Yazılarım E-postana gelsin.

Yaz E-Postanı!

28 Kasım 2017 Salı

Jurnal #6 : Beytepe Yolları ve Ankara

Özlem Ekici

  Uzun süredir sessiz bir şekilde bir köşeden izlediğim blog dünyasına geri gelmeye çalışıyorum. Sanırım bu yazı ile tekrar geri gelmiş bulunuyorum. Öncelikle sizler için Ankara'dan sonbahar-kış manzaraları getirdim. Yazının devamında yer yer size göstereceğim ve her ne kadar soğuk bir havası olmasına rağmen görülmeye en değer zamanlarının sonbahar ve kış olduğunu göstermeye çalışacağım. 



  "Peki bu kadar vakit yokken neler yaptın?" Bu sorunun cevabı çok basit, yeni bir ortama ayak uydurma çabası içinde okumaya çalışıyordum. Abartmıyorum, ben bir Egeli olaraktan iliklerime kadar donuyorum -üstelik daha kar yağmadı. Okula gelirsek bol bol İngilizce dersleri arasında programlama ve tasarım ile ilgili olan uğraşlarıma elektrik ve elektroniği de koyaraktan fazlasıyla yoğun bir yaşam rutinine başladım. Neyse ki hazırlık okumak sizi bölüm okumaktan bir nebze daha az yorduğu gerçeğini var sayarsak istediğiniz gibi çalışma şansına sahip olabiliyorsunuz. 



  Bol bol kitap alıyorum, lakin okumaya vakit bulabildiklerim fazlasıyla az. Bir yandan bilimsel ağırlıklı bir kitap, bir yandan edebi ağırlıklı bir kitap okumaya çalışmak oldukça güç oluyor. Bunların üstüne bir de İngilizce kitaplar okumaya başlayınca, halimi tasvir edecek kelime bulmada yetersiz kalıyorum. İçinizi yeterince kararttığımı düşünerekten ve de ne halde olduğumu bir kez daha kendime hatırlattığıma göre artık Ankara hakkında konuşabilirim. 



  Ankara, daha önceki yazılarımda bahsettiğim üzere hayallerimin şehri olarak geçiyordu. Bu konuda neden böyle düşündüğümü bir türlü açıklayamasam da tasvir etmeye çalışacağım. Hiç gitmediğiniz bir yer vardır, gitseniz sanki orada her şey çok güzel olacak hissine kapılırsınız. Gittiğinizde de sanki hep oraya aitmişsiniz hissi uyandırır ya hani, işte Ankara benim için buydu. Geldim, gördüm, bir kez daha anladım. Benim olmam gereken şehir burası: Ankara!

  Üniversiteme konuyu getireceğim lakin neredeyse bir dönemi bitiriyor olmama rağmen bıraksanız kampüste kaybolurum. Dersler bittikten sonra kampüs dışına kendimi nasıl attığım konusunda halen bir fikrim yok. İlk geldiğim sıralarda gezdiğimle kaldım, ikinci dönemde gezmeyi planlıyorum. Umarım bu planıma uyarım. İlk gezi zamanıma göre aslında fazlasıyla yeşil ve temiz bir havasıyla sizi kendine sevdirebilir. Kışlara gelince nefret sebebi olabilir, soğuğa karşı önlemli davranmak en iyisi. Yeşil Vadi denilen bir göl kenarımız var ki gittikten sonra çıkmaya üşeneceğiniz bir mekan. Üşeneceğiniz diyorum çünkü tırmanmanız gerekebiliyor. Övmek gerekirse kesinlikle merkeze göre fazlasıyla temiz bir havası var. Dikkat oksijen çarpabilir! 


  Ankara'nın Bahçelievler gibi güzel bir yerinde ikamet etme şansı yakalamış biri olaraktan kesinlikle burayı çok sevdim. Ben gibi üşengeç bir insan için çok güzel bir yer, her şey elinizin altında denebilir. Özellikle akşamları arkadaşlarınızla can sıkıntınızı atmak için güzel kafelere sahip bir yer. 



