Şimdi neler oldu, neler yaptım falan diye başlayacağım. Hazır mıyız?
Özellikle geçtiğimiz hafta inanılmaz zor günler yaşadım ki hala biraz etkileri sürüyor. Her şeyden bihaber uyanmış ve yüzümü soğuk suya tutup daha da kendime gelmek üzere gittiğimde aynada nur cemalime bakayım sabahki saç stilim nasılmış falan diye bir baktım ki ne göreyim, sol gözüm kıpkırmızı! Yani evet, bu kadar şok geçirmedim tabi ki, ne de olsa kitaplara dalıp koltukta iki büklüm uykuya kapılıverdiğim bir günün yine bir sabahı, çok da endişelenecek bir durum yok diyerek az inceledim, ardından kahvemi yapmaya gittim. Tabi gün içinde o çok sevdiğim yeşil göz kalemim ve rimelimden (Levla'nın maksimum makyaj anlayışı) uzak kalsam da geçer ya edalarıyla işlerime devam ettim, tabi tabletten okumalarıma ara verdim, basılı kitaplara da çok kapılmamak için kendimi dizginledim. Ertesi gün geçmeyince tabi ki endişe katsayım arttı ancak bir yolunu bulup tam sağlığıma kavuştum dedim ve o da ne, ta da, yaz biterken grip mi oldum yoksa midemi buzlu suları içerken üşüttüm mü bilemeden yataklara düştüm. Mecazi anlamının yanı sıra hakikaten bir ara halsizliğim tavan yapınca kendimi yatağın kenarında bırakıverdim süzülüşüme.
Levlacım, sen ne oldun böyle, bir türlü düzelmiyorsun dedikçe, ki bu mızmızlanma oldukça kısık sesle ve minimum enerjiyle yapılıyor, daha da kötüye gittiğimi gördüm. Yatmaktan ve evde kapalı kalmaktan bunalma katsayım arttıkça artıyordu. Bu süreçte zorlandım falan ama tamam, sağlığın kıymetini çok iyi anladım, hatırladım.
Velhasıl, onu da atlattık, tabi evde geçen günlerin sıkıntısından çatlamış olacağım ki hafta sonu çabuk geldi. Gün ışığı gören kader mahkumu sevinciyle oksijeni içime çektim. Tabi çekilen havanın ne kadarı oksijen, ne kadarı kirlilik bilemiyorum, yine de oh mis gibi Ankara havası. Önce tabi ki Kuğulu Park'a gitti bu kız diyeceksiniz, ama çok köklü bir değişiklik(!) yapıp Seğmenler'e gittim. Hava güzel, sandalyem kolumda, zaten duvarların arasında durmaktan ruhum bunalmış, neşeli şirin gibi dolaşıyorum ortada bir güzel yürüyorum. Düşüp sırılsıklam olana kadar işte bu duygular içindeydim. Yani tam iyileştim, oh mis gibi hava diye sevinirken sakarlığım bak ben buradayım dedi ve evet, sen kalk Denizli'de koskaca derelerin içinden hoplaya zıplaya gezen kız, azıcık suyun içine düş. Uzatmayalım acısı tabi ki ertesi gün daha çok çıktı ama uzun süredir bu kadar ağrılı acılı bir düşüş yaşamamıştım, hamlamışım.
Gidilecek sergiler, okunacak kitaplar, dinlenecek podcastler vs beklerken olan şeyler beni oldukça bunalttı. Tabi ki bunalmadan kaçış yolum olan yazmak...
Bu ay Çankaya belediyesinin kültür merkezlerinde genel olarak sinema kültürü konu alınmış ve tabi ki ilerleyen günlerde bunlara katılmayı planlıyorum, bloga da belki koyabilirim, emin değilim. Okuduğum kitaplardan üzerine bir şeyler yazmak istediğim bir kitap ve notları ise halen beklemede, ona da bir bakacağım elbette en kısa sürede. Yağmurlu bir Ankara sabahında felaket haber ajansından düştüğümüz notlar bu şekildeydi. Daha hayırlı bir zaman diliminde görüşmek dileğiyle...
Yazmak iyi geliyorsa yazmalı o zaman:) Sergi, kitap, podcast kritiklerini bekliyorum. İlgiyle okurum.
YanıtlaSilyazalım gitsin :)) teşekkür ederim :) en kısa sürede onlar da gelecek inşallah, ilk kitapla başlayacağım gibi :) sizi tekrar burada görmek çok hoş oldu, mutlu oldum :)
Sil