Nobel ödüllü dünyaca
ünlü yazar Gabriel Garcia Marquez 2014 yılında hayatını kaybetmişti. Marquez’in
ailesine yakın kaynaklar, Marquez’in, Meksika’nın başkenti Meksiko’daki evinde
87 yaşında hayata veda ettiğini açıklamıştı.
“Büyülü gerçekçilik”
akımının en önemli isimlerinden olan Marquez, 31 Mart’ta hastaneye
kaldırılmıştı. Ünlü yazara aşırı su kaybının yanı sıra akciğer ve idrar yolları
iltihabı teşhisi konulmuş, antibiyotik tedavisinin ardından taburcu edilmişti.
“Yüzyıllık Yalnızlık”, “Kolera Günlerinde Aşk”, “Kırmızı Pazartesi”, “Albaya
Mektup Yazan Kimse Yok”, “Labirentteki General”, “Aşk ve Öbür Cinler” ve “Bir
Kayıp Denizci” gibi unutulmaz eserlere imza atan Marquez, 1982’de Nobel
Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüştür.
Yaklaşık 30 yıldır Meksika’da yaşayan Marquez, yaşam öyküsünü anlattığı “Anlatmak için Yaşamak” adlı son eserini 2002’de yayımlamıştır. Marquez’in, 1967’de yayımlanan “Yüzyıllık Yalnızlık” adlı kült romanı 25’ten fazla dile çevrilmiştir. Yaşamını Edebiyata adayan koca çınar Marquez ölümünden kısa süre önce tüm insanlığa hediye gibi bıraktığı Veda Mektubunu sizlerle paylaşmak istedim.
Marquez'in Veda Mektubu
“Tanrı bir an için
paçavradan bebek olduğumu unutup can vererek beni ödüllendirse, aklımdan geçen
her şeyi dile getiremeyebilirdim, ama en azından dile getirdiklerimi
ayrıntısıyla aklımdan geçirir ve düşünürdüm. Eşyaların maddi yönlerine değil
anlamlarına değer verirdim. Az uyur, çok rüya görür, gözümü yumduğum her
dakikada, 60 saniye boyunca ışığı yitirdiğimi düşünürdüm. İnsan aşktan
vazgeçerse yaşlanır. Başkaları durduğu zaman yürümeye devam ederdim. Başkaları
uyurken uyanık kalmaya gayret ederdim. Başkaları konuşurken dinler, çikolatalı
dondurmanın tadından zevk almaya bakardım. Eğer Tanrı bana birazcık can verse,
basit giyinir, yüzümü güneşe çevirir, sadece vücudumu değil, ruhumu da tüm
çıplaklığıyla açardım. Tanrım, eğer bir kalbim olsaydı nefretimi buzun üzerine
kazır ve güneşin göstermesini beklerdim. Gökyüzündeki aya, yıldızlar boyunca
Van Gogh resimleri çizer, Benedetti şiirleri okur ve serenatlar söylerdim.
Gözyaşılarımla gülleri sular, vücuduma batan dikenlerinin
acısını hissederek dudak kırmızısı taç yapraklarından öpmek isterdim. Tanrım
bir yudumluk yaşamım olsaydı… Gün geçmesin ki, karşılaştığım tüm insanlara
onları sevdiğimi söylemeyeyim. Tüm kadın ve erkekleri, en sevdiğim insanlar
oldukları konusunda birer birer ikna ederdim. Ve aşk içinde yaşardım.
Erkeklere, yaşlandıkları zaman aşkı bırakmalarının ne kadar yanlış olduğunu
anlatırdım. Çünkü insan aşkı bırakınca yaşlanır. Çocuklara kanat verirdim. Ama
uçmayı kendi başlarına öğrenmelerine olanak sağlardım. Yaşlılara ise ölümün
yaşlanma ile değil unutma ile geldiğini öğretirdim. Ey insanlar! Sizlerden ne
kadar da çok şey öğrenmişim. Tüm insanların, mutluluğun gerçekleri görmekte
saklı olduğunu bilmeden, dağların zirvesinde yaşamak istediğini öğrendim. Yeni
doğan küçük bir bebeğin, babasının parmağını sıkarken aslında onu kendisine
sonsuza dek kelepçeyle mahkum ettiğini öğrendim. Sizlerden çok şey öğrendim.
Ama bu öğrendiklerim pek işe yaramayacak. Çünkü hepsini bir çantaya kilitledim.
Mutsuz bir şekilde… Artık ölebilir miyim?”
Artık Facebook üzerinden de takip edebilirsiniz: buyrun buradan