gökyüzünün
Kum taşıyan mavnalar gibiyim
Kimi zaman kavuniçi, kimi zaman Osmanlı yeşili
Sabahtan akşama kadar seyrederim
Ve derim ki biz
Çok değerli bir yüzük taşının halkasında sıralanmışız
Ana sütü gibi bir aydınlık içinde
Yani şu yeryüzünü bir uçtan bir uca kuşatmışız
Dik tutarak gövdemizi
Umutla
Bazan da yıkılarak kendiliğimizden ya da bir kurşunla
Ve bu hızlı akışa yaşayıp ölmek deriz.
Yaşayıp ölmek, deriz, ne denir daha başka
Denir, çok şeyler denir, biliyorum
Geçecektir hayatımıza mutlaka
Çok inandığımız bir şeyin çocukluğu
Sonra gençliği, sonra oturmuşluğu
Sonra hayat hayat gibi olacaktır.
Bakma sen, kuşlar bir uçumluktur ne de olsa
Denizler bir fırtınalık görkemli
Bizse kendimizi insan olarak
Bir tohum gibi dikmişiz sonsuzluğa.
Edip Cansever
21 Mart 2017 Salı
Lokman Hekimin Sev Dediği - Metin Eloğlu
Bu yürek
Seni seveceğini biliyordu herhalde
Bu kafa seni kuracağını seziyordu hanidir
Bire bin veren buğday
Elmadaki mayhoşluk
Hukuki beşer
Çınçınlı hamam
Çizmedeki kedi
Sanki elleriyle koymuşlar gibi
İkimizden bir işmar
Seni sevmemiş olsam , sözlerim yarı yarıya
Gözlerim yarım
Ellerim çolak hüseyin eli
Seni sevmesem , nefes almayı beceremem ki
Bugün günlerden ne ?
Cumartesi
Seni sevdiğim için , Cumartesi elbet
Seni sevdiğim için , bak temmuz ayındayız
Ayşe onbaşı , pir sultan abdal , büsbütün sevdalıyım sana
Seni seveceğini biliyordu herhalde
Bu kafa seni kuracağını seziyordu hanidir
Bire bin veren buğday
Elmadaki mayhoşluk
Hukuki beşer
Çınçınlı hamam
Çizmedeki kedi
Sanki elleriyle koymuşlar gibi
İkimizden bir işmar
Seni sevmemiş olsam , sözlerim yarı yarıya
Gözlerim yarım
Ellerim çolak hüseyin eli
Seni sevmesem , nefes almayı beceremem ki
Bugün günlerden ne ?
Cumartesi
Seni sevdiğim için , Cumartesi elbet
Seni sevdiğim için , bak temmuz ayındayız
Ayşe onbaşı , pir sultan abdal , büsbütün sevdalıyım sana
Bu gemiler nereye gidiyor , seni sevdiğim için
Seni sevdiğimden , suyun akası geliyor
Bacaların tütesi
Nurhayat’ın halleri , seni sevdiğim için güzel
İbrahim’in dilleri
İnsan seni sevince , tutsaklığa kızar tabi
Savaşın adı geçse , cinifrit olur
Ereğli’nin kömürünü düşünür , ne kömür o be
Raman’ı düşünür , Çukurova’yı düşünür
Seni sevdiği için , Haliç’te bir uğultu
Marmara’da bir deniz
Isparta bahçesinde güller
Seni sevdiği için goncalanıyor
Seni sevdiğim için , kilim dokuyor Avşar’da
Yarın sabahlar , seni sevdiğim için icat edildi
Penisilin , halk şiiri , canlı sinema
Mapushaneler , yedi düvel , harbi ispanyol nezlesi
Sultan Hamid , don civani
Ne bilsinler seni sevdiğimi
Başaklanmayan yulafa söylemeli
Cılk yumurtaya
Paslı demire
Kulağını bükmeli kurtlu kirazın
Hoşnut değilllerse bu gidaşattan
Akıl etsinler seni sevdiğimi ,
Yeşille turuncunun kafa barıştırması , bu sevdadan ötürü
Tepemizdeki o göçmez tavan
Sulardaki yakamoz , ortancadaki pembe
Ben seni sevdim diye
Bingöl vilayetinde , kamyondan inince
Tığ gibi bir delikanlıya soruyorum
Siz nerenin bulutlarısınız böyle ?
