Yazılarım E-postana gelsin.

Yaz E-Postanı!

22 Ekim 2022 Cumartesi

Bi'şeyler #1 : İlk Yazı, İlk Tura

Özlem Ekici

 Uzun bir süredir yazmayınca eksik hissettiğimi anlamam üzerine ve son girişimim olan podcastlere devam edemiyor oluşumdan buraya artık daha gündelik yazılar girmeyi uygun buldum. Podcastlere devam edemiyorum çünkü kısıtlı bir internet erişimim var ve bu durumda yayını hazırlamak şöyle dursun yükleyemiyorum bile. 

Okul son zamanlarda fazlaca vaktimi alıyor lakin bu yoğunluk iyi, bu yoğunluk bana çok iyi geliyor. Kitap okumaya pek vaktim kalmasa da ağır ağır birkaç kitabı sıraya alıp başlıyorum. Günün çoğunu okulda geçirmek insanı bir süre sonra yoruyor ama neden bunu çekilebilir hale getirmeyeyim ki? 

Spora verdiğim ara sebebiyle de biraz mental olarak depresif olsam da hayatın güzel yönlerine odaklanmaya çalışıyorum. Aktif bir iş yaratma konusunda üstüme tanımadığımdan yeni bir proje seçip onu geliştirmeye çalışacağım sanırım. Gelsin matrix kodları, aksın yeşil yeşil :)

Fotoğraf çekilecek havalardayız, Ankara'da sonbahar pek güzel. Bir boş anım olsa da kampüsü turlasam dediğim halde bir türlü o vakti bulamıyorum. 

Evde ilkel çağlardan esintilerle yaşıyorum, internet minimum düzeyde, telefon ve televizyon da aynı şekilde derken çalışmak ve üretmek için daha iyi bir fırsat bulunmazdı herhalde :)

Bu ilk yazı, ilk tura derken aslında bu sıralar olasılık teorisine takılmış durumdayım. Programlama dersim sayesinde olasılık teorisi ve uygulamalarına ayrıca ilgi duymaya başladım. Gelecek günlerde bu konuda yazmayı planlıyorum. Kitap hakkında bir inceleme veya bir fizikpedia yazısı gelebilir belki, kim bilir :) Hazır nobel fizik ödülü falan da verilmişken kısa bir giriş konuşması hazırlayabilirim sanırım.



21 Eylül 2022 Çarşamba

Podcast #1: Mitoloji ve Edebiyat

Özlem Ekici

 


Merhaba, dün bir karar alıp podcast yayınlamaya karar verdim. Yanıma çok değer verdiğim arkadaşım Emre Bozkuş'u alıp "Mitoloji ve Edebiyat" hakkında konuştuk. 

Spotify için tık tık

Umarım dinlerken zevk alırsınız. 




8 Eylül 2022 Perşembe

Yüzünde Bir Yere Sığsam

Özlem Ekici

 Bir incir masalı bizimkisi, yüzünde bir yere konma misali, anlatıp duruyoruz Hızır ile İlyas'ı, Eliha'nın diktiği bir incir dalıyken Bese'nin gelmeyen İlyas'ı oluyoruz. 

 Sema Kaygusuz bize mitlerle efsanelerle bezenmiş bir kısa roman sunuyor, edebi sanatlar ve kurmacalar birbiriyle o kadar ahenkli ki okuduğumuzun tadı damağımızda kalırken sonuna geliyoruz. Yaşanan acılar, kimsesizlikler, yalnızlıklar, geçmiş ve şimdiyle aralarında duran bir salıncak misali aktarılıyor. 

"İncire ve zeytine andolsun ki" diye başlıyor Kuran'daki Tin süresi; "biz insanı en güzel biçimde yaratık". Yaradan'ın yarattıklarının adıyla yemin etmiş olması muhteşem bir dil eğretilemesi...

Kurmaca olarak bakıldığında geçmiş ve şimdi arasında sınırların tam belirlenmediği kısa bölümler halinde bir sarmal karşılıyor bizi. Mitsel ve tarihsel öğelerin yanında bir incir metaforu var ki tekrar tekrar okumak isteyebileceğimiz cinsten. Dil olarak bakarsak ağır ağır okumaya müsait olmasının yanı sıra şiir gibi gelen bir üslupla seslenmiş yazarımız, oldukça basit bir dil fakat bir o kadar da yoğun bir anlatım diyebilirim. Anlatıcı olarak biri seçilmiş ve onun ağzından dinliyoruz her şeyi, muhatap aldığı kişiye seslenmeleri ve anlatıları ile ilerliyoruz. Bu bize farklı bir tat veriyor, onunla hararetlenip onunla seviyoruz. 