  Gelelim hem komik hem de bir o kadar işkenceli olan durumlara. İlk sırada tabi ki: Beytepe Otobüs Kuyruğu. Yolun uzunluğunu bir kenara bırakıyorum, o kuyruk nedir? Sabah uyanamadıysanız beklerken yediğiniz soğuk ile kendinize kesinlikle geliyorsunuz. Ve bu kuyruk daima var, azalır veya çoğalır ama daima hep orada. Metronun Beytepe durağında boşalıp dolması da bir başka hoşuma giden bir durum. Çılgın bir kalabalık olarak inip biniyoruz. Sürekli bir koşuşturmaca olmasına rağmen buna alıştığımı hissediyorum. Sonuçta daha dört yıl daha var, alışmazsam tam bir işkence olur. 


  Son olarak Mustafa Kemal Paşa'yı sık sık ziyaret edebilme şansına sahip olmak bile bu şehri sevmek için yeterli oluyor. Soğuğunla bile güzelsin Ankara! 

(Egeliler olaraktan toplanıp ısınmak için birbirimize sokuluyoruz, gerçekten denildiği kadar soğuk bir yer.)

Hoş kalın. 


19 Kasım 2017 Pazar

Annem, Saçları ve Kalbim

Özlem Ekici

Sen şiir okumaya başlıyorsun dünya yıkılıyor,
Acelesi yokmuş gibi kuşların daha yavaş kanatları..
Belki de havada asılı duruyorlar iplerine bulutların
Kim bilir ?

Hasret bir yara değil bir yangındır sevgilim
Keşke bir çeşme olsa dayasam ağzımı sen aklıma gelince
Bir yağmur yağsa yahut.. içimin yangını sönse..

Kadın dediğin kibrit kutusundan evler yapar derdi annem
Yatağın cennet olacaksa çiçeklerinde onun eli nevresimlerin
Cehennem uykular uyursan ateşi yakan eller yine o.
Üç buğdayla üç ay geçer, hem iyi doyarsın, hem eksiği olmaz sofranın

Sonra, merak etmiş bulunurdum -
“anne” derdim “peki ya adam dediğin”
Annem alnını dayayıp ocağın yanındaki duvara
Önce babasını düşünürdü
- kolunu kanadını kırdığı günleri babasının
Sonra babamı düşünürdü
- kolunu kanadını kırdığı günleri babamın..

Sen şiir okuyorsun dünya yıkılıyor
Yenisini kuruyor şefkatli iki el…

Sen şiir okuyorsun,
herkes,
her şey..
iyileşiyor..

Annem, saçları ve benim kırılmış kalbim.

27 Ekim 2017 Cuma

YOKSUN

Özlem Ekici

Senden sonrası muazzam bir kara delik.
Bu günler de geçer biliyorsun, ne geçmedi ki.
Yıllarım bile utanıyor artık yüzümün karşısında
Ne çok ağladım ne çok güldüm, hep aynı yere vardım.

Dünyanın geri kalmış tüm toprak parçalarına çiçekler ekiyorsun
Tüm dünya buna karşı üstelik, çok savaşıyor, çok yeniliyor!
Ama hep sen kazanıyorsun, hepimize karşı.

Şiir senin ellerinden sonra şiir oluyor,
Bazı şarkıları sen söylemesen biraz eksik.
Üzülsen siyah kurdele yağıyor gökten, hepimiz için yas
Sevinsen zafer bayraklarını çekiyoruz içimizin göklerine
Adın, adın gibi bembeyaz bir güne uyanıyoruz.

Sen yoksun.

Sana rastlayan kim şair değildir artık,
Adını bir kez söylediyse yeter.
Yüzüne bakmış hiç kimse görmedim diyemez
Dünyanın güzelliklerini.

Kış olsa dahi
Kiraz çiçekleri açıyor nefes aldığın şehirlerde.
Geçtiğin yolların asfaltlarından yükseliyor
O keyifli eski zaman şarkıları.
Tamam diyorum, şuraya basmış geçerken
Toprak orada kendinden utanıyor çünkü
Çünkü otuz altı numara bir çiçek bahçesi orası.

Sen,

Yoksun.


