Yazılarım E-postana gelsin.

Yaz E-Postanı!

9 Haziran 2021 Çarşamba

Birinci mi İkinci mi Üçüncü mü Ataleti

Özlem Ekici


  Gece 2'de canhıraş bir şekilde kalem kağıt mı arıyorum? Evet, şarjım bitti. Hem kağıda yazmak iyidir, hataları düzeltmenin en iyi yolu kalem ve kağıt ile yazmak. Üstünü çizersin beğenmediğinde, değil mi?
   Peki ya beğendiğinde?
Standart bakış açısı, "beğendiğin şeyi ifade et. Elde edebileceğin mutluluk, kendini ifade edebildiğin şey kadardır" der. Akıl ise sana başka oyunlar oynar, standartların dışına çıkmak ister. Beğendiğin şeyi, en güzel detayı ile resmetmek ister. İster ki, resmettiği şeyi en kusursuz hali ile hikayeleştirebilsin.

Dur, dur, dur... Konumuz bu değildi. Babam ve Oğlum'a döner kafanın bir yeri, der ki: "ona bir oda ver baba, bir evi olsun ama zaman zaman da çıkıp gidebileceği bir evi..."

Neydi konumuz? Kusursuzluk ve Beğeni... Tanımı nedir?

  • Olmazsa olmazın mı?
  • En, en, en istediğin mi?
  • Yoksa, daha naif olan, yüzüne bakmaya bile çekindiğin mi mesela?

   Ben hep 3.'yü seçtim. 3. olmak diş etlerinde ki ince bir sızı gibi, acı ve mutluluk verir. Hani orada olduğunu herkes bilir ve rol çalıp kısa sekanslarda da olsa 2.'liği alırsın ya da bazen tiradını öyle anlamlı bulurlar ki 1.'liği atfederler. Hazır da prime-time seyircisi başka bir yere bakıyorken, gönüllerin şampiyonusundur yani.

   Şimdi ne istiyorum öyleyse? 1.'likte gözüm mü var? Cıııkkk... Yine en fazla 2'.liğe öykünüyorum sanırım, 1. ile ortak ne paylaştığını görmek isteyerek. Çünkü, biliyorum ki 2. olan için de çok fazla şey birikti içimde.

   Yüzüm kızardı, mutlu oldum sıkça. Deli gibi yazmak istedim. Tuttum kendimi, anlamsız rahatsızlıklar vermemek için.
Ve...
Şimdi anlamlandıramadığım yerlerde 3.'yü beklerken,
2.'yi ayartarak,
1.'ye ulaşmak için soruyorum
Kendi kendime.

Ne olmuş?
Ne olacak?
Yapma dedi biri,
Yap ulan dedi içimdeki.
Garip bir duygu...

Ve...
Yaptım...

Eee, şimdi ne olacak?...

20 Mayıs 2021 Perşembe

Jurnal #19 : Denize Bıraksam Kendimi

Özlem Ekici

 Bilmek tükenmek bilmeyen yolları yazıyla, satırlarla süslemeye pek bir hevesli gönlüm. Bugün usulca bir şarkı fısıldadı kulağıma, sarıl sözcüklerine. Bağrımda yanıp duran ateşin külleri sarıyor bazen etrafımı, dinmek bilmeyen acı cümleler döküyorum. Birkaç neşeli yanım duruyor, arada bir izin veriyorum. Gelsin, en güzel güldüğüm halleri tekrar yaşatsın. Ha bitti ha bitecek derken yolum, yine kaçıncı kez geri yürüdüm. Bırakılan yerlerde beklemek âdetimiz oldu Levla. Oysa bizi bekleyen koca koca şehirler; gitmedikçe bekleyen, özlediğimiz kadar beklediğimiz köyler var. Biz beklemeye aşığız, beklenen yerlere hasret; özlendiğimiz dağların eteklerinde bir garip… Belki de bir gün her şey sonraya kalıyor; yarından sonraya, hep sonraya… Denizleri özlüyor gözlerimiz, bir darağacında sallanıyor hüznümüz; biz yine de hep iyiyiz, en güzel biz güleriz.