Biz sizin sevdanızın bulutlarıyız
Bir yıldızlı akşamı varsa Ankara’nın
1953 kışları içinde
Karnı tok , sırtı pekse hısım akrabanın
Konu-komşu , dirlik düzenlik içindeyse
Birbirimizi daha çok sevelim diye
İnsan seni sevince iş-güç sahibi oluyor
Şair oluyor mesela
Meyhaneden cayıyor bir akşamüzeri
Caysın be güzel
Caysın be iyi
Tütünü bırakıyor , tütün neyime zarar
Keseme zarar , ciğerime zara , sevdama zarar
Seni sevince adamın papuçları eskimiyor
Beti-benzi yeni çarktan çıkmış gibi
Seni sevince insan bilgili saygılı gönlü gani şen
Saçları zencefilli
Erkencecik evine dönmek istiyor canı
Hep seni düşün
Hep seni yaşat
Hep seni yıka
Seni doyur üç öğün
Seni bir kanım uyut , sonra uyandır
Lokman hekim , seni sev diyor bana
Seni sevmeseydim , ilkbaharı kodunsa bul gayrı
İstanbul diye bir kent yoktu ki yeryüzünde
Umut diye bir şey yoktu ki , seni sevmeseydim
Hak , hukuk , bereket diye
Eşitlik , kardeşlik , hürriyet diye
Yüreğime sağlık ne iyi ettim..!
Metin Eloğlu
17 Mart 2017 Cuma
Levla'ya Göre Yazar
Yazar olmak
dünyayı değiştirmek ve bu yeni dünyanın kapılarını aralamaktır diyebiliriz
kısaca...
Ne yazacağımı
kara kara düşünürken aklıma gelen ilk cümleleri sarf etmek daha cazip geldi bir
an için. Ne olursa yani öyle gelişigüzel bir şekilde… Belki bir şiir ya da bir
özdeyiş, ya da bir öykü… Derken aklıma yazarlık neydi sorusu takıldı. Yani ne içeriyordu ve hangi değerlere sahipti
sorusu? Çünkü yazarlık denilen süreç sancılı bir seçimdi ve fazlasıyla acı
doluydu. Ve beni meşgul eden de buydu sanırım. Yazar olmanın değerleri…
İsterseniz sayalım.
O öncü olandı.
O farklı olandı.
O taşıdığı kaygıyla ve düşüncelerle kutsal olmalıydı.
Unutmayalım ki kutsallık sadece tanrıdan gelmez,
üstlenilen görevler ve buna inançtan gelir, bunun uğruna feda edilenlerden
gelir.
Yazar hayatı yeni baştan yorumlayandı.
Yazar sürekli düşünen, düşüncenin potasında
erittikleriyle hayatı yeniden kurgulayandı. Yaratıcıydı, bu yönüyle sanatçıydı.
İktidarla sürekli başı dertte olandı, aykırıydı,
farklıydı.
Kavgacıydı, bu onun uzlaşmaz kişiliğiyle bütünleşmişti.
Mükemmeliyetçiydi, insanüstü bir çabayla bunu
toplumsal-siyasal-kültürel hayatta sürekli zorlayandı.
Susmayan bir bilinçaltına sahipti ve unutkanlık onu
öldürürdü, bunu da zihninin bir tarafına kazımıştı.
Bir çocuk edasıyla ve saflığıyla heyecanlı bir halde
geleceği bekleyendi.
Umut taşıyan bir çift gözdü.
Fazlasıyla yalnız olandı bu dünyada.
Fazlasıyla samimi ve fazlasıyla kendi topraklarına ait
olandı.
Bu özellikler artırılabilir ama kesinlikle
değiştirilemez. Çünkü yazar olmak ilk önce insan olmaktı. Ve bu değerler
aslında yazar değil insanı tarif etmekteydi.
Kısacası yazar olmanın zor yanı gerçekten insan olarak
kalmanın ta kendisiydi.
Her eline kalemi alıp yazana da yazar demek elbette ki Tolstoy'a, Dostoyevski'ye hakaret olabilir niteliktedir ancak onlar gibi olduğumuzda ve bu kriterler çevresinde yaşadığımızda birer yazar olabiliriz. Yazar olmak insan olmak olduğu kadar daha birçok etmeni de içinde bulunduruyor mesela;
Her yazarın kendine ait bir dili ve uslübu vardır, bunlar çerçevesinde çağını veya çevresini aktarır satırlarında.