Zamansal bir bütünden çok uzak olması okurken biraz zorlu bir yolculuk sağlıyor, fakat kitabın bir kurgusal omurgası olmaması zaten bu kitabı bize bu kadar eşsiz kılıyor. Zaman belirsiz ve karmaşık, dil öylesine şiirsel ve sanatsal ki okurken bir masal dinliyoruz edasına kapılıyoruz. 

Ben özellikle "incir" metaforu ve "Hızır" kavramına değinmek istiyorum. İncire neden incir dendiği, ve  incir ile neler anlatılmaya çalışıldığı kitabın bence bel kemiği olan bir olgu diyebilirim. İnciri de mitsel ve tarihsel anlamda ele alıyoruz, "inciri hiç böyle okumamıştınız" diyebileceğim bir anlatı sunuluyor. Kültürümüzdeki Hızır kavramından da bahsediyor. Hepimiz duymuşuzdur, "Hızır gibi yetişti" denir, çeşitli efsanelerde ve anlatılarda ismi bolca anılır. İşte bu Hızır kavramını da romanına ekliyor ki zamansızlık daha bir vurucu hale geliyor. Böylece zamanın insanlar üzerindeki etkilerini daha iyi anlamamıza, zamansızlığın ve zamanın o vurucu ürpertisine tanık oluyoruz. İki farklı zaman arasında yaşanılan deneyimlerin ve olayların insanlar için ne kadar etkili olduğunu resmediyor. 

Yüzünde Bir Yer'i Elazığ'da okumaya başlıyoruz. Elbruz dağlarının eteğine kadar varıyoruz, oradan Salem'e. Bir ara Dersim' e gidiyoruz, burada yaşıyor ve dinleniyoruz bir müddet. Ardından bir Hıdrellez'de ateşin üstünden atlarken başparmağında kemik olmayan birisiyle dans ediyoruz. Bazen Bese oluyoruz bazen de Eliha. Eliha gibi incire düşkün ve sevdalı oluyoruz, Bese gibi İlyas'ımızı bekliyoruz. Hızır'ı, Zükarneyn'i tanıyoruz. Sevdiğimiz şeylere bir isim veriyoruz, bizim oluyorlar, inciri tadıyoruz, hiç böyle sevmemiştik birini. İstanbul'a uzanıyor bir anda kelimelerimiz, bitmesine çok yakın öykümüz. 

Sema Kaygusuz ile ilk kez tanıştım ve edebi doyuma vardığım bir roman ile kalemini tattım. Genel olarak mitsel ve de zamansızlığın bu derece işlenmiş halini sevdim, hiç duymadığım öyküler dinledim, bazen Bese oldum bazen gözü olmak isteyen ona. Masalsı bir üslup bana kalırsa ama kendini sevdiriyor ve okutuyor. Sindire sindire okunmalı ve içine girmek için Hızır üzerine bir ufak araştırma yapmak da fena olmaz sanırım. Yüzünüzde bir yere sığınıyor bu roman ve siz istemeden parçanız oluyor. İmgelerle dolu bir yolculuğa hazırlanın, bu oldukça güzel olacak. 

Seni doğuran anne, seni düşleyen baba henüz dünyada yokken, atalarının çizdiği kederli bir sima, tenden tene geçen yakıcı bir ağıtın son defteri olmuşsun. (s.11)

Bütün varlıkların aynı yıldız tozuyla mayalandığı bilgisi bundan böyle hükümsüz bir teselliydi onun için. Meğer sağ kalmak yeni bir tutum devşirmekti hayattan. Yeni bir gam, yeni bir ahlakla yeniden dirilen Bese bu kez başka bir yarayla doğuyordu. (s.15)

Hayat şeylere yüklediğin anlamlarla sınırlıdır ne de olsa. (s.16)

Bir şeye ad vermek onu kendine alışmaya zorlamaktır. Yeryüzündeki bütün kinsiz, gurursuz, yalın ve dingin canlıyı evcilleştirmenin ilk adımıydı bu. (s.17)

"Hisler düşünceyi tetiklemediğinde hissedilmiş olanı hissetmekten başka elden bir şey gelmiyor. Yarın ölü uyanmayacak olsan da, ertesi gün, daha ertesi gün, şu anki hissinin yarattığı yıkıcı yavanlığa alışarak yeniden ölgünleşeceksin. Tam da böyle bir ihtimal varken güzel gözlüm, şu anki varlığının cesedi olmaya birkaç gün kala yalvarıyorum ağla. Hisler düşünceyi tetiklemediğinde hissedilmiş olanı hissetmekten başka elden bir şey gelmiyor. Yarın ölü uyanmayacak olsan da, ertesi gün, daha ertesi gün, şu anki hissinin yarattığı yıkıcı yavanlığa alışarak yeniden ölgünleşeceksin. Tam da böyle bir ihtimal varken güzel gözlüm, şu anki varlığının cesedi olmaya birkaç gün kala yalvarıyorum ağla." (s.22)