 Yaz geliyor bak yine, doğduğun günün her dakikasına pişman olup ağlarken bulacağız o kızı. O duvar yine boyanmamış diye kızacağız, sonra oturup bekleyeceğiz; tam yolun ortasında, her hikayenin sonunda. Levla, kaç gün oldu? Bahar bitti, yaz geldi; bak yine ardından kış gelecek. Umutlarını birbirine ekleyip yaptığın ip boynuna daha bir sıkı dolanacak, çek parmaklarını üzerinden. Bir mezar taşının soğukluğu var köşende, yetmedi mi bunlar? Levla bazen Leyla olmaya o kadar yakın ki, korkuyoruz. Bir çığ gibi düşüyor üzerimize zaman, sen yine de kalkıp aynı yolu yürüyorsun. Bazı şeylerin anlamsızca eskiyişine mi protesto yürüyüşün?

 Şimdi gel, birlikte bir şehre ninni söyleyelim seninle. Olmayan düşlerimizi yeniden dürtelim. Bir şarkının en can alıcı yerinde susalım, şarkılar ne söylemek istiyor öyle? Hiç bitmeyeceğini düşündüğüm bir yangın başlıyor; nereden tutuştuğunu anlayamadan, birden bire her yanın alevleniyor. Gözün yetmiyor yangını görmeye, sadece bir yanış bu duyumsadığın; nereye baksan küle dönüyor. Artık kaçamayacağını biliyorsun, öyle de durulmaz ki ateşe karşı! Ateşe teslim oluyoruz, artık biliyoruz. Bir daha aynaya bakamayacağız.

 Tüm düşüncelerim her an değişiyor. Tüm değer yargılarım ayaklanmış, neye ne gözle bakacağız biz şimdi? Neyi, ne şekilde kabul edeceğimi; neyi, ne şekilde reddedeceğimi bilemiyorum. Her şey belki olur gibi duruyor yine; her şey keşke olsaydı gibi geliyor. Ne çok belki var, ne çok keşke var; ne kadar çok iyi ki yok, ne kadar çok tam yok böyle. Her şey bağıra çağıra içimdeki şeytana hizmet ediyor ama ben yine de bekleyip o yolda bir ileri bir geri yürüyorum. Ve dahası derin seslere kulak kesiliyorum.

 Bilmediğim yerlere, bilinmeyen yerlere, bilinmesin istediğim yerlere yolculuklar yapıp yazıyorum. Oysa hepsi aynı yol, aynı şehir, aynı sokak, aynı hüzün; farklı hikayeler, benzer sonlar. Yol bitmesin derken buluyorsun kendini, kaçıncı kez döndüğünde. İçimdeki sıcaklığı imgelemeye çalışıyorum, bilmem belki bu kez görünür de savrulur küller.

 Herkes evine döndü. Sen yine o yolda yürüdün. Sen yoksun. Kime güldüğü bilinemeyen çocuklar gibiydi neşen, geleceğinden emindin. Bir sokak dolusunca insan gördüm, gözüm her hayaline daldığında. Baktım içlerine; Levla, sen yine yoksun. Penceremdeki kuşlar şahit, baktım. Her dem sustuğumda umudumu yenileyen tıkırtılar işittim. Koştum, baktım. Levla, sen yoktun. Kapındaki kediler şahit, koştum. Bir kıta, bir okyanus vardı aramızda, yokluğunun tam orta yerinde durdum. Bekledim öyle; gelmeni sevdim, bekleyişine tutuldum. Kalbin şahit, sevdim. Herkes kendine döndü Levla, ben yoksun.

 Gün boyu dinmeyen bir rüzgâr vardı. Sabahın ilk anlarından akşamın kızıllığına dek sokaktaki her şeyi titretti durdu. Düşünmedim diyemem, bazen rüzgârdan korkuyorum. Bilmediğim bir yere savurmasından değil, oradan oraya çarpıp kırıp dökmesinden de korkmuyorum. Çiçekler adına korkuyorum. Bugün hava nefesinden serin, ellerinden sıcak. Derin bir nefes alıyorum. İçimde hiçbir şey bırakmıyorum. Düş kalıyor her şey; göğü, kenti, ellerini rüzgâra bırakıp kaçayım diyorum. Levla, yine yol boyu süren bir yalnızlığa düşecek. Sustuğunu anlamasınlar, gülümse.

