Yazılarım E-postana gelsin.

Yaz E-Postanı!

6 Eylül 2023 Çarşamba

Gönülden Gönüle Bir Bağ Vardır

Özlem Ekici

    Gönül, Sōseki'nin hayatının son demlerinde kaleme aldığı kurgularından biri. Adından olsa gerek bir aşk romanı okuyacağım diye düşünseniz de sizi bu konuda ters köşe yapıyor. 

    Gönül -Japonca adıyla Kokoro-, Modern Japonya edebiyatının önemli temsilcilerinden Natsume Sōseki'nin kült eserlerinden biri olarak görülüyor. Ülkesinde Dazai’nin İnsanlığımı Yititirken’iyle birlikte en çok okunan iki romanı ünvanını paylaşıyor. Bunun başlıca nedenlerinden biri; Japonya’da modernleşmenin en yoğun yaşandığı döneme, Meiji Dönemi’ne ışık tutmasıdır. Öyle ki kitabın olay örgüsü, ilerleyişi ve karakterlerin gelişimi bile İmparator Meiji’nin ölümü gibi tarihsel bir olaya bağlıdır. 

    "Kokoro", kalp, ruh, zihin ve duygu gibi anlamlar içeren bir kelime olarak bilinir. Çoğu dilde bu anlamı karşılayacak bir kelime bulunamadığı için ‘’Kokoro’’ olarak basılmıştır. Neyse ki Türkçemizde ‘’Gönül’’ olarak karşılık bulabilmiş. Kitaptan da anladığımız kadarıyla gönül ile kastedilen, "bağ". Kitaptaki gencin "hocam" diye bahsettiği kişiye hali, tavrı ve yaşı sebebiyle saygı duyduğu bu adamla kurduğu bağdan bahsediyoruz. Kitap üç bölümden oluşuyor. İlk bölümde hocam diye bahsettiği kişi ve onun eşi ve anlatıcı rolündeki genci görüyoruz. Bu kısımda daha çok anlatıcı gencin kurduğu bağın yönlerini, sebeplerini, genç için önemini görüyoruz. İkinci kısımda ise gencin hayatına biraz daha dahil oluyor ve ailesinin evine konuk alınıyoruz. Bu bölümde aile ilişkilerinin yanı sıra tarihsel süreçten haberler alıyoruz. Üçüncü ve son kısımda ise hocam diye bahsettiği kişinin itiraf mektubunu okuyor ve onun hayat hikayesini dinliyoruz. Benim için kitabın en can alıcı noktası burasıydı ki birçok okur için de öyle olduğunu tahmin ediyorum. İtirafına başlarken ettiği ağır söz de aslında bunu destekler nitelikte: "Şimdi kendi ellerimle kalbimi parçalayıp yüzünüzü bu kana bulamaya yelteniyorum. Kalp atışlarım durduğunda, sizin gönlünüzde yeni bir yaşam kendine bir yer bulsun, o yeter."

    Üslup olarak Japon edebiyatının o sade, akıcı, duru yanını en güzel şekliyle görebiliriz. Kurgu olarak da oldukça güçlü bir sarmal yapıdan bahsedebiliriz; şimdiki zaman ve geçmiş arasındaki bağlar, tarihsel anekdotlar oldukça iyi bağlanmış. İlk iki bölümde anlatıcı olarak gördüğümüz gencin yerini son bölümde hocam diye bahsettiği kişi ele alıyor ki bu aradaki anlatıcılar arasında üslup ve anlatım yönünden farkı da çok rahat hissettirmiş. Anlatıcıların değiştiği bu tarz kitaplarda bazı yazarlarda tek elden çıktığını bariz şekilde anladığımız durumlar olduğunda olsa gerek okurken biraz bu duruma dikkat ediyorum. 

    Sōseki, bu başyapıtında karakterler ve onların düşünceleri aracılığıyla Japonya’nın modernleşme sürecindeki atmosferini ayrıntılı bir biçimde tasvir ediyor. Kültür çatışmaları, karmaşık insan ilişkileri, kuşaktan kuşağa değişen toplumsal değerleri, aşkı, yalnızlığı ve bir çağın dönüşümünü ele alıyor. Bir yandan geleneksel ve modern Japonya arasındaki kuşaksal uçuruma odaklanırken, bir yandan da atmosfere melankolinin hakim olduğu bir hikâye anlatıyor ve bunu yaparken de okuyucuyu asla sıkmamış, kitabı üç bölüme ayırdığı gibi bu üç bölümü de kendi içerisinde genellikle iki-üç sayfadan oluşan kısa bölümlere bölmüş. Zaten sade olan anlatımla bu teknik de sayesinde sayfalar nasıl akıp bitiyor pek anlaşılmıyor. 

    Aslında "hocam" dediği ve ona saygı duyduğu bu adamın öyle pek etkileyici nitelikleri yok, sessiz ve çoğu yerde yeter artık susma dedirtecek kadar bıktıran biri. Tabi ki saygı duyabilir, etkilenebilir ve herkese göre bu kriterler farklılık gösterir ancak ben mantıklı bir yere oturtamadım bu durumu, yine de bir bildiği vardır diyerek çok da karışmadan okumaya devam ettim. Fakat okuduğunuzda anlayacağınız üzere bu karakterin onur algısı da arkadaşlık algısı da öyle çok da övgüye değer değil. Bu sessizliği hanımında zaman zaman değersizlik duygusuna yol açmasına, eşinin kendisinden dolayı mutsuz olduğunu düşünmesine sebep olan bir sessizlikti. Sırlarıyla yaşayıp, herkesi mutsuz edip aynı şekilde emaneti vaktinden önce teslim etmesi falan derken ben açıkçası saygıdan öte biraz nefret etmiş bile olabilirim. Sessizlik de iyidir ancak her şeyin bir yeri vardır ne de olsa. 