Halbuki bir alacakaranlık sanatıdır senin yaptığın. Fotoğraf zamanını nostaljik bir devir olarak şakkadanak ortaya koymanın çok ötesinde, çerçeveye sızan boşluğu sezdirerek o dokunaklı eksiği vurgulamak. Hiç olmazsa bundan böyle boşluğu ver bana, her çerçevede kendine yer bulan o ezeli boşluğu ver. Varlığını varoluşa azmettirecek olan, hislerin değil boşluğundur çünkü. (s.22)

İnsanın olmadığı haliyle kusursuzluğa özendiği bu viran çağdan, olduğu haliyle kusursuzluğa eriştiği olası bir çağa sıçrayalım seninle. (s.23)

Madem yerimizde duramıyoruz, bir sesli bir sessiz iki harf gibi yan yana, dokunaklı bir çığlığın hecesi olalım ikimiz. (s.23)

Şu benlik dediğin muamma ne el hüneriyle yapılan nesnelerde tamamlanıyor ne de zihinsel yaratılarda. Eksik daima eksik. (s.27)

Onun meşrebinde sevmek her süreci yapıtlaştıran bir yoğunlaşma haliydi. Bir varlığı aşkla sevmenin törenine kendini bulaştırmadan katılıyor, saçlarını okşarken ruhunu da okşuyordu. Sevilirsen her ne olursa olsun sırtının yere gelmeyeceğini doğaçtan biliyordu. (s.35)

Geçtiğin bütün patikaların sensizliğini, parmak uçlarında dallarına dokunuverdiğin defnenin sallantısını, şöyle bir göz ucuyla bakıverdiğin süs havuzundaki yosunların hücre hücre ilerleyişini gördükçe ölüp ölüp dirilmişliğim vardır benim. (s.43)

Ta o zamandan beri vasat düşüncenin müptezelliğini açığa vuran göz kamaştırıcı bir ışıktı, yalınlık. (s.56)

Gönül dediğin bir dipsiz hazne, akılla kavramaya yeltendiginde bitimsiz anaforuna kapılıp dengeni yitiriverdiğin bir karanlık yer. (s.56)

Gözünü seveyim bırak bu çoğulluk çabasını, hiç sırası değil. Şu an yalnızca sen ve ben varız. Beni seninle, seni benimle ölçen bir acının kurbanıyız ikimiz. (s.59)

Sanmak ne harikulade bir şey. Bir şeyin olma veya olmama olasılığını aynı anda benimseyip olabileceğine daha çok inanmak ne tılsımlı bir düşünüş. (s.60)

Sömürünün böylesi derinleştiği bir çağda hayvanla insan arasındaki ortak zihin üstüne düşünmek, küçük burjuvanın yararsız felsefe üretme özentisinden başka bir şey değildi. (s.60)

Ama hayatla aralarındaki uzaklık öyle aşılmaz ki şimdi, ruhları geride kalmış bedenleriyle yokluğa bürünmüşler. (s.63)

Elinde fotoğraf makinesi, nereye gidersen git bu gülüşü asla yakalayamayacağını henüz bilmiyorsun. (s.78)

İnsanın insana neler edebileceğini anlatırken trajedinin en kaba ve ham görüntüsünü sakınmaksızın kesip çıkarıyordu zamandan. (s.80)

Kahramanlığı öven bütün tabletlere yazılıyor kötülüğün yordamı.Kahramanlığı öven bütün tabletlere yazılıyor kötülüğün yordamı. (s.82)

Sanmak ne harikulade bir şey. Bir şeyin olma veya olmama olasılığını aynı anda benimseyip olabileceğine daha çok inanmak ne tılsımlı bir düşünüş. (s.90)

Onunkisi kelam değil, kuyruklu bir harf yalnızlığı. (s.103)

"Yüzünde bir yer açılmıştı, kendimi sığdırabileceğim." (s.108)

Ateşle tütsülenirken dört dilek diledim Hızır'a. Yak beni, dedim, küllerimle tanınmaz olayım. Beni anlamamaya alıştır, illaki bileceğim diye çırpınmayayım. Hamlıktan arındır beni ,kavrula saflaşayım. Başkasının imanıyla sofu olmayayım. (s.108)

