Yazılarım E-postana gelsin.

Yaz E-Postanı!

3 Ocak 2020 Cuma

Kimseden Bir İşaret Gelmeyecek Ataleti

Özlem Ekici


Her şeyin tükendiğini gördüm. Işıkların, seslerin, sigaraların ve hatırlanması güç anların her birini görüp, geçtim. Herkes kadar bekledim de. Kiminle bunu konuşmaya çalışsam biliyor. Beklemenin ne demek olduğunu biliyoruz artık. Beklemek yadırganmıyor hiçbir dilde. (Burada otobüs çiçekçi durağında durdu. Beyaz saçlı, keten pantolonlu bir adam indi. Sadece onun indiği bir durakta bekledik. Yağmur yağıyor. Otobüsler isli bir mekanizmaya dönüştü. Kış geldi Ali. Ali, nasılsın? Son gördüğümde uyuyordun. Sen çok güzel uyursun. Artık bunu biliyorum. Dans ettik seninle hatırlıyor musun? Tuhaf yüzlü bir perde asılıydı odanın birinde; bakıp bakıp inceliğimizi yontardık. Artık düğmeler koptu Ali. Bunu şu yağmurlar kadar biliyorum. Sen de biliyorsun. Tam olarak şöyle: “Söyleneceklerimi tedirgin bir akşamın içinde bırakıp dönüyorum.”

Günlerin anlamını karşılamadığını gördüm. Çabuk, özensiz ve geçimsiz günlerin çoğu böyle şekillenir ve biter. Hayat, konuşmasını bilenlerle bunun güçlüğünü yaşayanlar arasında devinip duran büyük bir sessizlikten ibaret. Delirmek üzere olduğunuz bütün anların sonunda ölçüsü olmayan bir boşluğun içinde bulursunuz kendinizi. Kayıtsızlık diyorum ben ona. Ne de olsa herkes kendi boşluğunun ölçüsüzlüğünde yaşamaya devam ediyor. Ben de sekmeyen, oldukça sabit bir durağanlığın içinde günlerin kendi kendine tükenip yok olduğu bir düzenin içinde yaşayarak devam ediyorum. Günler aynı, saatler bile aynı durağanlığın içinde kendine işliyor. Önemimi kaybettim. İşler aksayarak, çoğu günler yarım kalarak başka günlere ekleniyor. Hayret edilecek bir tarafı kalmadı yaşayışımın. Gerçek büyüdükçe önlem azalıyor. Yaşamak böyledir çünkü. Bazen durup durup şöyle söylüyorum: “Sanki hiç kimselerin kullanmadığı bir gün kalmış bana.”

Bazı günler kendiliğinden bitmiyor, düşünüyorum. İçinde yaşadığı, bunun uğraşısı içinde olduğu bir kenti anlayamıyor insan. Ankara da böyle bir açmaz. Kargaşası her an süren ve bunun dinmesi ihtimali olmayan çoğul bir sesler yumağı. Kendini yaşayanlarıyla karıştırmayan, herkese başka uğraşılar ve kaygılar veren bu kentte yaşamak da en az buradan kaçıp kurtulmak kadar güç. Her an bir şeyler olacakmış hissiyle telaş içinde bir yerlere kendini yerleştirmenin türkçesi burası. Kendinizi burada koyacak yer bulamazsınız. Bulduğunuzu zannettiğiniz az sessizlik başkasının iç sıkıntısıdır. Nem ve ıslak birliktedir burada. Kaygı ve korku birliktedir. Sevindiğinizi zannettiğiniz anların sonunda bedeli ödemeye hazır olacağınız bir başka sonuç bekler sizi. Ki, bunu bilir ve anlarsınız. Kızıp kenara koyup duramazsınız. Sevip bir yer açamazsınız kaburganızda. İstesek de kaçsak da biliriz bunu. Bu kopuk ve tuhaf kent sizi kendine bağlar izler. Yaşayan bir kent olması buradan gelir. Burası bunu bilir ve söyler bize. Şartlar ne ölçüde değişirse değişsin bildiğini okur burası. Duygularınızın, ölçünüzün ve şartlarınız hiçbir geçerliliği olmayacaktır burada.

