Yazılarım E-postana gelsin.

Yaz E-Postanı!

7 Temmuz 2017 Cuma

BEN

Özlem Ekici

âcizliği bu kadar âşikârken 
başı kumda olanlar..
hey ! sen, siz, onlar..!
perdelerin arkasına gizlenenler !
ben sizi görüyorum

ama hiç anlamıyorum, anlayamıyorum
hiçbir zaman da anlayamayacağım;
çünkü ben,
anlamsızlıkları kalıba sokmak yerine
anlamları düşünüyorum sâde;
ve onları duyuyorum, görüyorum, hissediyorum..
çünkü ben; benim.


6 Temmuz 2017 Perşembe

Nâlan - Yusuf Hayaloğlu

Özlem Ekici

Merhaba Nalân... bu sen misin, 

Yoksa sen mi sandım; 

Biri çimdiklesin beni...

Şöyle ışığa gel de göreyim, 
Beni dümdüz eden, 
O yalandan da yalan gözlerini...

Merhaba Nalân...

Amortiden mi çıktın güzelim? 

Bak yine şapşal ettin bizi...

Oysa ne güzel unutmuştuk
Ve ne güzel sona ermişti, 
O gerzek pembe dizi! ..

Hani, son bölümde sen yamuk yapıp

Fabrikatör Nubar Bey'in

Tarabya köşküne gitmiştin...

Hani, arkadaşım Halit Akçatepe'nin yanında
Beni acayip refüze etmiştin...
Ve işte o an gözümde, 
Eskicinin bile almadığı
Bir eski eşya gibi, bitmiştin! ..

Merhaba Nâlan..

Pişmanlıklar denizinin biletsiz yolcusu...

Merhaba, artist olma hayallerinin

İkinci sınıf karakter oyuncusu! ..
Vay anasını sayın seyirciler, 

Vay anasını be... vay anasını! ..

Bak, şimdi ağlarım ha, 

Tez kapatsın biri, 
Gözlerimin bozuk vanasını! ..

Oysa, o zehir kusan fabrika yolunda

Beraber ıslanmıştık biz, nice yağmurda.

Ve o gün, Nubar Bey'in çarpıp kaçtığı

Bir hayvancağızdı inleyen, 
Yol kenarı çamurunda.

Ve hep kendine ayırdığın

O bencil yüreğin, 

Bir de o gariban köpeğe sızlamıştı.

Ve ben, ilk defa seni böyle bilmiştim, 
Ve damarlarım ilk defa böyle cızlamıştı! ..

Merhaba Nâlan... merhaba! 

Yoksul mahallemizin en havalı kızı.

Merhaba, yanlış ağlara takılmış

Muhteşem deniz yıldızı! ..
Ben sana bakınca, dolardım bulut gibi

Dolardım da bir türlü yağamazdım...

Sen bana bakınca, 

Bir ağlamak düğümlenir boğazımda, 
Gurur yapar, ağlamazdım...

Ne düşkündüm sana be! 

Hani hayvanlar yavrusunu yalarmış, 

Aynen öyle...

Ne tutkuydu bizimkisi be! 
Hani Ferhat dağları nasıl delermiş, 
Aynen öyle...
Ve o nasıl gidişti be! 
Hani bir tren gelir de üzerinden geçermiş, 
Aynen öyle...

Of Nâlan of! ..

Sen benim neler çektiğimi bilsen, 

Bunu bilmekten ölürdün...

Şu kadarını söyleyeyim:
Hani taş olsan, 
Yani taş olsan; 
Ortadan ikiye bölünürdün...

Gitme Nâlan, dur! 

Tekrar gitme ne olur! ..

Aldırış etme saçma sapan sözlerime.

Yoo... hayır, ağlamıyorum, 
Galiba cıgaranın dumanı kaçtı gözlerime.

Belki de sen haklıydın, 

Bu mahallede ne bahtın açılır, 

Ne de boyun uzardı.

Üstelik annen ölmüştü
Ve sokağınız, 
Acını kaldıramayacak kadar dardı...

Terso gidiyordu herşey...

Milllet işi-gücü bırakmış, 

Aklını bize takıyordu.