Belki en uzun rüyaydı bu, yol yine uzanıyor göğüme. Koşalım mı?

Yazı bitti. 


 

2 Mayıs 2021 Pazar

Jurnal #18 : Sokaklarımızda Bahar

Özlem Ekici

 "Kendime dönmek zorunda olduğum birtakım yollardan geri yürüdüm" demiştim burada, 15.jurnalimde. İşte o yolun sonunda kendimi bir fotoğrafa bakarken buldum. Bu kez umuttan bahsedeceğim, baharın kapı eşiğime getirip bıraktığı umuttan. Biraz soluklandığı bir yazı olsun Levla'nın, sokaklarımızda hep hüzün var olamaz. Bu kez neler yaptığımdan ve nelerle oyalandığımdan bahsedelim, biraz sohbet etmeyi özledim.


 Şimdi bir kapı çalar, biz yine umutla kalkar açarız. Birkaç hafta daha gelip geçer, bu şekilde her açışımız daha bir umuda tutundurur bizi. Bir park var demiştim, penceremden seyrettiğim; artık daha az ziyaret ediyorum. Çocuk sesleri iyi geliyor ruhuma, izin verirlerse birkaç fotoğraf çekiyorum. Bazı fotoğrafların sesleri olduğuna yemin edebilirim ama kimseyi inandıramam. Instagram hesabından görüyorsunuz belki de, bugünlerde fotoğraflara sarıldım. Zamanı durdurmanın ve saklamanın mümkün olduğuna inanmak için bir de dünyaya vizörden bakıyorum. 

 Bazı şarkılara çizimler yapıyorum. Sadece bir şarkı ile 3-4 saatlik bir iz bırakıyorum. Eskisi kadar iyi değil çizgilerim, ama bu kağıda dokunuşlar ruhumu rahatlatıyor. Bir şarkıyla günümü geçiriyorum bazen, sonra o hisleri dökmek için böyle bir yol buluyorum. Çizmek, dinlemekle bütünleşiyor. Bazı çizgileri silince izi kalıyor ya hani, bunu o notanın anılarıma dokunduğu bir yer gibi görüyorum. Çizmek güzel, yazmaktan daha iyi mi bilmiyorum ama kelimeler yerine çizgiler daha özgür sanırım. Hayatta da  kalemi nereye kadar götürdüğüne bağlı bazı şeyler, sen durdurmadıkça susmuyor sesler. Ruhu dinlendirmenin bir yoluyla diğerini böylece birbirine bağladım işte, şarkılar ve çizgiler birbirleriyle uyum içinde. 

 Çalışmalardan bahsedelim mi? Okul, iş ve araştırmalar. Az çok biliyorsun, boş durmayı hiç sevemedim. Yeni uğraşlar edinme konusunda oldukça başarılıyım. İspanyolca ile uğraşıyorum mesela, gittikçe sevmeye başladım. Gitarla aramız biraz soğudu bu aralar, dönemin bitmesini bekliyorum. Fotoğrafçılık sayesinde yine tasarım programlarıyla uğraşmaya başladım. Paslanmışız baya, bu pası sökmek gerek. Okuldan bahsetmiyorum, o zaten hep bir şekilde ilerlemesini bildi. İlgi alanlarıma göre onu da şekillendiriyorum. Rutine dönmediği müddetçe her şey yolunda, yeni bir şey de hemen ekleyebiliriz.

 Gittikçe sanata dönüyorum, sanatla da kendi içime. Okumalar azaldı, sadece şiir kitapları duruyor elimde uzun süre. Şiir yazmaktansa okumayı tercih ediyorum. Bazı şiirler buluyorum, kendime dokunan; bazıları daha çok bir liman olan. Slyvia ile uykuya dalıyorum çoğu zaman, bir gün gözümü açtığımda aynada ona bakacağım. Şiirleri hep daha bir yakın, daha bir dost canlısı bulmuşumdur. Bazı mısraları şairle yazıp üzerinde düşündüğümü hayal ediyorum. İlk kez Özdemir Asaf'tan bir şiir ezberledim bu hafta, unutmamak dileğiyle. Bu yıl bahar bana bir canlılık getiriyor, ruhum ilk kez bu kadar şiir dolu. 