"Fantezi tehlikeli bir oyun. Hayal kurduğunda ne denli şiirselsen, fantezilere kapıldığında o denli yavanlaşıyorsun."  (s.114)

“Gitmek diye bir şey yok…Sadece çağrılmak var."
(...)
"Kimse gitmez durduk yere, biri çağırmasa, çağrılmış olmasa  bir yerden, kimse yerinden kımıldamaz.” (s.117)

Değil mi ki duran kendinde duruyorsa öylece, giden de kendine yürüyor yollarını. (s.118)

Hayal kurmak kalbe yapılan bir muamele sadece. Şimdiki zamanı yerli yerine oturtan insanca bir tahammül biçimi. (s.126)

Rica, şeytanın eliyle istemektir bir şeyi.Şeytan önce akıl verir,sonra rica eder. (s.136)

Bir dil arıyordun kendine. Kimseden emanet alınmamış, kimseninkine öykünülmemiş bir incir lisanı… (s.151)



21 Temmuz 2022 Perşembe

Jurnal #25 : İşgal

Özlem Ekici

 

  Bazı satırlarım var, sonunu getiremediğim. Yazıp silmelerim her geçen gün artıyor. Sevgi tek çare midir Levla? Yürüdüğün yollar bilinmezlere çıksa bile mi? Belirsizlik duvarları ördüğün yollar, bilinmezlik şatolarının görkemiyle dolu sokakların, bitmeyen aşkların, bitmeyen hislerin...

  Bir işgal bu benliğimde, beynimde, ruhumda. Önünü alamıyorum, dur durak bilmeden yürüyor zihnimin dar sokaklarında. İnsan sevdiğine küser mi Levla? İnsan bu kadar çok üzülür, bu kadar çok kırılır ve bu kadar çok şanssız olur mu? 

  Yaşadığım her saniyenin çetelesini tuttuğum defterleri yırtıp attığım gün bazı şeylerin sonunun geldiğini hissetmiştim. Bazı şeyler bazen ne kadar çok zorlasan da olmuyor dimi Levla? Eksilen yanlarımız sızlarken bile yaktığımız sigara küllerini dağıtmıyor hışımla, her hareketimiz gibi bu da sessiz, suskun. Neden bu kadar sessiz bir sinema senin hayatın, neden bu kadar suskun harflerin? Bitmeyen nedenler dizisi yapıyorsun hep, cevapları aranmayacak sualler sıralıyorsun da bir çıkıp bağırmıyorsun hala. Neden beni dünyaya getirdin anne? Neden?

  Biraz yorgunum, kıyısında beklediğim yaşamak beni ortasına aldığından beri bazen beklemeyi özlüyorum. Beklediklerimiz geri gelmiyor, gittiğimiz limanlar yerinde kalmıyor, biz bir türlü bu yollardan geçemiyoruz. Özlediğimiz anların hisleri ile uykuya daldığımız gecelerden birinde yine soluklarımız kesilerek irkiliyoruz, kimin adı bu seslendiğimiz? 

"karanlıktım, koyuluğunda kaybolduğum

sığ bir deniz uzanıyordu içimde,

bir gece bir kıvılcım düştü göğüme

o parıltıya koştum önce

sonra o parıltı büyüdü, aydınlattı her yeri

bir çiçek yeşerdi sen gelince."

  Göğümüzün yağmurları yıkadı çehremizi, biz yine bilmediğimiz yolları işgale gelen satırlarımızla emin adımlar attık, bitmeyen sualler sıralayıp dizdik, hasretimizi güneşimize siper edip derin bir soluk aldık. 

"bazen kayıp parçalarını ararmış insanlar,

ben aramazdım, bu kadar parçama hangi eş?"

  Sevmek iyileştirir mi insanı? Levla'nın titreyen sesine benzer mi kalp ritimlerin? Solan çiçeklerimi yeşertip kendi ellerimle kopardığım o dallar bana kızgın mı? 

"en sığ denizler dağılır, yerine kurulurmuş ormanlar

içi titrermiş insanın bir çift dudaktan çıkanlara"


  Yine bir ton saçmalamışız ortaya. İyice sayıyor musun hala? Bitmedi mi hala alacak nefeslerimiz? Biz tutunmayı öğrenemedik ama sayalım. Bu bir...