Bugün yine burada, bir karmaşanın tam ortasında bir cümle duydum: “Lütfen yaşamaya devam edin, hoşça kalın.” Her şey değişiyor. Ölümler bile değişiyor. Yaşamak kendi başına kaldığı ölçüde bizi var etmeyi sürdürüyor. Kararlığımız değişmiyor. Buna yönelik yaşıyor ve sürdürüyoruz. Yaşamak böyledir çünkü. Gerçek büyüdükçe önlem azalıyor. Delirdiğimiz günlerimiz bile oldu. Günler ancak böyle bitebilirdi. Eğer çarenizin olmadığına dair kuşku taşırsanız bunu yaparsınız. Delirirsiniz. Biliyorum çılgınca fakat bundan sakınamazsınız. Şunu biliyorum artık: “Kimseden bir işaret gelmeyecek.”


21 Aralık 2019 Cumartesi

Hiçliğin Tadı - Charles Baudelaire

Özlem Ekici


Ey hüzünlü ruhum. 
İhtiyar budala. 
Kanının kanatlarında hırçın bir kıvılcım yanardı, 
Umudun mahmuzu yavaşça dokunsa şaha kalkardın. 
Ey şimdi her adımda derin derin soluyan hasta 
İşe yaramaz beygir 
Uzan olduğun yere dayanmasını bil. 
Sönmeyen yanı var mı dünyanın...

Ruhum, acılarını örtün. 
Ağır mermer tabutlarda uyanacak zamandır. 
Yenilmiş yaralar içindesin kocamış bunak 
Artık ne kavganın tadı 
ne de aşkın dinmeyen fırtınası ulaşmaz sularına. 
Elveda kavalın türküsü 
Flütün iççekici elveda 
Somurtkan ve karanlık kapılarımı çalmayın artık 
Ey hazların derinliği duyumların ateşi elveda..

Ruhum sevgili baharının bitti. 
O çılgın kokuların tükendiği zamandır.. 
Ayaklarımın altında yusyuvarlak dönüyor dünya 
Issız dağların karlı ağzında donmuş bir yolcu derinlere kayıyor 
Geçmişin titreyen eli sazdan örülmüş rüzgarlı kulübesi 
Gerek yok sığınmaya 
Ey her solukta gövdemi yutan zamanın muazzam ürperişi 
Ruhum dünyanın çığlarını çağır. 
Seni sarıp döne döne götürecektir zaman.

Charles Baudelaire

18 Ekim 2019 Cuma

İbrahim - Asaf Halet Çelebi

Özlem Ekici

İbrahim
içimdeki putları devir
elindeki baltayla
kırılan putların yerine
yenilerini koyan kim?

Güneş buzdan evimi yıktı
koca buzlar düştü
putların boyunları kırıldı
İbrahim
güneşi evime sokan kim?

Asma bahçelerinde dolaşan güzelleri
Buhtunnasır put yaptı
ben ki zamansız bahçeleri kucakladım
güzeller bende kaldı
İbrahim
gönlümü put sanıp da kıran kim?


Asaf Halet Çelebi

2 Ekim 2019 Çarşamba

Düşlerde Fener Olmak - Wolfgang Borchert

Özlem Ekici

Ben ölünce
hiç değilse
Bir fener olsam,
kapında dursam,
soluk donuk geceyi
aydınlığa boğsam.

Ya da limanda
gemilerin uyuduğu zamanda
gülüşürken kızlar
uyumasam,
dar kirli bir kanalda
bir yalnıza göz kırpsam.

Daracık bir sokağa
assalar beni
teneke, kırmızı bir fener
bir meyhane önünde
dalgın düşüncelerle
tempo tutup şarkılara
sallansam.

Ya da şöyle bir fener
gözleri büyümüş bir çocuğun yaktığı
duyulup da korkunca çevresinde yalnızlığı
dışarda camlarda
fırtınanın ıslığı
kâbuslar, görüntüler, cinler.

Evet, hiç değilse.
ben ölünce
bir fener olsam,
tek başına geceleri
uykulardayken dünya
gökte ayla senli benli
sohbete dalsam.