 Balkonumuza ufak bir bahçe kurduk. Bir limon ağacı, birkaç çiçek saksısı ile yeşil bir alan oluşturduk. Limon çiçeğinin bu kadar güzel koktuğunu tahmin edemezdim, çok hoş bir kokusu var. Saksıların sayısı gittikçe artıyor, bugün bir saksı daha ekledim. Bir köşede yeşilliğe bakıp dinlenmek iyi geliyor. Evden çıkamadığımız günlerde yeşilliği eve getirmek iyi oldu. Şimdilik fotoğraflarını koyabileceğim kadar çiçeklenmediler, o yüzden birkaç hafta sonra burası oldukça renklenecek diyebilirim.

 Bir gün neşeli, bir gün kasvetli yapım bu yazıya da yansıyor. Bahar bu kez sokaklarımızda Levla, istesek de gülmeden edemiyoruz. Birkaç söz dilimizde pelesenk olmuş ama biz yine güleceğiz. Sizlerle de bu sokaklarda çokça karşılacağız. 

Şimdilik bu yazı da bitsin.

 
 

23 Nisan 2021 Cuma

Jurnal #17 : Bir Kaos

Özlem Ekici

  Merhaba, kasvetli bir günden iç karartan bir yazıyla geldim. Ortalığın dağınıklığı için kusura bakma, kırılıp dökülecek daha çok cam(n)ımız var.

 Uzun bir vakit geçti. Yazmaktan kaçtım, kendimden kaçtım.Öyle ki kaçmak yaptığım tek eylem, susmak ise ezbere bildiğim tek edim oldu. İçimdeki kaosu yazıyla dökerdim ki toplanma imkanı bulunsun, şimdi o kaosu oturup seyre duruyorum. Bir duvarı andıran hislerim ile yazıyorum, sözcükler birkaç neşe kırıntısına tutunmak istiyor ama şimdi dağlarımızın ardından bir yel esiyor.

 Birkaç gün önce, belki birkaçtan biraz fazla, bir deftere "Nereye gittiği belli olmayan onlarca yolun başındayım" yazmışım. Onlarca yolun başlarının ürkütücülüğünü belirterek altını çizmiştim. Onlarca yoldan birini seçemiyordum. Bu kararsızlığı ve duygusallığı zirvede yaşayan biri olarak mantıksal bir şeyler serpiştiremeyişlerimden dolayıdır. Mantığımı kullanmayı düşünmüyorum çünkü mantıksal şeyler bazı hayatsal faaliyetlere müdahale ettiğinden beri insanlar gözyaşlarını yok saymaya; duyguyu ve duygunun getirebileceği her şeyi umursamamaya başladı. Bir süredir buna kafamı yoruyordum. Mantıksallığa karşı büyük bir anarşi geliştiren beynim bütün bunları yaşarken mantığını kullanıyordu oysa! İçimdeki beni çoğu zaman anlamayan iktidara öfkeliydim, sen öfkelenmediniz mi Levla?

 Doğru ya, sen onu dinlemeyi bırakalı uzun zaman oldu. Uzun zamanın birinde kaldı susturduklarımız. Öfkem bu kadar olmadı,olmamalıydı Levla. Susturmayı düşünemedim. Aslında çoğu şeyin kararını sonraları düşünürüm. Aldığım kararlar yığılır, yığılan kararları düşünmeyişimden dolayı ben de yığılırım. Mantığımı kullanmadığım zamanlara nefretim ve mantığını kullanabilenlere. Bunu da az önce fark ettim, biri beni uyardı.

 Karanlıkta kalan bir şeyler var. Karanlıklara ışıklandırmak hiçbirimizin aklına gelmiyor. Kendi şehirlerimde boğuluyorum, kendi şehirlerimi onların aydınlatması isteyen ruhumu boğuyorum.