18 Nisan 2022 Pazartesi

Alışkanlık - Ümit Yaşar Oğuzcan

Özlem Ekici

Gitgide alışıyorum sana.
Hiçbir alışkanlık bu kadar güzel olamaz
Ellerin ellerimden uzaksa nasıl güçsüzüm bilemezsin
Yanımda olduğun zamanlar;
sigara dumanı gibi ciğerlerime doluyor,
alkol gibi damarlarıma yayılıyorsun
Durmadan başım dönüyor verdiğin hazdan
Alışkanlıklar daima korkutur beni
Düşün ki ben yaşamaya bile alışkın değilim
Kendimi kendime alıştıramadım yıllardır
Fakat şimdi sana alışıyorum
Alıştıkça özlemim artıyor, daha yoğunlaşıyor.
Yalnız içimde garip bir korku var.
Sana alışmaktan değil seni kendime alıştırmaktan korkuyorum
Bir gün sana şimdi verdiklerimden daha güzelini
daha değerlisini verememekten korkuyorum
Bir gün ansızın ölmekten ve seni, bana olan alışkanlığınla
yapayalnız bırakmaktan korkuyorum
Oysaki her zaman ve günün her saatinde
yanında olmalıyım senin bana alışmış olmaktan
pişmanlık duyacağın bir dakikan bile olmamalı
Bütün zamanlarını zamanlarımla karıştırıp
emsalsiz bir zaman bileşiminde yaşatmalıyım seni
Uykularda bile aynı rüyayı görmeliyiz.
Her şeyin ve her zevkin yarısı senin olmalı, yarısı benim
“Bana alış” demeyeceğim nasıl olsa alışacaksın bir gün
Şimdi çirkinliğimde güzellikler bulan gözlerin,
o zaman en güzeli görecek bende! Alışkanlığınla,
sevginle yepyeni bir “ben” yaratacaksın benden!
İlk defa sevilmenin ürpertileri içindeyim inan. Sevgimle
mukayese edebileceğim tek şeyi beni sevmende buldum
Ömrümde kimse bana sevmenin gerekliliğini öğretmedi.
Kimseden sevgisini istemedim, verdiler almadım.
Bencildim bir zamanlar, sevmek benim hakkım diyordum.
Oysaki şimdi bir zamanlar hiç sevmemiş olduğumu
kendi kendime biraz da utanarak itiraf ediyorum.
Asıl büyük sevgiyi seni sevmekte buldum ve sevgim
senin sevginle değerleniyor, ayrı bir anlam kazanıyor
Sevgin olmasaydı değersiz bir cam parçasıydım.
Sevginle bir aynayım şimdi. Bana bakanlar baştanbaşa
seni görecekler içimde
Bir zincirin iki halkasıyız seninle anlıyor musun?
Aynı kadehte karışmış iki içkiyiz.
İki kelimeyiz seninle birbirini tamamlayan.
Her yerde iki olduğumuz için
bir bütün haline geliyoruz durmadan
Alışkanlığım devamlı sana çekiyor beni
Durup durup dudaklarını öpmek geliyor içimden
Saçlarını okşamak geliyor, ellerini tutmak geliyor
Kokunun tenime sindiğini hissediyorum geceleri
Teninin dudaklarımda eridiğini hissediyorum
Boynunun en güzel yerini benden başkası bilemez artık
Seni kimse benim kadar benimle bir bütün olduğuna inandıramaz.
Gitgide bu alışkanlığın içinde kaybolduğumu hissediyorum
Beni yaşadığım zamanın dışına çıkarıyorsun.
Bir gün tarih öncesinde yaşıyoruz , bir gün bulutların üstünde
Uzun süren bir baygınlık sonrasının
o anlatılmaz baş dönmesi içindeyim
Bütün merdivenler birbirine eklendiği zaman
seninle vardığım yüksekliğe erişemez
Açılmış bütün kuyuların derinliği
içimde seni bulduğum yer kadar derin değil
Alışkanlık kozasını ören bir ipekböceği gibi gitgide tamamlıyor bizi.
Emsalsiz bir oluşun içinde yuvarlanıyoruz.
Korkunç bir yangın başladı yüreklerimizde.
Özlem, kıskançlık, arzu ne varsa içimizde hepsi birdenbire tutuştu.
Alev almayan bir yerimiz kalmadı.
Alevlerimiz muhteşem bir kızıllığın içinde yıldızlara kadar uzanıyor.
Hiç bir su, bu ateşi söndüremez artık.
Nehirle, denizler boşalsa üstümüze hiç sönmeyeceğimizi biliyorum.
Bu yangın biz birer kor haline gelinceye kadar sürecek.
Önce bakışlarımız alıştı birbirine, sonra parmak uçlarımız
Bu oluş tamamlandığı anda yeryüzünde
bizden güçlüsü olmayacak!
En mutlu olduğumuz yerde en güçlü de olacağız seninle
Bu bir sonun değil bir varoluşun başlangıcıdır.
Geçmişteki tüm alışkanlıkların bana alışmanı önleyemez artık


Ümit Yaşar Oğuzcan



11 Nisan 2022 Pazartesi

Yalnız Bir Opera - Murathan Mungan

Özlem Ekici


ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda

yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim

oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim

Ben sende bütün aşklarımı temize çektim


imrendiğin, öfkelendiğin

kızdığın ya da kıskandığın diyelim

yani yaşamışlık sandığın

Geçmişim

dile dökülmeyenin tenhalığında

kaçırılan bakışlarda

gündeliğin başıboş ayrıntılarında

zaman zaman geri tepip duruyordu. Ve elbet üzerinde durulmuyordu.

Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, biraz daha

fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.


Başlangıçta doğruydu belki. Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki

gibi başlayıp, gün günden hayatıma yayılan, büyüyüp kök salan ,

benliğimi kavrayıp, varlığımı ele geçiren bir aşka bedellendin.

Ve hala bilmiyordun sevgilim

Ben sende bütün aşklarımı temize çektim

Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana

Bütün kazananlar gibi

Terk ettin



      Yaz başıydı gittiğinde. Ardından, senin için üç lirik parça

yazmaya karar vermiştim. Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.

Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.

      Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.


      

      Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu

      yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından

      kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine

      çerçevesine sığmayan

      munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine

      lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu


      

      Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti

Mayıs. Seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi

uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, belki de

ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.

      Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha. Aşk mıydı,

değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi? "Eylül'de aynı yerde ve

aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. Altına saat: 16.00

diye yazmıştın, ve saat 16.04'tü onu bulduğumda.

    

Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını

      Takvim tutmazlığını

      Aramızda bir düşman gibi duran

      Zaman'ı

      Daha o gün anlamalıydım

      Benim sana erken

      Senin bana geç kaldığını



      Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.

Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik

kalmıştı.

      Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış

arkadaşlığımıza. Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk.

      Sanki ufacık birşey olsa birbirimizden kaçacaktık.


Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.

Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.


Gittin.şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.



      Şimdi biz neyiz biliyor musun?

      Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.

      Birbirine uzanamayan

      Boşlukta iki yalnız yıldız gibi

      Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz

      Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca

      Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız

      Ne kalacak bizden?

      bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim

      Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında

      Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden

      Bizden diyorum, ikimizden

      Ne kalacak?


      Şimdi biz neyiz biliyor musun?

      Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları

gibiyiz. Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir

şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.

      Artık hiçbir duygusunu anlamayan çocuklar gibi

      Ve elbet biz de bu aşkla büyüyecek

      Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz


      kış başlıyor sevgilim

      hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor

      bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan

      oysa yapacak ne çok şey vardı

      ve ne kadar az zaman  

      kış başlıyor sevgilim

      iyi bak kendine

      gözlerindeki usul şefkati

      teslim etme kimseye, hiçbir şeye

      upuzun bir kış başlıyor sevgilim

      ayrılığımızın kışı başlıyor

      Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.


      

      Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu

gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak...


      Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır

      çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır

      içinizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun

      para etmez kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar

      Bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz

çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar

      gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar

      korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,

çağrışımlarla ödeşemezsiniz

      dışarıda hayat düşmandır size

      içeride odalara sığamazken siz, kendiniz

      Bir ayrılığın ilk günleridir daha

      Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkla


      Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup

      kulak verdiğiniz saatin tiktakları

      kaplar tekin olmayan göğünüzü

      geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç

suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz

      bakınıp dururken duvarlara

      boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi

      kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar

gibi

      yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik

kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata

alınmaya

      kendimizi hazırlar gibi

      yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi

      ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,

      ve kazanmış görünürken derinliğimizi

      Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde

      bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar

o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi

      hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar



      denemeseniz de, bilirsiniz

      hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar

    


      Bana Zamandan söz ediyorlar

      Gelip size Zamandan söz ederler

Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. Hepsini bilirsiniz zaten, bir ise yaramadığını bildiğiniz gibi. Dahası onlar da bilirler. Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,

      öyle düşünürler.

      Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden

karşılaşmak kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla baş etmek,

uğruna içinizi öldürmek. Zaman alır.

      Zaman

      Alır sizden bunların yükünü

      O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar

dibe çöker. Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. Bir

yerlerden

bulunup yeni mutluluklar edinilir.

      O boşluk doldu sanırsınız

      Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir


      gün gelir bir gün

      başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide

      o eski ağrı

      ansızın geri teper.

      Dilerim geri teper. Yoksa gerçekten

      Bitmişsinizdir.