Wolfgang Borchert


Çeviren: Behçet Necatigil



21 Eylül 2019 Cumartesi

Ben Kelebek Olacağım

Özlem Ekici

  Aşk, kış kıyamette bile kelebek olmaya heveslenecek kadar çocuk tutabilmektir kalbi…
Yirmi iki yaşında bir şizofrenim; benim de aşk tarifim böyle. İnsanların arasında yalnız hissediyorum kendimi; kimse sincaplardan, sardunyalardan ve kelebeklerden konuşmak istemiyor.

  “Ben kelebek olacağım” dedim anneme; “kelebeğin ömrü üç gündür” dedi. “Zaten üç günlük dünyada yaşıyoruz” dedim. Evet, ben hastayım; siz çok sağlıklısınız!

  “Balık olmaya gidiyorum” dedim babama; “insan olarak yaratıldığına şükret” dedi. “Birazcık yosun kokmak ve kayalıklara pullarımı bırakıp, ışığa baygın baygın bakmak kim bilir ne güzeldir” dedim. Anormallik iyi geliyor bana; sizin normalliğiniz beni çok incitiyor…

  “Bir gün ırmağa dönüşeceğim” dedim öğretmenime; “iyileşeceğine inanıyorum senin” dedi.
“Hayal bilgisi dersleri olsa keşke; birimiz sazlık olsa, diğerimiz kırlangıç” dedim. Biliyorum ki beni anlamadı ve sesimi unutuncaya kadar susmak istiyorum oysa…

  “Denizyıldızlarına çok özeniyorum” dedim arkadaşıma; “her zamanki gibi tuhaf konuşuyorsun” dedi. “Denizyıldızlarının şarkılarını duyabilseydin, sen de benim gibi özenirdin onlara” dedim. Tuhafım ve sizi de tuhaflaşmaya davet ediyorum !

  “Rengini niye içine attı rüzgârlar, biliyor musun ?” dedim komşuma; “rüzgârların rengi yok ki” dedi.
“Dağların, denizlerin ve ovaların haritadaki hallerini gördükleri günden beri, gizliyor o muhteşem rengini bütün rüzgârlar” dedim. Hayalciymişim hep; siz gerçekçi olduğunuz için yeryüzü böyle bencilliklerle, kıyımlarla ve mutsuzluklarla dolu…

  “ Yarış atları, -ayrıca faytonlarda kullanılan atlar- ve eşekler hep hor görülüyorlar“ dedim kardeşime; “kaderlerinde bu varmış, sen böyle şeyleri düşüneceğine psikiyatri kontrollerini aksatma” dedi. “”Zalimlik, cehalet ve kibir nasıl da kutsallaştırılmış; ne acı” dedim. Atlar, eşekler ve ben, ağlıyoruz gece yarıları siz uyurken…

  An gelecek, doğaya karışacağım; ağaçların, ormanların ve leyleklerin özüne serpiliverecek ruhum. Şimdilik insanım, evet; bir sokak kedisi ne kadar insan olabilirse, ben de o kadar insanım işte…

  “Mezbahalar” desem susuyorsunuz.
“Nükleer santraller” desem umarsamıyorsunuz, “hepimiz hayvanlarla, derelerle, ormanlarla eşiz bu dünyada” desem ayıplıyorsunuz; “aşk” desem, “beni anlamadınız, aşkolsun” desem, öylece bakıyorsunuz. Aşk benim 'doğa'mda var ve siz sevgisizlikler, 'doğa'mı katlediyorsunuz…

  Slyvia Plath, “bir ayna damıtan şu buluttan daha fazla annen değilim senin” dedi bana uykumda; “uzayıp giden kara parçalarına inat, annelik yapıyorum yavru bir buluta” dedim ona. Öyle güzel söyleştik, öyle güzel dertleştik ki; o intihar etmemiş gibiydi, ben tecavüz edilmemiş gibi…

  Yirmi iki yaşında bir şizofrenim; bazen bir kaplumbağa, bazen bir yeşillik, bazen de bir kelebek, sevgilim oluyor benim.
İnsanların arasında yalnız hissediyorum kendimi; kimse düşlerden, özgürlükten ve aşk`tan konuşmak istemiyor.

Bir kelebek ölüsüyüm yanı başınızda; beni rengarenk rüzgârlar diriltiyor.