Altımızda çul yoktu, 
Üstümüzde dam akıyordu.
Arap kızı camdan bakıyordu...

Sen gittikten sonra ben, 

Hiç sorma...

El attığım her işi, çok geçmedi batırdım.

Çünkü seni unutmanın tek yoluydu; 
Bütün kazancımı şaraba yatırdım.

Ama gelinliğin duruyor.

Baba yadigarı cumbalı evi de satmadım.

Yalanım varsa kalkmayayım şuradan:

Ben seni bir tek gün, 
Bir tek gün bile unutmadım! ..

Merhaba Nâlan, 

Merhaba üzgün melek.

Merhaba kadersizim, talihsizim.

Merhaba titreyen elim, sancıyan belim, 
Ağrıyan dizim, vazgeçilmezim! ..

Ama Necdet Tosun öldü Nâlan, 

Artık yemekleri sen, 

Salatayı da ben yapacağım.

Sami Hazinses kadar olmasa da
Bahçeyi sevdiğin çiçeklerle donatacağım.

Kemal Sunal da öldü Nâlan, 

İyi kalpli amcaları birer-birer uğurladık.

Ve dünya kirlendi, 

Filmler bozuldu
O masum sevdalar yaşanmıyor artık...

Sen varsın, ben varım.

Bir de, acımasız bir dünya var dışarıda...

Esas film şimdi başlıyor, 

Ve bütün koltuklar bomboş bu sinemada! ..
Merhaba Nâlan, merhaba! ..

Sen ortada sıçan, ben şaşkın körebe...

Ulan seviyorum seni be! ..

Ulan, nereden inceldiyse, 
Oradan kopsun be! ..


Yusuf Hayaloğlu


1 Temmuz 2017 Cumartesi

Benim Bitmez Ataletim

Özlem Ekici
  Uzun bir zamanın ardından merhaba diyerek başlamak istiyorum kelimelerime, bundan sonra yaşayacağım her saniyeye de merhaba... Hayatın koşuşturması arasında uzun uzun kendimi dinleyecek,kelimelerle baş başa kalacak pek vakit bulamadım, bu yüzden de yazıya dökemediğim cümleler artık kafamda hareketli birer nesneye bile dönüşmüş olabilirler. Kendi kendime beynimde konuşuyor bile olabilirim. :) Size bir sır vereyim mi kendi kendine konuşana değil de kendi kendine konuşmayana deli denir zannımca çünkü o kişi yaptığı, söylediği hiçbir şeyi sonradan düşünmediği için doğruları ya da yanlışları arasındaki ayrımın çoğu zaman farkına varmayacaktır. Bu yüzden kendi kendinize konuşmak, saatlerde düşünmekten asla kaçınmayın...

      Kaybolan yıllarımın enkazları arasından gün yüzüne bakmaya çalıştığım günlerden birindeydim. Böyle günleri çok sık yaşamazdım çünkü hayatım bir amaçsızlıkla devam ediyordu. Yaşamak için yaşayan biri olmuştum çok zaman önce. Kaybettim ve kaybettiğim hiçbir şey için çaba göstermedim bu yüzden sadece ''hiç'' olarak sürdürüyorum yaşamımı. Bildiğim her şey çevremde ışık hızıyla değişiyor ve ben hiçbirine yetişemiyordum. Tanıdığım, hatıralarımın arasından gün yüzüne çıkmaya çalışan ne varsa hepsi birer yabancı halinde çevremde dolaşıyordu. Kaybolmuş şehrin anıları kalbimin tozlu raflarında gün ışığına muhtaç bir şekilde yaşıyordu. Artık bu şehre kimse uğramıyordu, mahallelerinde maç yapan çocuklar, kaldırımda oturan kadınlar, bağırarak sokak sokak dolaşan eskiciler, baloncular, simitçiler; hepsi sislerin ardından kayboluşa hükmetmişti. Tanımadığım bir terk edilmişlik sarmıştı çevreyi. Virane olmuş bir yaşanmışlık vardı etrafta, kış günlerine hakim olan sessizlik... Herkesin dilinde insanlık ölmüş cümleleri dolanırken hayata, kötülüklere umutsuzluklara inat yaşayan biriydim bir zamanlar. Sonra ne olduysa oldu işte; benden giden herkes hayatıma bir enkaz bırakarak gitti ve sonunda gördüğünüz bu enkaz yığını oluştu. Evet artık kırık dökük tuğlaların ardında gün ışığı görmeyi bekleyen bir enkaz yığınıyım. Böyle oldum belki de böyle oluşturuldum, hatırlamıyorum ama koskoca bir yaşanmışlığın izlerini taşıyorum her yanımda.