  Çıkarımlar yapamıyorum, çıkarımlar boğuk, çıkarımlar kesilmiyor, şiirlerim susmuyor. Yakıyor, yıkıyor. Aleve tutuyorum bedenimi, alevler ruhumu yıkıyor. Kendimi kendim hariç her yerde aradım, nerede kaybolduğumu bilmiyorum. Kendimde kaybolmuş olmaktan korkuyorum. Onlar hala göremiyor kaybolduğumu, öylece izliyor. Ben de öylece kahkaha atıyorum, içimdeki boşluğa doğru. İçimdeki boşluklar ruhumdan şikayetçi. Her gün ruhumu susturuyorum, her gün şarkıların seslerini biraz daha yükseltiyorum. Şarkılar ruhumu çevrelerken gerçekleri görmezden geliyorum. 

 Yazmadım, kızıyorum kendime ama bilmiyorum böyle içimde fırtınalar kopuyor ve ben yine sessizim. Suskunluk üzerime yapışmış, çıkmıyor. Dinledim defalarca, bilmiyorum kaçıncı kere ama bak yine dinliyorum. Eskimiş, bir kenara koyulmuş hislerimi şaha kaldırıyor bu ezgi. Yazmak, uzun bir zamandan sonra bu kadar kolay olmamıştı. Dolmuşum da yağacak yer arıyormuşum gibi. Bir hasret var içimde, anonim demiştik ya hani, bu kez kime olduğunu bilmediğim, neye olduğunu çözemediğim bir hasret taşıyorum. Ben yine çok konuşuyorum kendimle, hislerim soğuk bir duvarı andırıyor, ağlayamıyorum. 

 Bana aldığı çiçek, kokusunu getiriyor hatrıma, bana o söz verdiği mozaik pastayı hiç yapamamıştı. Bu şehir bana hiç yaramıyor, bize burası sadece yara. Acıları seviyorum, onları büyütüyorum. Deniz'in kokusu mu şu aldığım, sahi kaç yıl eskidi? Böyle yarım yamalak omuyor, hatırlama işte.

 Aylardır elime, okumak için, bir kitap almadığımdan sanırım, aynı lafların gevişini getirip duruyorum. Kendimin bir fotoğrafına dönüştüm. İçli içli kusuyorum. Böyle olması hoşuma gitmiyor. Yürüyemeyecek durumda mısın? Belki de sen öyle sanıyorsundur. Bunu biraz yürümeden ve biraz vazgeçmeden asla anlayamazsın Levla.

 Aylar sonra fotoğraf makinesini aldım elime, cadde cadde geziyorum. İnsanları seyrettikçe kendimden uzaklaşıyorum. Seneleri birkaç alın çizgisinde görüyorum, gözlerin altındaki torbalara doldurulmuş acılar ise ilk dikkat çeken. Doğaya kaçmak da çözüm değilmiş gibi hissediyorum, kaçmak artık bir çözüm değil Levla. 

 Geride bırakmak bana göre değil. Daha çok karla kaplı bir dağın tepesinden yuvarlanan ve gitgide büyümeye devam eden bir kar topu gibi, birikerek büyüyen ve bir yerlere çarpıp da parçalara ayrıldığında olabildiğince uzaklara dağılabilen... İşte bu bana göre. Kendimi, kendimden uzak tutmanın tek yolu bu. Üstelik kendimi tanıyamadığım zamanlar, kendimden emin olduğum zamanlardan çok daha fazla ve bu daha iyi. Böylelikle o zaman öylesine yaşıyormuş gibi dursam da, aslında birden fazla hayatım olmuş gibi düşünebiliyorum. Birden fazla hayatım olmuş ve bunları biriktirmişim. Aklımda tutmaya gerek duymadan biriktirmişim ve hepsini, bilincimin derinliklerinde bir odaya kilitleyerek savrulmaya devam etmişim. Ne güzel! Oysa inkâr etmek istiyordum. Karşı karşıya gelmek, hayret etmek, tiksinerek bakmak, sevgi duymak istiyordum. Tüm anılarımın karşısında üstü başı yırtılmış, saçları dağılmış, yüzü kir tutmuş, bilekleri pasla karışık kan izleriyle doluymuş gibi durmak ve söylenmek tüm anılarıma... Hiçbiri benim gibi durmayan anılarımla dövüşmek, sakladığım kimliğimi sonunda böyle açığa çıkartmak istiyordum. Onu o an sevip kabul edeceğimden değil, korkumu yenmek için. 