Yazar olmak için çok okumak veya çok yazmak gerekmeyebilir kimileri için ancak akıcı bir dil ve özgün bir tarz mutlaka gerekir.
Okuduğumuz bir yazı boş bir içerikse bunu kaleme alana yazar demek ne kadar doğrudur?
İşte tüm bu noktalar çevresinde yazar oluruz, olunur.
Eğer bir yazarsanız öncelikle insan olmalı ardından da gerçek bir yazar olma kriterlerini barındırmalısınız. Aksi takdirde Tolstoy'a veya Dostoyevski'ye veya bildiğiniz diğer yazarlara haksızlık etmiş oluyoruz.
Her eline kalemi alıp yazana da yazar demek elbette ki Tolstoy'a, Dostoyevski'ye hakaret olabilir niteliktedir ancak onlar gibi olduğumuzda ve bu kriterler çevresinde yaşadığımızda birer yazar olabiliriz. Yazar olmak insan olmak olduğu kadar daha birçok etmeni de içinde bulunduruyor mesela;
Her yazarın kendine ait bir dili ve uslübu vardır, bunlar çerçevesinde çağını veya çevresini aktarır satırlarında.
Yazar olmak için çok okumak veya çok yazmak gerekmeyebilir kimileri için ancak akıcı bir dil ve özgün bir tarz mutlaka gerekir.
Okuduğumuz bir yazı boş bir içerikse bunu kaleme alana yazar demek ne kadar doğrudur?
İşte tüm bu noktalar çevresinde yazar oluruz, olunur.
Eğer bir yazarsanız öncelikle insan olmalı ardından da gerçek bir yazar olma kriterlerini barındırmalısınız. Aksi takdirde Tolstoy'a veya Dostoyevski'ye veya bildiğiniz diğer yazarlara haksızlık etmiş oluyoruz.
15 Mart 2017 Çarşamba
KIRMIZI TEYP
Küçük kırmızı bir teybim vardı bir zamanlar.
Tek derdim onu çalıştırmaktı. Kaset kapağını kırmıştım. O olmadığı zamanlar
daha iyi çalışıyordu çünkü, kimse anlamazdı öyle olduğunu ama dediğim doğruydu.
Sarardı bazen kaseti. Devamlı tetikte olmalıydın, kulağına garip bir ses geldi
miydi hemen stop düğmesine atlaman gerekirdi. Kendimi sarılan ve de kopan
kasetleri tamir etmek konusunda uzmanlaştırmıştım. İncecik alt kısmından yama
yapabiliyordum kasete. Çok kıymetliydi kasetlerim. Her seferinde özenle
dizerdim onları rafıma.
Kayıt yapardım
bazen. Volkmenimden sesi alıp kabloyla kırmızı teybimin mikrafon kablosuna uç
uca ekledikten sonra ‘record’ tuşuna bastın mıydı o çıkan cızırtılı ses
dünyanın en güzel kaydıymış gibi gelirdi. O benim eserim olurdu.
Aşık olurduk bazı
şarkılara. Kasetin tek yüzünü full aynı şarkıdan kaydetme modası vardı o
zamanlar. Şimdiki gibi cd ve de ‘repead’ fonksiyonu yok tabi. Bir şarkıyı
defalarca kez dinlemek için ne yapacaksın? Tek çare bir kaset feda etmek..
Takır tukur sesler
gelirdi her ‘play’ tuşuna bastığımızda. Kaset biterdi ters çevirmek zorunda
kalırdık. İleri sarmak gerekirdi bazen ya da geri. Eğer pilli bir cihaz kullanıyorsan,
cihaz ile sardırmak pili çabuk bitirirdi. Çözüm bir kurşun kalemi kasetin
deliklerinden geçirip kaseti kalem vasıtasıyla çevirmekteydi. Takır tukur
sesler gelirdi her seferinde, dijital değildi düğmeler o zamanlar.
Sesi bozulurdu
bazen. Kolonyalı pamuğu, kafasına ‘play’ tuşu basılıyken sıkıştırıverirdim.
İçine alırdı pamuğu dönerken, döndükçe de temizlenirdi. Çok net bir şekilde
anlayabilirdim bakımını yapmadan öncesini ve de sonrasını. Kasetçalarların
kafalarını temizlemek bakımı için önemli bir noktaydı. Eğer bakımını
yapamıyorsan anlamı yoktu pek kaset sahibi olmanın. Küçümseyerek bakardık boğuk
ses çıkaran teyp sahiplerine.