25 Haziran 2017 Pazar

ZAMAN GİRDABINDA ATALET

Özlem Ekici
   Kendi kendini büyüten dev bir girdabın içinde usul usul ilerliyorum. Yaşadığım bütün deneyimlerin ötesinde bambaşka dinamikleri olan bir gücün karşısında olduğumu hissediyorum. Karşılaştığım her ayrıntı yeni ve daha önce karşılaşmadığım türden. O denli başka ve kendine has ki başka deneyimlerimi anımsatmıyor bile. Yeni bir biçim aldığımı, omurgamdan ve etimden içeriye başka türden bir şeylerin doluştuğunu görüyorum. Sanırım kötü olan şu: her ayrıntı ruhumun derinliklerine dek anlaşılır ve bir o kadar da tanıdık. Daha önce yediğim bir yemek yahut içtiğim çok güzel bir şarabı hatırlatıyor. Hepsinden aynı oranda etkileniyorum. Çok yakın, tahmin edilmek üzere ve çok uzak ve asla tahmin edilemez olan bir girdabın içinde usul usul ilerliyorum. Korkmuyorum. Yaşıyor olmaktan daha kötü ve ürkütücü olamaz hiçbir deneyim. Ağlak bir haldeyim. Ama içimde coşkun pınarlar akıyor öte yandan. Islık çalan köy kızlarını görüyorum. Kısa süren anların içinde uzun çok uzun zamanlarda ilerliyorum. Şöyle bir şey okumuştum: ‘’zaman, düz bir çizgidir.’’ sanırım düz bir çizginin üzerinde ilerleyen milyarlarca anının içinde kendimi görmeyi diliyorum. Rüya olsa bunu bilirdim. Bu derin bir girdap. İlerledikçe büyüyen, başka hiçbir şeye benzemeyen ve sürekli değişen bir deneyim. Neresindeyim? Ne kadar süre burada kalmayı sürdürürüm, bilmiyorum. Geçen sene demişim: ”bir süre sonra uzaktan bakılan bir şeye dönüşüyor insan.” bakıyorum, yine aynı yerdeyim.

   Anlatmaya çalışmak yaşıyor olduğun duygunun ya da asıl gerçeğin ancak belli bir kısmını yansıtabilir. Hepimizin etrafında dolaşıp sonuca götüremediği en büyük açmaz da burasıdır. Bu çelişkili durum bize büyük bir açmaz veriyor. Bizler genel olarak benzer şeyler yaşayıp, benzer duygularla muhatap olduğumuz için de o açmazın içini aynı sonuçlarla dolduruyoruz. Sadece kimimiz yoğunluğunu farklı ölçülerde yaşıyor. O açmaz içini doldurmak için bize en çok da kendimizi yalnız hissettirdiğimiz anları gösteriyor. Benzer acı sonuçlar ve şanslıysak benzer aynı sevinçler. Anlatmak insanı bir çözüme götürmez. Ancak başkalarının çözümsüzlüğünü büyütür.