 Şimdi yeniden düşündüm de, geride bıraktığım bir şey var Levla. Kendimi ve aklımdakileri alıp başka yerlere sürüklenmeye başladığımda, geriye kalan...

 Bu kez giderken afilli cümleler kuramadım ama bu yazıya bir bitiş lazım. Biliyorsunuz, buralarda yine görüşeceğiz.

Bu yazı da bitti.

 

21 Mart 2021 Pazar

Gül - Cemal Süreya

Özlem Ekici

 

Gülün tam ortasında ağlıyorum
Her akşam sokak ortasında öldükçe
Önümü arkamı bilmiyorum
Azaldığını duyup duyup karanlıkta
Beni ayakta tutan gözlerinin

Ellerini alıyorum sabaha kadar seviyorum
Ellerin beyaz tekrar beyaz tekrar beyaz
Ellerinin bu kadar beyaz olmasından korkuyorum
İstasyonda tiren oluyor biraz
Ben bazan istasyonu bulamayan bir adamım

Gülü alıyorum yüzüme sürüyorum
Her nasılsa sokağa düşmüş
Kolumu kanadımı kırıyorum
Bir kan oluyor bir kıyamet bir çalgı
Ve zurnanın ucunda yepyeni bir çingene

 

Cemal Süreya 

 

12 Şubat 2021 Cuma

Kar Yangını - Edip Cansever

Özlem Ekici

Neden bu kadar kar, bu kadar yıl, bu kadar yağış?
Bu kadar uzaklardan nedir bu kadar gelen?
Bir uzun çan kulesi bembeyaz Samatya'da
Bir oğlan bir martıyla upuzun seviştiğinden
Yaslı bir kadın gibi gözleri kendine bakan,
Kendine baktıkça da çocukları olan hüzünden. 

*

Belki bir söz yığını, yıllar var konuşulmamış,
Çıkarlar kar yangını her biri duyduğu yerden,
Yüzleri, saçlarıyla, bir de gözbebekleri,
Asılırlar boşluğa çocuksu seslerinden,
Birtakım dünyalarla önce ve güzel
Kış güneşi, sarmaşık, kim ne anlıyor sanki ölümden? 

*

O yanık ikindiler, sonrasız loş gecelerden,
Üstlerinde bir sürü çocuk gözleri.
Tutuşurlar ne zaman karların ateşinden
Bir ölüm kadar şaştığımız onlar ve kendileri
Yani bu dünyanın en yılgın havarileri
Orada çan kulesi bembeyaz öldüğünden... 


Edip Cansever


29 Aralık 2020 Salı

Jurnal #16 : Yittiği Yere Kadar

Özlem Ekici
Görsel: Füruğ Ferruhzad

 Sayın okuyucu, dilersen bundan uzaklaşıp gidebilirsin bir sonraki yazıya; çünkü bu biraz Levla'dan Levla'ya mektup olacak, yanlış anlama özel değil meselemiz sadece iç bunaltıcı olmasının yanı sıra karmaşık bir zihin bulanıklığına tanık olacaksın. Kopuk yazmalarım meşhurdur ama burası biraz kaosu andırıyor, yine de sen bilirsin tabi. Okuyacaksan arada durup başa alabilirsin veya baktın sarmıyor kapat geç yahu ben bile okumuyorum çoğunu. 