19 Eylül 2019 Perşembe

O Belde - Ahmet Haşim

Özlem Ekici


Denizlerden
Esen bu ince havâ saçlarınla eğlensin.
Bilsen
Melâl-i hasret ü gurbetle ufk-i şâma bakan
Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin!
Ne sen,
Ne ben,
Ne de hüsnünde toplanan bu mesâ,
Ne de âlâm-i fikre bir mersâ
Olan bu mâi deniz,
Melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz.
Sana yalnız bir ince tâze kadın
Bana yalnızca eski bir budala
Diyen bugünkü beşer,
Bu sefîl iştihâ, bu kirli nazar,
Bulamaz sende, bende bir ma'nâ,
Ne bu akşamda bir gam-i nermîn
Ne de durgun denizde bir muğber
Lerze-î istitâr ü istiğnâ.

Sen ve ben
Ve deniz
Ve bu akşamki lerzesiz, sessiz
Topluyor bû-yi rûhunu gûyâ,
Uzak
Ve mâi gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak
Bu nefy ü hicre müebbed bu yerde mahkûmuz...

O belde?
Durur menâtık-ı dûşîze-yi tahayyülde;
Mâi bir akşam
Eder üstünde dâimâ ârâm;
Eteklerinde deniz
Döker ervâha bir sükûn-ı menâm.
Kadınlar orda güzel, ince, sâf, leylîdir,
Hepsinin gözlerinde hüznün var
Hepsi hemşiredir veyâhud yâr;
Dilde tenvîm-i ıstırâbı bilir
Dudaklarındaki giryende bûseler, yâhud,
O gözlerindeki nîlî sükût-ı istifhâm
Onların ruhu, şâm-ı muğberden
Mütekâsif menekşelerdir ki
Mütemâdî sükûn u samtı arar;
Şu'le-î bî-ziyâ-yı hüzn-i kamer
Mültecî sanki sâde ellerine
O kadar nâ-tüvân ki, âh, onlar,
Onların hüzn-i lâl ü müştereki,
Sonra dalgın mesâ, o hasta deniz
Hepsi benzer o yerde birbirine...

O belde
Hangi bir kıt'a-yı muhayyelde?
Hangi bir nehr-i dûr ile mahdûd?
Bir yalan yer midir veya mevcûd
Fakat bulunmayacak bir melâz-i hulyâ mı?
Bilmem... Yalnız
Bildiğim, sen ve ben ve mâi deniz
Ve bu akşam ki eyliyor tehzîz
Bende evtâr-ı hüzn ü ilhâmı.

Uzak
Ve mâi gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak
Bu nefy ü hicre, müebbed bu yerde mahkûmuz...


Ahmet Haşim



7 Eylül 2019 Cumartesi

Gidelim Mi Tezer? - Tezer Özlü'ye Bir Mektup

Özlem Ekici

"Gitmem gerek. Yeni resimler görmem gerek. Benimseyeceğim, içimdeki kıpırdanışları dolduracak bir resim bulana dek gitmem gerek."

Birkaç zamanı daha yok sayıp bu evrene küsmüş gibiyim. Yüzüm öylesine dumanlı ki neyi düşlesem o dumana karışıp gidiyor. İçimde bir yere dair mumlar yaktığımda söylediğim şarkıyı duyuyor musun Tezer? Hiçbir zaman bilemeyeceğim o soruyu sormaktan vazgeçtim ben, artık burada değilim. Ne bir baş edinebilecek kadar bilinçli varlığım ne de sonunu kutsayabilecek kadar manidar yok oluşum. Bir dar koridorda sürünüyorum. Her pencere kenarında ayağa kalkıp mutluluk pozları veriyorum ve her düşüşte başka bir maskeme yeniliyorum.

Bu gökyüzünde nasıl dayanabilirim ki? Yaşamın hem en ucunda hem de bu kadar ortasındayken gelmek veya gitmek, yaşamak veya ölmek, her şeyden önce gülümseyebilmek… Bütün bunlara nasıl dayanabilirim ki? Kendime biçilen tüm rolleri yıkıyorum ördüğüm duvarın tam kıyısına, gitmeliyim yine Tezer, gitmeliyiz. Gitmeliyim ki bu sokaktan, evden, şehirden, ülkeden... Özgürleşeyim. Yüreğime doldurduğum özgürlük kuşlarını masmavi gökyüzüme bırakayım.

