Yıl 1933. Aylardan Ekim. Türkiye’nin her yerinde
Cumhuriyetin 10. yılı kutlanıyor. Sivas’ta da büyük bir tören var. Her taraf
bayraklarla donatılmış. Marşlar söyleniyor, şiirler okunuyor..
Sivas’ın Sivrialan Köyünün Akçakışla nahiyesinden de aşıklar
gelmiş. Bağlamalarını çalıyorlar, yanık türküler yakıyorlar. Aralarında biri
var ki, o farklı. Sazı farklı, sözü farklı. Üstelik gözleri görmüyor.
Cumhuriyet’in 10.Yılı için yazdığı destanı okuyor..
“Gazi Paşa Hazireti bir kişi
Ne kadar cesaret tuttu bu işi
Sarmıştı vatanı düşman ateşi
Esirgedi bizi ziyanımızdan ”
Veysel Şatıroğlu’ydu bu destanı okuyan. Tanınan ismiyle Aşık Veysel’di. Sazı, sözü çok beğenilmişti. Sivas Belediye Başkanı ve ilin önde gelenleri o an karar verdi. Veysel Ankara’ya gitmeli, bu destanı mutlaka Mustafa Kemal’e okumalıydı. Aylar süren bir çalışma yapıldı. Heyet kuruldu. Yol için para toplandı.Ama Ankara uzun, ince bir yoldu.
Motorlu taşıt yoktu. Veysel, arkadaşı İbrahim Tutiş ile yola
koyuldu.
Ankara’nın yolları taştandı. Tabana kuvvet dediler.
Cumhuriyet ve Mustafa Kemal aşkına. Günlerce yürüdüler. Patikaları, dereleri
geçtiler. Dağları, tepeleri aştılar. Aylar sonra Ankara’ya varabildiler. Tarih
1 Nisan 1934 idi. Üstlerinde köylü kıyafetleri vardı. Altlarında potur.
Ayaklarında çarık. Toz toprak içindeydiler. Sorup soruşturdular. "Gazi Mustafa Kemal’in huzuruna nasıl
çıkabiliriz?"
Tam Kızılay’da vardılar ki, iki polis çıktı karşılarına.
"Nereye hemşerim?"
"Biz Sivas’tan geliyoruz, halk ozanıyız. Gazi’nin
huzuruna çıkacağız."
"Olmaz."
"Neden olmaz? Atatürk’e bir destan yaptık. Ona okumak
istiyoruz."
"Yasak hemşerim. Bu kıyafetle değil Gazi’nin huzuruna
çıkmak, Kızılay da bile dolaşamazsınız. Yasak."
"Üç aydır yollardayız. İzin verin de geçelim."
"Kesin emir var. Yasak dedim size. Köyünüze geri
dönün."
Polisin dediği dedik, astığı kestikti. Gerçekten de o
günlerde Ankara Kızılay’da böyle kıyafetlerle dolaşmak yasaktı. Yasağı Ankara
Valisi Nevzat Tandoğan koymuştu. Kızılay yabancı devlet adamlarının ve
turistlerin gezdiği bir bölgeydi. Üzerinde Türkiye Cumhuriyeti’ne yakışır
kıyafet olmayanlar giremezdi. Vali efendi "Hırpani kıyafetlileri sokmayın" demişti. Cumhuriyetin “Köylü Milletin Efendisidir” sloganı Ankara’da geçerli değildi.
Aşık Veysel ve arkadaşı üzerilerindeki köylü kıyafetleri nedeniyle Kızılay’a
sokulmamıştı.
Üzgün ve kırgındılar. Arkadaşı İbrahim Veysel’e “Bari bir
gazeteye gidelim, derdimizi anlatalım..Belki Gazi gazeteyi okur, bizi çağırtır”
dedi. Soluğu Hakimiyet-i Milliye gazetesinin matbaasında aldılar. Dertlerini
anlattılar. Veysel sazını çıkardı 10. Yıl Destanını okudu. Fotoğrafları
çekildi. Ertesi gün 2 Nisan 1934 tarihli Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nde çıkan
haber şöyleydi:
“Dün gazetemize Anadolu’nun saz şairlerinden biri geldi.