 Uzak kaldık blogumuzdan, kağıttan, kalemden ama en çok da kendimizden Levla. Eski kadar yazıya sarılmıyoruz sanırım, belki de sadece unutmamak için yazıyoruz bunları? Jurnaller günlüğüme düştüğüm notların dışında kendime yazdığım mektuplar olmaya başlıyor artık. Sayısını yine unuttum ama birkaç kere tekrarladığımdan eminim bu durumu, on altıncı jurnali yazıp yazıp sildim. Eskisi kadar kaçmıyoruz diyordum acılardan, gerçeklerden ama öyle değilmiş, avutuyormuşuz kendimizi Levla. Burası not defterinden ziyade kendimizi resmettiğimiz bir alandı ya hani, o resme bakmak artık bizi yoruyor sanırım. İnsan ezbere bildiği çirkin bir yüzün ayrıntılarına dönüp durup bakmaktan da usanıyor ya neticede, hak vermek lazım. Yaşlandığımızı veya büyüdüğümüzü -ne dersek diyelim işte adına, bana göre de içimin geçmesi mesela ama bunu dile getirmemek lazım- nasıl anlarıza kafa yoruyoruz birkaç gündür, durduk yere o raftan düşüp zihnimizi bulandırmadı bu düşünce biliyorsun, bir süredir dördüncü kere aynı kitabı okuyorsun. Her seferinde o sayfada durup dalıyorsun. Dur şimdi, onu hatırlatmak lazım mı bilemedim zaten ezberinde değil miydi o senin? Unutmuşumdur, bir daha üzerinden geçelim.

"Ne dersek diyelim, ne iddia edersek edelim, dünya gerçekten çekip gitmeden çok öncesinde terk ediyor bizleri.

 Daha önce en çok meraklısı olduğumuz şeylerden, günün birinde artık gitgide daha az söz eder oluveririz, ille de konuşmak gerektiğinde de zorlanırız. Hep kendi sesimizi duymaktan gına gelmiştir... Kısa keseriz... Vazgeçeriz... Otuz yıldır konuşup duruyoruzdur zaten... Haklı çıkmayı bile umursamamaya başlarız. Zevkler arasında kendimize ayırdığımız o küçük yeri bile koruma arzusunu yitiririz... Kendimizden iğreniriz... Azıcık karnını doyurmak, birazcık ısınmak ve hiçbir yere varmayan yolda giderken mümkün olduğu kadar çok uyuyabilmek artık yetiyor da artıyordur bile. Yeniden bir şeylere ilgi duymak için başkalarının önünde takınacak yeni surat ifadeleri bulmak gerek... Ancak artık repertuarımızı değiştirecek gücümüz kalmamıştır. Eveleyip geveleriz. Onların, yani dostların arasında kalabilmek için bin türlü numara ve bahane ararız, ancak ölüm de artık buradadır, leş kokulu, yanı başımızda, artık daima orada kalacaktır, bir el pişpirik kadar bile gizemi kalmamış olacaktır. Gözümüzde bir anlam ifade etmeye devam eden tek şey olarak ufak tefek üzüntülerimiz kalmıştır, sözgelimi o küçük şarkısı bir Şubat akşamı ebediyen susan Bois-Colombes’daki ihtiyar amcamızı henüz sağken ziyaret etmeye bir türlü zaman ayıramamış olmanın üzüntüsü. Yaşamdan geriye sakladığımız bir bu kalmıştır. Yani bu ufacık korkunç pişmanlık, gerisini ise, az çok yolda kusmuşuzdur, epey çabalayarak ve zorlanarak da olsa. Artık kimsenin geçmediği bir sokağın köşesindeki eski püskü bir anı fenerine dönüşmüşüzdür."

(Gecenin Sonuna Yolculuk, Louis Ferdinand Céline, Yapı Kredi Yayınları, 22.Baskı, s.468.) 

 Terk mi ediliyoruz, yoksa kasıtlı olarak biz mi bırakıyoruz kısmı daha ilk cümleden beynimi ağrıtmaya başlamıştı hatırlıyor musun? Genellemeyi geçip kendimize baktığımızda da bir hayli karışmıştı ortalık, duvarın cevap verdiği gündü sanırım. Bir şeyler oldu ama neyse onu geçelim, sonra düşünürüz bunları. Yaşlanmak mı yoksa büyümek mi yoksa olgunlaşmak mı yahu bunu geçtim, içim geçti diyoruz derken birden durdum.