“Kalıplardan kaçmak için gidiyorum. Gitmekten yılmayacağım. Kentlere gitmek, kocalara gitmek, geri dönmek, ülkelere gitmek, tımarhaneye gitmek, gene gitmek, gene gelmek, hiçbir şey yıldırmayacak beni. Yaşamı ‘gitmek’ olarak algılıyorum.”

Sen bu dünyadan geçtin, bizler ise hala gidip gelme çabaları içerisinde yaşam sürdüğümüz yalanına inanıp kendimizi kandırıyoruz. “Burası bizi öldürmek isteyenlerin yurdu.” Hiçbir yerde olmayı sevdin sen, hiç kimse olmayı sevdiğin kadar. Bazen karıştırıyorum seni Pavese ile, duysan sevinir miydin buna? Sevinsen dahi söylemezdin değil mi? Çünkü seni duyan yine sendin.

“Hiçbir yerliyim.” Demiştin. Aslında hiçbir yer ne bize ne de biz o yere ait olamadık. Kalıplardan kaçmak için gidelim yine, yılmadan, bıkmadan, usanmadan.

Gittin, geldin senelerce. Nice sokaklarda, nice şehirlerde, nice istasyonlarda, daha nice yerlerde durakladın. Her gidenle gitmek isterdim, senin gibi. Senden duyduklarımı yine sana anlatıyorum. Gidelim mi birlikte? Sonra tekrar yollara dönelim. Arkamızda kalanların hepsini bir köşede unutarak, arda kalanları ilk kez kalem tutan bir çocuk hevesiyle karalayalım mı? İyi giyinelim mi yine?

Olmak istediğimden bihaber, ne olduğumsa koca bir bulantı. Umursamayarak alır oldum her nefesi, onları her nefeste bir adım daha çektiğimi siler gibi. Böyle olmak beni yörünge dışında tutuyormuş doğru mu? Ne avuntu ama, yine de sen hala nedenini sorma. Ne de olsa herkes kendi duvarlarının gerisinde. Herkes kendi hikayesinin öznesi. Herkes bir başkası için diğeri.

“Ölüm düşüncesi izliyor beni. Gece gündüz kendimi öldürmeyi düşünüyorum. Bunun belli bir nedeni yok. Yaşansa da olur, yaşanmasa da. Bir kaygı yalnız. Beni, kendimi öldürmeye iten bir kaygı.”

Herkesin bir duvarı vardır mesela, ardında kendini güvende hissettiği. Kaçarken sığındığı, bulunmak istediğinde bir adım öne çıktığı. Yaşamın ve insanların verdiği tedirginlikle, korkularıyla birlikte arkasına sığındıkları o duvar onları ne kadar korur bilinmez. Belki de bu yüzden bazıları o duvarın ardına saklanmak yerine içine hapseder kendini. Ve her yere kendisiyle birlikte taşır duvarını da. Biz gibi değil mi Tezer?

Bir ışık yakıp karanlığa hakarete yeltenmeyeceğim Tezer. Işıklarını unutun. Sadece durup izleyelim. Benden kaçan hayallerimi yakalamalıyım ensesinden. Ardı arkası kesilmeyen telkinlere sağırlaşmalıyım. Sadece durup izlemeliyim. Beni benden alıkoyan her neyse bulup yok etmeliyim. Geriye kalanları çocuklara masal diye okuruz senle. Yazıp bağıralım, yollar edinelim kendimize. Yolları yıkalım, dönelim ve yollardan çıkalım. Kapılarımı kapattım Tezer. Kapılarımı yaratıyorum artık bak. Çiziyorum, boyuyorum. Bak nerelere varıyor gökyüzüm? Hangi zamanlara, hangi sonsuzluğa… Gidelim mi Tezer? Oralarda gülebilir miyiz dersin?

Levla'nın kaleminden Tezer Özlü'ye ithafen....


Özlem Ekici, Personal Blogger Templates | Blog aa

Levla'nın Not Defteri - Kişisel Blog | Bütün Hakları Saklıdır | Copyright © | 2016 - 2023