   Hayatın neresinden tutarsak tutalım muhakkak boşluklar ve cevabı zor sorular kalıyor. Önce boşlukları savuşturup sorulara cevaplar arıyoruz. Geriye kalan zamanın tamamında ise bunların doğruluğunu düşünüp duruyoruz. İnsanlara gidiyoruz çıkmazlar artınca. Ya da insanlara gel diyoruz. Yakın yahut uzak bu önemini yitirmeye başlıyor bir süreden sonra. Herkes kendi meşguliyetini uğraş edinmiş oluyor. Anlatmak yol almayınca susmak kalıyor geriye. Fakat her durumda muhatap değişmiyor. Yine siz kendinizle kalmaya, kendinizi yormaya başlıyorsunuz. Gitmek istiyorsunuz imkânınız olmuyor. Kalmak zaten hep var. O hiçbir koşulda kendini değiştirmiyor. Eylem oluşmayınca arada oluşan her durum önemi kaybediyor. Ortak bir yargı ya da kaçış sunuyorlar bize. Buna zaman diyorlar. Aslında meseleyi büyütmek zarar veriyor. Bunu kabul etmemiz gerektiğini söylemeye başlıyorlar. Belli bir çevrenin içinde kalmak, orada çok uzun zaman geçirmek veya o duruma alışmayı kadere dönüştürmek hepimizin ortak kaygısı olmaya başlıyor. Bunu fark ediyoruz. Bunu anlıyoruz. Gidilecek yerlerimizin yoksunlaşmasından ortaya çıkan bir çözümsüzlük bu. Kimseye anlatmamak, kimseyi görmemek gerekiyor belki de.

   Gözlerimin etrafından bir halka oluşuyor. Dünyanın etrafını çevreleyen yörünge gibi. Bana güzel şeylerden söz edin. Aklımı taşıyamıyorum.

   Güzel şeylerin olacağına olan inancımı ne zaman diri tutmaya çalışsam karşılaştığım manzara hep tam karşıtı oluyor. Bunun dengeyle ilgili olduğunu da düşünmüyorum. Kendi aramızda tartışınca genelde talihle ilgisinin olduğunu söylenir bana. Kötü şeyler yaşıyor olmak, çirkinlikle muhatap olmak neyle ilgili peki? Talihsizlik mi? emin değil. Bu durum o kadar çok fazla oluyor, o kadar kanıksanacak bir hal alıyor ki bunun tamamen kaderle ilgisinin bulunduğunu söyleyebilirim. Ya da biz yetinme konusunda yeterince iyi değiliz. Önümüzde olup biten her şey yetinelim, kabul edelim, itiraz etmeyelim diye mi var? Kimse ne olduğuyla ilgilenmez. Herkes sonuna bakar. Sonunda neyle kaldığındır asıl konu. Bizi incitip körelten asıl yer arada olup bitenlerdir aslında. Neden bunları konuşmuyor, bilmiyorum.

   Birçok şeyi gürültüyle, kargaşa yaratarak ve ortalığı gereksiz bir acıya bulayarak gerçekleştirdim. Neticesinde elde ettiğim her şey kaybediyor olduğum gerçeğini değiştirmedi. Bunu fark edip düzenlemeye çalışmam çok zamanımı aldım. Tam olarak düzelttiğimi söyleyemem fakat belli ölçüde yol aldığımı çok rahat söyleyebilirim. Şimdi her şeyi daha sessiz ve sezdirmeden yoluna koymaya çabalıyorum. Ortada kazanım ve eksiklik oluşacaksa bile bu daha sessiz ve sakin gerçekleşmeli. İlk seçenek benim kusurlarımı arttırmaktan öte bir şeyler vermedi bana.