 Hayatı bazen çok kolay bir şekilde biz bırakıp gidiyoruz Levla, çok canımız yanıyormuş diyerek acımıza kol kanat gerip içimize gömüldükçe geçen dakikaların boşluğuna mı yoksa yaşanacak ama yaşanılamayan anların sayısına mı borçlu kaldık? Oysa ölüm diye bir uçurumun kıyısında oyalanıyorduk, unuttun mu? Hatırlamak değerli, unutmak yorucu, bir o taraftayız bir bu tarafta; oyalanmalıyız, bir noktada durup izleyerek dengede duramayız o kıyıda, sahi denge diye bir şey yoktu sende, bu kısım imkansız o zaman. Bir kısım uğraşlara başlayıp devam ettirememek de değil hani kast ettiğimiz; devamlı olabilmek önemli, asıl bunu başarmalıyız. Sekteye uğrayabilir ama durup tekrar başına geçmeyi bilmeliyiz. Artık repertuarımızı değiştirmeliyiz dediğimiz anda o gücü bulmak lazım ya hani, biliyorsun işte ne dediğimi -kaçmak çözüm değil demiştik- yap gitsin. Daha da yaşlanmadan geçip bir şeyler yapmalıyız demek lazım sanırım, yoksa kimse inanmıyor olan bitene, duvarlar bile üstün körü bir inkara girişiyor. Sonra o eski püskü fenerin birkaç yüzü aydınlatması ümidine bağlı kalamayız, biliyorsun. 

 Bir mektup yazdık, oradan başladı her şey aslında; bloga resmetmekten korktuğumuz o yüzü tekrar görmeye böyle geldik. Susmak yerine konuşmayı seçtiğim ilk zamandı bu, iyi bir başlangıç sayılmazdı lakin yine bir başlangıç fena olmadı yahu kaç senedir susuyoruz. Bazı şeyler konuşulmalı dedikçe sustuğumuz o kutuyu kapamanın ne anlamı vardı, onlar senin birer parçan diyene korku dolu gözlerle bakacak kadar neyin vardı ah Levla?

 Kutu fazla aralanmadı ama en azından içinde artık ne olduğundan eminiz; bir denizim vardı, sonra bir arzum, bir de bir miniğim. Ruh denen o sisin içinde kayboldukça ovaladığım penceremden etrafı göremiyorum. O parka bakamıyorum, o çocuk gülüşleri doldurmuyor kulaklarımı, gidenlere ağıtlar yakıyor arkada birileri -bu sesi durdurmalarını söyledim defalarca ama olmuyor. Bir sızının parçaları batıyor ayak uçlarında gezinen o kıza, bak yine çipil çipil gözleri ama işte bu kadar görünüyor o bulanıklıkta, kollarını sallaman sisi dağıtmaya yetmiyor, bazen kanatlarının olmasını çok istiyorsun.

 Bak yine takıldık boya kutusuna, yine boyanmadı değil mi o duvarlar, yaşamdan geriye ne sakladın dediklerinde göstereceğiz bunları diye mi boş olmasına rağmen ısrarla orada tutman? Geride ahuzar olanlar bıraksak da bir şekilde unutmaya meyil ettik hep, yittiği yere kadar eski bir hikaye tutturduk. Ben ölmeyi beceremem Levla ama her hayalimi parmaklarımın arasına gömmeyi bildim. Boynundaki o kesiklerin sebebi belki de bunlardır, her zaman dikkatsiz biri oldun. İzdüşümü birkaç adım attık önce, bazen kıyının da kıyısında olmak yaşıyorum hissi verir ümidiyle, o rüzgarın saçlarına değmesini izledim. Savrulanlar saç telleri yerine birkaç zincirmiş, gün ağarınca parıltısı cezbetse de artık hoşumuza gitmiyor. 

 İstediğimiz o kentin sokaklarında birkaç ses duyma arzusu belki de bizimkisi, yine yaşıyor değil de sıkışmış kalmış hissi duyuyoruz ya hani işte o sivri köşelerden uzak durmak lazım Levla.

   Her şeyin bir zamanı var. Gecikmişliklerimizden asılı kalacağız hayata. Şimdi bir süreliğine yine gideceğim, ama biliyorsunuz buralarda hep görüşüyoruz.

Yazı bitti, bu kadar.  



Özlem Ekici, Personal Blogger Templates | Blog aa

Levla'nın Not Defteri - Kişisel Blog | Bütün Hakları Saklıdır | Copyright © | 2016 - 2023