14 Ekim 2017 Cumartesi

Cehennem Zihnimde

Özlem Ekici

Evren kadar eski bir yarayım,
Dünya uçsuz bucaksız bir boşluktu
Ve ben 20 yıldır düşüyorum.
Girmediğim savaşları bile kaybettim artık
Her papatyanın ömrü kokusu kadar.

Annem beni pamuklara sarıp büyüttü,
Şimdiyse çiçekli balkonlarda bekliyorum güzel şeyler olmasını.
Göğsünde doğum lekesi olmak isterdim
Eve döneyim ki sakince delireyim, dünyanda bir yer bul bana.

Doğduğum günden beri aynı semtteyim
Evimde yersiz yurtsuz sokaklar doğuyor,
Yaşamak en çok Ankara'da hissediliyor.
Gözlerimi kapattığım gibi olsa her şey;
Bataklığa bakıp okyanus görmek elbet mümkündür.

Sen, anatomin el verdiği kadar yaralısın.
Güzel bir şeysin sen, acıya razı gelmek gibi
Hep söylenen şarkının, hep unutulan nakaratısın.
Hayata ilk cümlemi kurdum, tüm insanlık bana sağır oldu.
Sesinde yeni bir dil duyuyorum.

Sen, dünyada hayat olmadığının en mükemmel kanıtısın
Yüzün, yeryüzündeki tek detay.
Evin varken yalnızlıktan korkman,
En beter yalnızlık değil mi?
Ne yapacağım bu kimsesizlikle bilmiyorum,
Sabredenleri gül bahçesiyle karşılayacak ölüm.

Babama benzeyen adamları daima lanetli gördüm,
Kaderimi yenemiyorum, affet.
Senin pencerenden bir an olsun ayrılmadım
Ama sen evi terk edeli çok oldu;
Bunun günahını bana yazma.
Kalemim ve ben, çok yıprandık
Dünyadaki tek güzellik olmam ne kadar doğru?

Anneme birinci yaşımda,
Bu dünyaya ayak uyduramam demiştim
Acının kökü benim toprağımda.
Çiçeklere su vermekle eskiyor çocukluğum.
Sarıldıkça yaralar tekrar açılır
Kızımın adını bile bilmiyorsun,
Sanki seni hiç uğurlayamamışım gibi.

İki elimi açıp,
Önce sana sonra anneme dua ediyorum
Allah'ım sana çıkan yollara çiçekler ser.
İçimde yer gök inliyor bangır bangır
Oysa bir kağıt parçası bile oynamıyor yerinden
Kırık dökük bir kentten, kalbimden geliyorum.
Mutluluğum, dünyanın felaketi olacak.
Zihnim benim cehennemimdir.

İlk sigaramı yakarken Allah'tan deli gibi korkmuştum,
Beklenmedik bir mutluluk anıydı kalbimi durduran.
Tarih kitaplarında yazmaz insanlığın kendiyle savaşı
Yarın olsa tüm acılar çare bulacaktı belki
Güneşin canı cehenneme.