      Zamanla  yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır, anlamları

      önemi kavranır. Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini  

      kazanır. Yokluğu derin  ve sürekli bir sızı halini alır.


      Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık

      Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan

      Herşeye iyi gelen Zaman sizi kanatır



      ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla

      günlerin dökümünü yap

      benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini

      kim bilebilir ikimizden başka?

      sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış

bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren

      kendiliğindenliği

      yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi

      bir düşün

      emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya

      şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada

ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla

      Bunlar da bir ise yaramadıysa

      Demek yangında kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda



      Bu şiire başladığımda nerde,

      şimdi nerdeyim?

      solgun yollardan geçtim. Bakışımlı mevsimlerden

      ikindi yağmurlarını bekleyen

      yaz sonu hüzünlerinden

      gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim

      geçti her çağın bitki örtüsünden

      oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından

      bakarken dünyaya

      yangınlarda bayındır kentler gibiyim:

      çiçek adlarını ezberlemekten geldim

eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların

      unuttuklarını hatırlamaktan

      uzak uzak yolları tarif etmekten

      haydutluktan ve melankoliden

      giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden

      Duyarlığın gece mekteplerinden geldim

      Bütünlemeli çocuklarla geçti

      gençliğimin rüzgara verdiğim yılları

      dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.


      Bu şiire başladığımda nerde,

      şimdi nerdeyim?

      yaram vardı. bir de sözcükler

      sonra vaat edilmiş topraklar gibi

      sayfalar ve günler

      ışık istiyordu yalnızlığım

      Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum

      İlerledikçe... Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde

                     Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü

                     daha şiir bitmeden. Karardı dizeler.

      Aşk... Bitti. Soldu şiir.

      Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden



      Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım

      Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde

      Aşk yalnız bir operadır, biliyordum: Operada bir gece

      uyudum, hiç uyanmadım.

      barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim

      her adımda boynumdan bir fular düşüyordu

      el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk

      birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:

      eksiliyorduk

      mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim

      her otelde biraz eksilip, biraz artarak

      yani çoğalarak

      tahvil ve senetlerini intiharla değiştirenlerin

      birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında

      ağır ve acı tanıklıklardan

      geçerek geldim. Terli ve kirliydim.

Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum

      maskeler ve çiçekler biriktiriyordu

      linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...

      korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları

      ve açık hayatları seviyordu.

      Buraya gelirken

      uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim

      atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri

      ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi

      çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için

      panayır yerleri... panayır yerleri...

      ölü kelebekler... ölü kelebekler...

      sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.

      Adım onların adının yanına yazılmasın diye

      acı çekecek yerlerimi yok etmeden

      acıyla baş etmeyi öğrendim.

      Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?

      