Çift kasetçalar teypler çıktı sonradan. Ne
büyük icat! Benim iki cihazı kablolarla birleştirme yöntemim birilerine ilham
vermiş olmalıydı, kesin öyledir, benim fikrimi çalıp geliştirmişler. İki cihaz
iç içe, ne büyük zeka! Yani kayıt yapmak için kablolara ya da başka bir
kasetçalara gerek yok. Hatta iki kaseti aynı anda dinleyebilirsin. Karman
çorman sesler yaratabilirsin. Kesinlikle takdire şayan bir buluş ama fikrim
çalındığı için hiç gücenmedim açıkçası, insanlığın yararına olan bir şey
sonuçta.
Sonra tuş takımını
geliştirdiler kasetçaların. Yeni ve de daha modern oldu. Daha rahat basılıyordu
ve takır tukur sesler gelmiyordu artık. Babam da yeni bir müzik seti aldı.
Kumandası bile vardı. Bir sürü tuş vardı üzerinde, hiçbir zaman ne işe
yaradığını anlamadığım. Sadece radyoyu açıp kapamama ya da sesini kontrol
etmeme yarıyordu. Diğer tuşları öylesine yapmışlardı resmen. Zengin gözüksün
diye, görmemişlik işte. Görmemiş kumanda yapmış tutmuş kasetçalara koymuş, oysaki
kumanda televizyon için yapılmıştır. Üstelik üzerine de bir sürü gereksiz tuş
koymuş bizim görmemiş. Bak şimdi aklıma geldi de babam ona zamanında iyi para
vermişti.
Ona müzik seti diyordu herkes. Bense teyp
diyordum. Hem de çift kasetçalardı düşünün! Sesi daha güçlü, daha net ve de
kullanımı kolaydı. Bense küçük kırmızı teybimde dinlemeyi severdim kasetlerimi,
çünkü müzik setini ne gezdirebiliyordum ne de sırtüstü yattığımda göbeğimin üzerine
koyup uyuklayabiliyordum. Hem babam içini açmama da izin vermiyordu. Üstelik
çok kaliteliydi kafası, hiç temizlemeye gerek yoktu. Bana çok sıkıcı geliyordu.
Unutmadan söyleyeyim bir gözü daha vardı. Üzerinde tam olarak ‘compack disc’
yazıyordu. Kapağını açtığımda içine yuvarlak bir şeyin koyulacağı bir yuvası
vardı, yanında ise dijital bir gösterge. Ben onu hep son zamanlarda çıkan taş
plaklar için yapılmış sanırdım. Küçük taş plaklar vardı çünkü biliyordum. Onlara
45’lik, ya da 60’lık taş plak deniyordu. Taş plağın özelliği nostaljik
olmasıydı ve bu dijital gösterge ile hiç yakışmıyor diye düşünüyordum. Yapan
adam saçmalamış resmen, eski ile yeninin bu kadar kötü birlikteliği olamaz diye
düşünürdüm. Meğer eski olan bizler olmuşuz artık elimizdekiler de tamamen
teknolojik.
Büyümekti ya bu,
sorunlarımız da artıyordu artık. Armudun sapı, üzümün çöpü diye verilen örnekleri
bu kapsıyordu demek ki. Büyümek… Yahu ben mutluydum küçük kırmızı teybimle uğraşırken,
çok mutluydum hem de. Niye kimse sormadı ki bana büyümek istiyor musun diye. Aslında
istiyordum büyümeyi ama niye kimse engel olmadı. Niye gün geçtikçe daha çok
korkuyorum büyümekten? Ürküyorum resmen.
Küçük kırmızı teybim
vardı bir zamanlar. Takır tukur sesler çıkartırdı. Kasetlerimi sarar, zarar
verirdi. Cdler yoktu, kasetçalarların ‘repead’ fonksiyonları da yoktu. İstediğin
şarkıyı açamazdın hemen, ileri sarmak gerekliydi. Arada sırada kolonyalı pamuk
ile temizlemek gerekirdi. Daha az karışıktı her şey. Basit mantığı vardı her
şeyin. Nerede benim kırmızı teybim? Kasetlerimi dinlemek istiyorum.