   Sonunda her şey anlamını yitirince nerede ve ne şekilde başladığının hiçbir önemi kalmıyor. Yeterince iyimser biriyseniz ancak kendinizi avutacak sebepler buluyorsunuz. Birini sevmekten yahut savaştan ve yıkımlardan söz edebiliriz. Sonuç her durum için aynı neticeyi veriyor. Ayağa kalkmamız ve devam etmemiz gerektiğini söyler bize filmler. En iyi arkadaşınız size telkinler sıralayıp durur. Sonunda gider ama.  İçinizde kalan birkaç avuntu cümlesi dışında kimse kalmaz etrafta. Seviştiğiniz kadınlar ya da erkekler, kötülüğünü arzuladığınız herkes. Kimse kalmaz. Hepsi birer duvar yazısına dönüşürler. Oradadırlar ama aşınmışlardır duvarlarda. Bilirsiniz bunu. Aslında her şeyi ta en başından beri biliyorsunuzdur. Olayların sizi sürükleyeceği yeri kafanızda tasarlarsınız en başında. Ve ne olduğunu anlamadan orada buluverirsiniz kendinizi. Ben böyle anlarda hep annenim öleceği anı hayal etmeye çalışırım. Her şeyin anlamını yitirdiği noktada size acı verecek en büyük anı tahmin etmeye çalışırsınız. Tüyleriniz ürperir. Ağlamamak için zor tutarsınız kendinizi. Fakat ağlayamayacağınızı da bilirsiniz. Ölmek ve yaşıyor olmanın ayrıştığı temek noktanın duyularımız olmadığı biliyorum. Sadece nefes alıp, iyimser bir insan olmak da bunun bir ölçütü değildir. Bunu da bilirsiniz. Hayatın kör noktalarından kalınca hep en başa dönmeyi umut ettim. Gerçekleşmesi imkânsız bu istek bana sadece zaman kazandırdı. Bu duygunun içinde barınmak bana sadece zaman kazandırdı. Bir sonraki anlam yitikliğinde neler olabileceğini düşünmenin zamanı. İyimser şeylerin varlığına çok fazla inanmadığımdandır mı böyle kaba meselelerle uğraşıyor olmak? Bilmiyorum. Her şey anlamını yitirmeye başlayınca etrafınızda olup biten her şey birer kuşku aracına dönüşür. Siz de bile.


Sonuç olarak günün sonunda eve dönünce şu gerçeğin içine düşüyorum: giderek aşınan, aşındıkça ufalıp yok olan bir şeylere dönüşüyorum.

22 Haziran 2017 Perşembe

Hasret Türküsü - Dilaver Cebeci

Özlem Ekici


Bekleme, ağlama, beni çağırma 

Tükendi dermanım gelemiyorum 
Bu dağlar harami, yollar ejderha 
Yitirdim yönleri bulamıyorum 



Ezel meclisinde divan kurmuşlar 
Çamurumu çile ile karmışlar 
Yazıp çizip ak alnıma vurmuşlar 
Hasret fermanımı silemiyorum 



Gündüzler, ağ atıp tuttular beni 
Geceler, zindana attılar beni 
Çağdaş şehirlerde sattılar beni 
Zincirlerden azat olamıyorum

Dilaver Cebeci

12 Haziran 2017 Pazartesi

Gözlerin İstanbul Oluyor Birden - Yavuz Bülent Bakiler

Özlem Ekici

Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik,

Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden.
Martılar konuyor omuzlarıma,
Gözlerin İstanbul oluyor birden.

Akşamlardan, gecelerden, senden uzağım

Şiirlerim rüzgardır uzak dağlardan esen
Durgun sular gibi azalacağım
Bir gün, birdenbire çıkıp gelmesen.

Şarkılarla geleceksin, duygulu, ince

Yalnız gözlerime bak diyeceksin.
Ellerim usulca ellerine değince
Kaybolup gideceksin

Bir elim seni çizecek bütün pencerelere

Bir elim seni silecek.
Kalbim: Ebemkuşağı; günde bin kere
Senin için yeni baştan can kesilecek.

Ne güzel seni bulmak bütün yüzlerde

Sonra seni kaybetmek hemen her yerde
Ne güzel bineceğim vapurları kaçırmak
Yapayalnız kalmak iskelelerde.

Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik,

Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden.
Martılar konuyor omuzlarıma,
Gözlerin İstanbul oluyor birden.


Yavuz Bülent Bakiler


9 Haziran 2017 Cuma

Levlamsı Lirikler - Eskilerden Bir Demet

Özlem Ekici
 Bana ve benden içeriye sitemim;

  İki insan düşünün. Birbirlerine bir o kadar yakınken, bir o kadar da uzaklar. İsteseler birbirlerinin sesini duyabilirler. Ama birinin yüreği o kadar uzaklaşmış ki, ne kadar bağırsa da diğeri, duyuramıyor seni. Sesini duyuramayan benim işte. Her defasında, her bağırışta sesini duyuramayan benim. Bilmiyorum… İnsan ağzı kımıldamadan bağıramaz mı? Gözleriyle, yüreğiyle, düşünceleriyle. Denedim dostlarım. Denedim fakat duyuramadım sesimi. Duyuramadım feryad-ı figanlarımı. İçimin titreyişleri sesime yansıdı da yine de anlamadılar beni. Çünkü bazı şeyleri dil ile beyan etmek gerekmiş. Çünkü anladım ki karşımdaki bakıştan anlamıyormuş. Gerçi yüzüne bile bakmayan insana neyi nasıl anlatacaksın ki. Dönüp de anlatabileceğin bir Allah'ın var. Başka kimse anlamaz seni. 