      ipek yollarında kuzey yıldızı

      aşkın kuzey yıldızı

      sanırsın durduğun yerde

      ya da yol üstündedir

      oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar

      ölü yanardağlar, ölü yıldızlar

      ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı


      AŞKIN BİR YOLU VARDIR

      HER YAŞTA BAŞKA TÜRLÜ GEÇİLEN

      AŞKIN BİR YOLU VARDIR

      HER YAŞTA BİRAZ GECİKİLEN

      gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler

      gözlerim

      aşkın kuzey yıldızıdır bu

      yazları daha iyi görülen

      Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler

      ilerlerim

      zamanla anlarsın bu bir yanılsama

      ölü şairlerin imgelerinden kalma

      Sen de değilsin. O da değil

      Kuzey yıldızı daha uzakta

      yeniden yollara düşerler

      düşerim

      bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda

      ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında

      Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler

      yaşamsa yerli yerinde

      yerli yerinde her şey


      şimdi her şey doludizgin ve çoğul

      şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi

      şimdi her şey yeniden

      yüreğim, o eski aşk kalesi

      yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden



      Dönüp ardıma bakıyorum

      Yoksun sen

      Ey sanat! Her şeyi hayata dönüştüren


Murathan Mungan

25 Mart 2022 Cuma

Jurnal #23 : Eksilere Bir Artı

Özlem Ekici

 Bazen bir kenarda oturup izliyor hissine kapılırım. Bunları yaşayan bir başkası ve ben sadece sıradan bir izleyici olduğuma kanaat getiririm. Derinlerimde hissederim ama her yaşadığını, her duyduğuna birlikte kulaklarımızı tıkarız. Danslarımız burukluğumuzda ritimlerini bulurken bir oda dolusu sigara külü bırakırız ardımızda. Sözlerimiz vardır bir hışımla birbirimize verdiğimiz, asla yerine getiremediğimiz. Buseler kondururuz alnımıza, aynalarda saçlarımızı çekiştiririz, umut ederiz, elimizde bir tek o kalmıştır. Sarılırız yastığımıza, köşemize çekiliriz, ağlarken peçeteyi uzatırız, susarken gözlerimiz buluşur, canımız yandığında attığımız kahkahamız çınlatır duvarları, eksilerimizin üzerine bir çizik de biz atarız, artılarımızı tırnaklarımızla kazırız duvarımıza, güleriz. Çok güzel güler yüzlerimiz, gözlerimizde yaşlar birikir ama ağlamayız. Biz umutluyuz, umut dolu kalplerimiz, yükü ağır omuzlarımız çökük, kimseye ait değil gülüşlerimiz, bizim bile olamamışken. 

Bugün de bir çizik atmışım yüzlerimize, düştüğüm o eşikte hep bir yanım ezili kalmış, sessiz çocuklar bırakmışız ardımızda, bir dans tutmuşuz, gülümsüyoruz. Levla eksik, yine suskun, düştüğü yerden dans ederek kalkmış, o ritimle yaşama bağlanmış. Bir şey olsun diye beklemeyi bırakmış, bu bir kabulleniş değil, bir başkaldırı hiç değil. Umutlu yanıma bir serzeniş. 

Minik buseler kondurdum alnıma, saçlarım avuçlarımda, ait olmadığım şehirlerin havaları doluyor ciğerlerime, bir duman üflüyorum, boğuyorum bulutları karanlığıma. Ritmi duy, hisset, adımlarıma ayak uydur, bu dans hiç bitmeyecek. O duvarın bir yanı uçurum, bir yanı dikenli tellerle gerilmiş bir orman. Dik dur, bu dans hiç bitmeyecek. 

Uyuşan parmaklarım, avuç içlerim kızarmış, bu izler niye? Levla susma, çığlıkların deliyor kulaklarımı. Adımlarım birbirine dolanıyor, dengem normal değil, düşeceğim, ama hangi tarafa? 

Bir rüzgar esiyor, o rüyanın içindeyiz şimdi, kuşları görüyorum, denizin uğultulu sesi kayalarda parçalanıyor. Çizme o resmi dedim sana, o yarın başı hiç böyle güzel değil. Saç tutamlarını avuçlayan rüzgar dindirmiyor sızıları, bastırma ellerini böğrüne. Bir sır dökülüyor dudaklarından, maviliklerinde boğulmalı bu denizin. Acılar dinmeli, ağlamamalı çocuklar, çocuk kalanlar, çocuk kalmaya mecbur bırakılanlar. Sessizlik bozulmalı, delirmemelisin böyle, uyuşmamalı bedenin, parmakların yazmamalı acılı kelimeler. İnsanlar hep acıtır mı Levla? Yaşamak hep acı mıdır? Biz yaşamak istiyoruz desek nefes almak daha az mı acıtır ciğerlerimizi? 

Bu ritme ayak uydurmak neden bu kadar zor, neden? Birkaç eksiyi artı yaptık diye mi bu karalanan kağıtlar, üzeri çizilen dörtlükler? Cevapsız sorular bitmiyor, ekledikçe ağırlaşıyor, ağırlaştıkça dengem bozuluyor. 

Bu zarif şeylerle hep burada olmak isterdim Levla, seni hep yüksel diye yaşatmak isterdim. Umutlu yanına bir mısra da ben eklemek isterdim. Sana bakmak bana bakmak gibi, içim burkuluyor, buruk yarınlarım sızlıyor. Bu dansa eşlik edebilmek isterdim, sonsuza kadar, sonumuz olana kadar bu düşüş. 

Göğümden bir meteor gibi düşen bu şey ne Levla? Düştüğü yeri yakan bu şey ne? Bu yangınlar niye? Karanlığımızı kızıla çalan kuşlar mı uçuşuyor artık çevremizde? Çiziklerimiz niye derinleşti bu kadar?

"yine bir kıyıda ritim tutmuşuz
ikide bir gezen bir yolcu gibi zihnimiz
bir çığlık yankılanıyor duvarında
bu dansın üçte biri beş kat düşmüşlerin
eşlik etmeli buna tanrı."

Yine denizlerimiz kadar dalgalı düşüncelerimiz, bir ton saçmalamışız ortaya böyle. İyice sayıyor musun hala? Biz daha tutunamadan bitecek değil mi nefeslerimiz? Denizde gülüşünü izlemeyi sevdim.


Özlem Ekici, Personal Blogger Templates | Blog aa

Levla'nın Not Defteri - Kişisel Blog | Bütün Hakları Saklıdır | Copyright © | 2016 - 2023