27 Eylül 2017 Çarşamba

ZAYIF KARNIM

Özlem Ekici

  Zayıf karnın nedir? Benimki ciddi bir insan oluşum. Çocukken aile büyüklerime bir şey sorduğumda ve onlar beni kinayeyle yanıtladığında ben o inceyi sezemez, gerçek zanneder, o gerçeğimle de uzun yıllar geçirebilirdim. O yüzden adım saf'a çıkmıştı. Gerçeği kahkahalarla yüzüme fırlattıklarındaysa neden zıttın kastedilerek yanıtlandığımı kavrayamazdım.
  Hayal gücüm bukle bukledir. Kıvrıldıkça yeni bir dalgaya saparım; fakat o güç benim kendi alemimdir. Orada bu dünyadan kimse olmaz. Bu dünyaya döndüğümde de aksine düzleşirim. Genellikle bana çarparlar. Ya ben kırılırım ya onlar.
  Hayalci tarafım dalgın ve kırılgandır. Gerçekçi tarafım ciddi ve mesafeli. O ikincisini sosyal maske olarak da kullanırım.
  O birkaç alay bende bir şeyleri yerinden oynattı. Her şeyden şüphe etmeye, hiçbir şeyden tatmin olmamaya başladım. Sıradan birisi buna “memnuniyetsizlik” teşhisi koyabilir. Aksine bu, şüphenin açtığı yolu merakla pekiştirmenin alametidir. Daha açık bir izahla, farz edin ki bir şeyi arıyorsunuz ve neyi aradığınızı bilmiyorsunuz. Önceleri “aramam mı gerekiyor aramamam mı?” olan şüphe, yerini “aramıyorsam aramıyorumdur. ama arıyorsam neyi arıyorumdur?” merakına devreder. Ve o büyük cevabı alana değin tatmin, beklenmemesi gereken bir Godot'dur.
  Böyle oluşmadım; ama böyle şekillendim. Bana göre her şey bir mesele, üzerine düşünülmesi, konuşulması gereken düğüm halini aldı. Kafamdakilerle yaşar dururken kolayca gülemiyorum. Boş veremiyorum. Vakit öldüremiyorum. Uyuyamıyorum, ötesi mi var?
Mutsuz, kaygılı, hüzünlü… değilim.
Ciddiyim ben. En yaygın duygum bu.
Nasılsın? Ciddiyim. 
“Dokunacağım bu dünyaya” ciddisi.
İki halimin sentezi bu oluyor işte.
Öyle de manyak.

11 Eylül 2017 Pazartesi

Hayal Metre

Özlem Ekici

İleri zamanların geri anlarında elde avuçta artan son umutlarını toplayıp terk etti yarınlar.
Yüksek tutulan beklentilerin alçak kentlerde verdiği molalara bozulan simanın en bozucu, en çekilmez halinin artık mimiklerindeki birinci haliyiz aslında biz.
Evet, biz, yani yaşanmaz hayata umut enjekte eden amorti zihinler.
Bozuk bir sürecin alışagelmişin dışındaki bütün emek verdiğimiz, uğraş biçtiğimiz bütün oluşumlarımız yüreğimize serpilen damlacıklarla.
Eşi benzeri olmayan bütün timsallerin en parmak basılası, kafa yorulası konusu aslında hayaller.
Kiminin yaşama bağlanma, kiminin can, kiminin kırılma, kiminin dönüm noktası oluyor bazen sağlam olduğunu düşündüğümüz kırıklıklarımız.
Her geçmişe takılanın en büyük umutlarıdır oysaki yarınları, kurmacaları.
Çoğulluklardan kaçışların en yalın zamanı, en umulası anı, bugünün ardı.
Ufaktan kaçışan, bütün pıl pırt toplayıcıları çekip gittiler içimizdeki çocuksu masumluklardan.
Kendi ellerimizle, kendimizi düşürdüğümüz iç kapayıcı vaziyetlerimizi başkalarına yıkarken göçükler altında nefes nefese kaldık.
Uzak ötesi yakınlıklarda kaybolmaya başlarken, yollarda hayal metrelerimizi açık bırakıyoruz.
Bu gece farklı olsun, mesela sabahın köründe.
Ya da bu umut dursun, düşüncelerimizin köşesinde.
Başkaları için yaşamak, başkaları için var olmak, bağlı kalmak bir acayip hissettiriyor mu?
Belirlenen yaşam standartlarının altına bir iki hayal gömüp, kırıklıklarını örseliyoruz üzerlerine.
Hiç bizim olmayan, sahiplenme ihtiyacı duymadan var saydığımız geleceğimizin karanlıklarında pili çıkarılan el fenerleri ellerimizde, yırtık bir harita parçacığı cebimizde bir bilinmeze doğru gidiyoruz.
Durduk yere değer veriyor, denklemlerde yalnız kalıyoruz.
Komşudan aldığımız aklı fikri peynir ekmekle yiyoruz.
Beceremiyoruz galiba yalnızlıkla yapmayı, ihtiyaç duymamayı.
Dürtü eylemlerin, örtük düşüncelerin gelgitlerinde çıplak ayaklarla ateşe bastırıyoruz.
Bir beklentimiz olmalı, çıkar dolu temenniler dünyasında.
Bizi ayakta tutan, hayata bağlayan, hey hat diye nara attıran.
Bir şeyler olmalı, yalan gibi, olmayacağını bilmene rağmen istemek gibi, imkânsızlığa âşık olmak gibi.
Uyuyup büyümek, büyüyüp küçülen olmak gibi.
Unutmamamız gerekenler de var aslında.
Hayalperest oldukça, cazip bir üzüntüyü sahipleneceğiz.
Zihnini yordukça, umutlara yoğunlaştıkça özgürleşeceğiz.
Özgür olacağız, sürüden ayrılıp kurdun kapamadığı olacağız.
Anlamıyorum, kendimi, kendim gibilerini, bana benzeyeni, kendini bize dâhil edeni.
Gerçekleşmesini beklediğimiz, istediğimiz şeylerin gerçekleşme olasılığını düşürecek olan belirsizlikler olacaktır.
Önemli olan göreceli doğru bildiklerimiz uğruna yanlışlıklar yapmaktır.
Kendimizi var kılmaktır.
Şunu da bilesin, sen kendininsin.
Hayallerinle gerçekleşmek dileğiyle…