  Sen şair bey, kalemi tutan sen iyi oku yazdıklarını şimdi. Sen korkağın tekisin. Ödlek herif! Ağzını açıp niye sevmedin diyemedin. Gözlerinin içine baka baka çatamadın kaşlarını. “Ben deneme tahtası mıyım?” diyemedin. “ Madem sevmiyordun o zaman niye yalan söyledin, kendi yalanlarına başkalarını da alet ettin.” diyemedin. Evet ağlak herif diyemedin hiçbir şey. Haklı olduğun halde ağzını açıp tek kelime edemedin. Canının yanması hoşuna mı gidiyor? dediler. “Evet.” dedin. “ Yaktığın kadar yanarsın merak etme.” diyemedin. Düşman gibi baktılar, aşık gibi baktın. “ İki gün önce gülerken şimdi derdin neydi de öldürdün bütün gülüşlerimizi.” diyemedin. İnsanlar ne ara bu kadar yalancı oldular. Bakışları, sözleri, özleri, sevgileri her şeyleri yalan olmuş. Sen şair bey, çıkıp “ Yalancısınız lan!” diye bağıramadın. Sustun hep. İçinde bağırdın ama onu da kimse duymadı zaten. İyi dinle kendini şair bey. Kendine kıydığın kadar kıymadın kimselere. Biraz sevdiğinden kıyamadın, biraz da zaten anlamayacaklar dedin içinden. Çünkü biliyorsun ki hissettiğin şeyleri söyleyemiyorsun hiçbir zaman. Açıyorsun Neşet Baba'yı, diyemediğin ne varsa o söylüyor senin yerine. Bakılmaz o gözden dökülen yaşa, bakmadılar. Neler geldi garip başa, hepsini yalnız sen yaşadın. Hasret kaldın bilmediğin bütün hislere. Bütün hislerini elinden aldılar, “ Durun ne yapıyorsunuz? ” diyemedin. Şimdi söyleyemediğim ne varsa bil artık benden içre olan; Yüreğin uzaksa bana, daha da gelmesin. Gelirse yok olur. Sesimi duymuyorsan daha da duyma, duyarsan sağır olursun. Doğrularınla dahi gelme artık, doğrularında yalan olmuş. Bakmıyorsan yüzüme bir daha hiç bakma, öyle bir çatarım ki kaşlarımı ömür boyu unutamazsın. Sevda dediğin şeyi oyuncak etmişsin ya, kır o oyuncağı. Çocuğuna kalmasın ki, yalancı nesil etmesin devam. Kırma sırası bende artık. Kalemim yüreğimin çekicidir, vesselam…
 

****************

  Bazen dertlerimi tanımadığım kişilere daha çok anlatırım. Sanki o tanımadığım kişiler derdin birazını almış da zaten bir daha dönmeyeceği için hafiflemişim gibi. Ama hafiflemiyor...

****************

 Çünkü o şiirleri doğuran yalnızlık şairleri öldürür. 


****************

 Birçok şiir yazılmıştır çay üzerine. Biz de şiir gibi insanların bizden gitmesi şerefine demleniriz. Fakat çay gibi bekledikçe soğuyor, bekledikçe acılaşıyoruz biz de. Bulutlara yüklediğim umut ve hüzünler ıslatmadan sokakları gelmeyeceksin değil mi yâr?

****************

Sana zaafım incinmiş bir karanfilden hallice şimdi.

Devam edecek, hadi eyvallah.

Özlem Ekici, Personal Blogger Templates | Blog aa

Levla'nın Not Defteri - Kişisel Blog | Bütün Hakları Saklıdır | Copyright © | 2016 - 2024