Sivrialan köyünden olan bu yanık yüzlü adamın iki gözü de görmüyordu. Bu saz
şairinin yeni yazdığı koşmalar, inkilabın halkın en görgüsüz tabakalarına kadar
nasıl işlemiş, anlaşılmış ve sevilmiş olduğuna en büyük delildir.”
Görgüsüz tabakadan Aşık Veysel Ankara’da uzun süre haber
bekledi. Günlerce ne arayan, ne soran oldu. Çünkü Hakimiyet-i Milliye
gazetesinde Veysel’in Atatürk ile görüşme isteğinden satır yoktu. Gazi’nin
haberi bile olmadı. Sonunda paraları bitti. Boynu bükük Sivas’a döndüler. Ama
ne cumhuriyete, ne de Mustafa Kemal’e inançlarını hiç yitirmediler.
Aradan yıllar geçti. 1938 yılının başlarıydı. Atatürk
Dolmabahçe’de İstanbul Radyosunu dinliyordu. Programda Aşık Veysel vardı. Çok
etkilendi. “Bu ozanı bana getirin” dedi. Emir subayları hemen radyoya gittiler.
İstanbul Radyosu Müdürü Mesut Cemil Bey’e Aşık Veysel’i sordular. Maalesef
Veysel binadan çıkmıştı ve gittiği yer bilinmiyordu. Ertesi gün Veysel tekrar
radyoya gitti. Radyo Müdürü Cemil Bey “Gazi seni görüp, dinlemek istedi ama
bulamadık..Al bu mektubu yarın Dolmabahçe’ye git, seni Mustafa Kemal ile
görüştürsünler” dedi. Veysel sabah erkenden arkadaşı İbrahim Tutiş ve mektupla
birlikte soluğu Dolmabahçe Sarayı’nda aldı. Bu kez üstlerinde pantalon, ceket
ve fötr şapka vardı.
Nöbetçi askere “Akşam Atatürk bizi aratmış, şimdi duyduk,
geldik” dedi. İçeri aldılar. Kendilerini Yaver Şükrü Bey karşıladı. Şükrü bey
mektubu açtı, okudu. “Gazi şu an çalışıyor, haber veremem..Siz adresinizi
bırakın, müsait olduğunda sizi aldırırız” dedi. Saraydan üzgün ama umutlu
döndüler. Yine günlerce haber beklediler. Ama yine ne arayan oldu, ne soran.
Çünkü Mustafa Kemal rahatsızlanmıştı. Bir süre sonra da hayata gözlerini yumdu.
Aşık Veysel yıllarca bu buluşmayı beklemişti. Nasip olmadı.
Anılarında bu olayı şöyle özetledi:
“Kulaklarımla Mustafa Kemal’in sesini işitmeyi candan arzu
ettim ama kısmet olmadı”
Atatürk'ün ölümü üzerine söylediği ağıtı şöyle bırakıyorum
buraya:
Âşık, ölüme giderken diyordu ki:
“Elden gelen bir şey yok; bu yola hepimiz uğrayacağız.
Mümkün olsaydı, Atatürk’ü kurtarırlardı.”
Atatürk ile tanışamamak hayatı boyunca en büyük yarası
olmuştu, Âşık Veysel'in.
Son olarak Âşık Veysel'in de dediği gibi;
AĞLAYALIM ATATÜRK'E
!!!
Efendim bunu daha önce hiç okumamıştım, iyi ki paylaştınız, çok teşekkür ederim :)
YanıtlaSilAsıl ben teşekkür ederim efendim. Gelip okuyup yorum yaptığınız için :)
Sil