24 Ağustos 2017 Perşembe

Bir Yelkovan Eksilir Akreplerimden

Özlem Ekici

Durduğum bir noktaya, garip garip bakmak demek,
Hayat demek, muhtemelen.
Üstelendiğim her şeyin beni bir bir alt edişi,
Perakende bir acı herhalde.
Yadırganacak ya da yadırganması gereken bir şeylerin faslı.
Tüm olanların, olmayan her şeyden fitil bulması,
Aynı tütsüde beni katıksız bir kıvamda yakıp yakıp durması,
İlk defa bir yakınını kaybetmiş bir çocuk gibi yapıyor beni.
Ürkek ve üzüntü dolu ama
Esasında kahrolmuş.
Bırakılmış bir yerden, sarılmayı bekleyen her yakınlıkta, gitgide uzaklaştırıyor.
Aynada yabancı kaldığım bir sima,
Simama eşit derecede duran şeyler,
Hem ölüm, hem kalım gibi.
Ölüm, bir gitmek değildir diyemeden,
Ardı ardına ölen,
Mezarı içime gömülü beş ceset, dört yoğun bakımlı kimse,
Arkalarında önlerini bırakmadılar mı?
Kalım bu muydu, yani önden gidenlerin arkalarına dizdikleri miydi?
Onlar öldüğünde,
Kaçının doğmamış umutları öldü bilinmez ama ben çok üzüldüm.
Bilinmez belki yarının ne getireceği ya da şimdinin ne götürüp de kaç zamanı alt edeceği
ama bilinen bir şey var ki,
Ölmek, yarım bırakılmış bir eylemdir.
Asıl bilinmezlik de bu.
Bütün olanları, bilindik bir yalnızlığa yormak,
Yani,
Bir insanın, çok tanıdık bir insana yabancı kalması demek.
Ne acı oysa!
Ne acı ki, insan her unutulduğunda bir yazmakta buluyor kendini.
Yazmaya devamı, yaşananla yaşa(n)ması istenen her şeyin,
Kendini hatırlatması,
Acıya ve birkaç karış suratsızlığın açıklığına sürüklüyor peşi sıra.
Yaklaşık yarım saat ölüm kokmak nedir?
Mutsuz ve öfkeli ve nadiren sinirli bir anına tanıklık etmek,
Ama yorucu ama nefes almak için bile nefeslenmeyen.
Durmaksızın,
Koşturmak ve yorulmak...
Yorgunluk ki, vücut bulsa sanki ben olacak.
Durduğum her yerden, hareketli geçen tüm nesneler, tüm kimseler,
Bir seli belki de, afet sayılan her şeyin.
Yani insanlar geçse, sanki saati saatine uymamış bir anda,
Belki de çok yelkovan eksilecek içimin akreplerinden.
Tümü çok azına eş gelecek.
Eksile eksile yok olunacak...


Özlem Ekici, Personal Blogger Templates | Blog aa

Levla'nın Not Defteri - Kişisel Blog | Bütün Hakları Saklıdır | Copyright © | 2016 - 2024