Çok özlüyorum kasetlerimi. Eskiyi özlüyorum. Kapağını
kırdığım küçük kırmızı teybimi özlüyorum.
13 Mart 2017 Pazartesi
Benim Adım Yaprak
Benim adım bir yaprak yalnız düşerim dalımdan.
Bir menekşe kokar uzak diyardan.
Nice pay biçtim kendime senli bir yaşamdan.
Olmadı, olduramadık.
Ben bir neşe sandım seni kaf dağında.
Bir tüten alevmiş aşkın peri bacalarında.
Bir yar öte senden gerek bana.
Olmadı, olduramadık.
Kimi zaman ağladığımdan çok güldüm sana,
Kimi zaman bende ben yoktu, her şey sana,
Kimi zaman ben dar iken rahat sana,
Olmadı, olduramadık, olduramadım...
8 Mart 2017 Çarşamba
ÖNEMLİ NOT!!!
Özlem Ekici
Mart 08, 2017
Merhabalar,
Bu yazıyı yazma amacım: ilk kez böyle bir şeye kalkışacağım için sizlere duyurmaktı.. Blogun eski halini -temasını, hani şu siyahlı olan- bilenler bilir. Blog dünyasında sıradanlaştığımı düşünüyorum ve evet eski temama geri döneceğim. Buna ek olarak da blogun ismi ve içeriğinde ufak bir değişim gerçekleşecek. Sayfalar, yazılar vb bazılarını bulamayabilirsiniz.
Blogger urlmiz değişeceği için sizi uyarmak istedim. Eğer ki url üzerinden blogumuza giriyorsanız bir dahaki girişte blog bulunamadı gibi bir yazıyla karşı karşıya kalabilirsiniz.
levlagridekisiyah.blogspot.com.tr adresindeki levlagridekisiyah kısmı değişecek. Bilginize...
Neden bu değişim derseniz, yazmama ve içimi rahat tutmama daha bir yardımcı olacağını düşündüğüm için bunu yapıyorum. Temamla oynamayı özledim ve o tema kesinlikle bana özgüydü. Bunu düşününce evet onu kullanmalıyım diyorum. Umarım beni anlıyorsunuzdur. Neyse efendim, bu url değişikliği izleyici olanlar açısından sıkıntı yaratmayacak, merak etmeyin. Bizi yine takip ettikleriniz kısmında bulabileceksiniz. E-Posta abonelerimize gelince gerçekten onlara nolacağını bilmiyorum. Ama sanırım tekrar abonelik gerekecek.
Şimdilik bu kadar. Birkaç gün sonra yepyeni bir içerik ve isimle döneceğiz. Hoş kalın.
Bu yazıyı yazma amacım: ilk kez böyle bir şeye kalkışacağım için sizlere duyurmaktı.. Blogun eski halini -temasını, hani şu siyahlı olan- bilenler bilir. Blog dünyasında sıradanlaştığımı düşünüyorum ve evet eski temama geri döneceğim. Buna ek olarak da blogun ismi ve içeriğinde ufak bir değişim gerçekleşecek. Sayfalar, yazılar vb bazılarını bulamayabilirsiniz.
Blogger urlmiz değişeceği için sizi uyarmak istedim. Eğer ki url üzerinden blogumuza giriyorsanız bir dahaki girişte blog bulunamadı gibi bir yazıyla karşı karşıya kalabilirsiniz.
levlagridekisiyah.blogspot.com.tr adresindeki levlagridekisiyah kısmı değişecek. Bilginize...
Neden bu değişim derseniz, yazmama ve içimi rahat tutmama daha bir yardımcı olacağını düşündüğüm için bunu yapıyorum. Temamla oynamayı özledim ve o tema kesinlikle bana özgüydü. Bunu düşününce evet onu kullanmalıyım diyorum. Umarım beni anlıyorsunuzdur. Neyse efendim, bu url değişikliği izleyici olanlar açısından sıkıntı yaratmayacak, merak etmeyin. Bizi yine takip ettikleriniz kısmında bulabileceksiniz. E-Posta abonelerimize gelince gerçekten onlara nolacağını bilmiyorum. Ama sanırım tekrar abonelik gerekecek.
Şimdilik bu kadar. Birkaç gün sonra yepyeni bir içerik ve isimle döneceğiz. Hoş kalın.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)