    Gönül'ü okumaya başladığım sıralarda ufak çaplı bir yazarın hayatına dair araştırmaya girişmiştim ve anı-günlük tarzında bir eseriyle daha karşılaştım, "Cam Kapının Ardında". Araya onu olup bitirdikten sonra "Gönül"deki yolculuğuma kaldığım yerden devam ettim. Bu sayede gönüldeki biyografik noktaları da görmüş oldum. Sōseki, ailesinin ilerlemiş yaşında doğan, tekne kazıntısı diye tabir edeceğimiz türde en küçük evladı. Annesi geç yaşta çocuk doğurmuş olmaktan hicap duyduğu için, onu 1-2 yaşlarında evlatlık vermişler. 5 yaşına geldiği sıralarda ablası onu evlatlık verildiği ailenin dükkanında üstü başı perişan bir halde görünce dayanamıyor ve kucakladığı gibi eve getiriyor. 11 yaşına gelene dek anne-babasını büyük babası ve büyük annesi zannediyor. Bir gün evlerinde çalışan hizmetçi kız gelip bunu ona söyleyince gerçeği öğreniyor. Gönül'de de evlatlık verilen, kendisini hiçbir yere ait hissetmeyen, sonu hazin çizilmiş bir karakter var. 

    Tüm kitap boyunca sakin ve istikrarlı bir şekilde ilerliyoruz. Ritmini hiç kaybetmiyor, merak duygunuzu taze tutuyor ve okuduğunuzdan zevk alarak kapatıyorsunuz arka kapağını. Japon edebiyatındaki enlerin içinde yer etmesi gibi bende de kesinlikle enlerimden biri oldu. Bitirdiğimde edebiyat damağımda hoş bir tat bıraktı. Japon edebiyatının bu sade ve duru olan akıcılığını doya doya yaşattı. Farklı dünyalara ve kültürlere misafir olmak, edebiyat damağında hoş bir tat keşfetmek isteyenlere tavsiye ederim.

"Özgürlük, bağımsızlık ve bencillikle dolu bu devirde doğmanın bedelini yalnızlıkla ödüyoruz." (s.48)

"Vaktiyle bir insanın önünde diz çöktüğün gerçeğinin hatırası, zamanla o insana tepeden bakmaya yöneltir kişiyi." (s.48)

"Doğduğun yerde gökyüzünün rengi farklı olur, toprağının kokusu bir ayrıdır, ana babanın hatıraları yüreğini ısıtarak gözünün önüne gelir." (s.191)

"Vücuda hayat veren kanın gücüdür ne de olsa. Sözcükler, sadece havada yayılan dalgalar değildir, çok daha güçlü şeyler üzerinde çok daha güçlü etkileri vardır ne de olsa." (s.196) 

Eğer aşk denilen gizemin iki ucu varsa ve üstteki uç kutsal hisleri uyandırır, alttaki uç ise şehveti uyandırır dersek, benim aşkım şüphesiz ki üst uç tarafındaydı. (s.209)

"Gerçek aşkın, dindarlıktan çok farkı olmadığına yürekten inanıyorum." (s.213)

"Bedensel olsun ruhsal olsun, tüm becerilerimiz dış uyaranlar ile kâh yok olur. Hangisi olursa olsun dış uyaranı gitgide güçlendirme gerekliliği muhakkaktır. Eğer bu süreç düzgün ölçüp tartılmazsa son derece tehlikeli bir yöne doğru ilerleyebileceğinden ötürü kişinin kendisinin de etrafındakilerin de fark etmeyeceği riskler ortaya çıkabilir. Doktorların açıklamalarına bakarsan insanoğlunun midesi kadar tembel bir organ yokmuş. Sadece yavan prinç lapası yediğin takdirde, daha farkına bile varamadan sert besinleri sindiremez hâle geliyormuş. O yüzden doktorlar, "Her şeyi yeme talimi yapın," diyor. Ancak ben bunun sadece alışkanlık kazanmak anlamında olduğunu sanmıyorum. Kademe kademe uyaranlar arttırıldıkça sindirim işlevinin direncinin de arttığı anlamına geliyor olsa gerek. Eğer tam tersine midenin gücü yavaş yavaş azalırsa sonuç nasıl olur diye gözümüzde canlandırırsak hemen anlıyoruz değil mi?" (s.243)

Özlem Ekici / LEVLA LAVİN

Levla da benim, Özlem de ama buralarda çoğunlukla Levla'nın izini sürüyoruz.

2 comments:

**Yorumlar sayesinde görüşüyoruz, yorum yazmadan geçmeyin.
**Lütfen yorum kısmında link vermeyin, link içeren yorumlar yayınlanmıyor.
**Yazının konusu dışında sormak veya iletmek istediğiniz bir şey varsa İletişim formunu kullanın.
Sevgiler.

Özlem Ekici, Personal Blogger Templates | Blog aa

Levla'nın Not Defteri - Kişisel Blog | Bütün Hakları Saklıdır | Copyright © | 2016 - 2023