Uzun bir zamanın ardından merhaba diyerek başlamak istiyorum kelimelerime, bundan sonra yaşayacağım her saniyeye de merhaba... Hayatın koşuşturması arasında uzun uzun kendimi dinleyecek,kelimelerle baş başa kalacak pek vakit bulamadım, bu yüzden de yazıya dökemediğim cümleler artık kafamda hareketli birer nesneye bile dönüşmüş olabilirler. Kendi kendime beynimde konuşuyor bile olabilirim. :) Size bir sır vereyim mi kendi kendine konuşana değil de kendi kendine konuşmayana deli denir zannımca çünkü o kişi yaptığı, söylediği hiçbir şeyi sonradan düşünmediği için doğruları ya da yanlışları arasındaki ayrımın çoğu zaman farkına varmayacaktır. Bu yüzden kendi kendinize konuşmak, saatlerde düşünmekten asla kaçınmayın...
Kaybolan yıllarımın enkazları arasından gün yüzüne bakmaya çalıştığım günlerden birindeydim. Böyle günleri çok sık yaşamazdım çünkü hayatım bir amaçsızlıkla devam ediyordu. Yaşamak için yaşayan biri olmuştum çok zaman önce. Kaybettim ve kaybettiğim hiçbir şey için çaba göstermedim bu yüzden sadece ''hiç'' olarak sürdürüyorum yaşamımı. Bildiğim her şey çevremde ışık hızıyla değişiyor ve ben hiçbirine yetişemiyordum. Tanıdığım, hatıralarımın arasından gün yüzüne çıkmaya çalışan ne varsa hepsi birer yabancı halinde çevremde dolaşıyordu. Kaybolmuş şehrin anıları kalbimin tozlu raflarında gün ışığına muhtaç bir şekilde yaşıyordu. Artık bu şehre kimse uğramıyordu, mahallelerinde maç yapan çocuklar, kaldırımda oturan kadınlar, bağırarak sokak sokak dolaşan eskiciler, baloncular, simitçiler; hepsi sislerin ardından kayboluşa hükmetmişti. Tanımadığım bir terk edilmişlik sarmıştı çevreyi. Virane olmuş bir yaşanmışlık vardı etrafta, kış günlerine hakim olan sessizlik... Herkesin dilinde insanlık ölmüş cümleleri dolanırken hayata, kötülüklere umutsuzluklara inat yaşayan biriydim bir zamanlar. Sonra ne olduysa oldu işte; benden giden herkes hayatıma bir enkaz bırakarak gitti ve sonunda gördüğünüz bu enkaz yığını oluştu. Evet artık kırık dökük tuğlaların ardında gün ışığı görmeyi bekleyen bir enkaz yığınıyım. Böyle oldum belki de böyle oluşturuldum, hatırlamıyorum ama koskoca bir yaşanmışlığın izlerini taşıyorum her yanımda.
1 Temmuz 2017 Cumartesi
25 Haziran 2017 Pazar
ZAMAN GİRDABINDA ATALET
Kendi kendini
büyüten dev bir girdabın içinde usul usul ilerliyorum. Yaşadığım bütün
deneyimlerin ötesinde bambaşka dinamikleri olan bir gücün karşısında olduğumu
hissediyorum. Karşılaştığım her ayrıntı yeni ve daha önce karşılaşmadığım
türden. O denli başka ve kendine has ki başka deneyimlerimi anımsatmıyor bile. Yeni
bir biçim aldığımı, omurgamdan ve etimden içeriye başka türden bir şeylerin
doluştuğunu görüyorum. Sanırım kötü olan şu: her ayrıntı ruhumun derinliklerine
dek anlaşılır ve bir o kadar da tanıdık. Daha önce yediğim bir yemek yahut
içtiğim çok güzel bir şarabı hatırlatıyor. Hepsinden aynı oranda etkileniyorum.
Çok yakın, tahmin edilmek üzere ve çok uzak ve asla tahmin edilemez olan bir girdabın
içinde usul usul ilerliyorum. Korkmuyorum. Yaşıyor olmaktan daha kötü ve
ürkütücü olamaz hiçbir deneyim. Ağlak bir haldeyim. Ama içimde coşkun pınarlar
akıyor öte yandan. Islık çalan köy kızlarını görüyorum. Kısa süren anların
içinde uzun çok uzun zamanlarda ilerliyorum. Şöyle bir şey okumuştum: ‘’zaman,
düz bir çizgidir.’’ sanırım düz bir çizginin üzerinde ilerleyen milyarlarca
anının içinde kendimi görmeyi diliyorum. Rüya olsa bunu bilirdim. Bu derin bir
girdap. İlerledikçe büyüyen, başka hiçbir şeye benzemeyen ve sürekli değişen
bir deneyim. Neresindeyim? Ne kadar süre burada kalmayı sürdürürüm, bilmiyorum.
Geçen sene demişim: ”bir süre sonra uzaktan bakılan bir şeye dönüşüyor insan.”
bakıyorum, yine aynı yerdeyim.
Anlatmaya
çalışmak yaşıyor olduğun duygunun ya da asıl gerçeğin ancak belli bir kısmını
yansıtabilir. Hepimizin etrafında dolaşıp sonuca götüremediği en büyük açmaz da
burasıdır. Bu çelişkili durum bize büyük bir açmaz veriyor. Bizler genel olarak
benzer şeyler yaşayıp, benzer duygularla muhatap olduğumuz için de o açmazın
içini aynı sonuçlarla dolduruyoruz. Sadece kimimiz yoğunluğunu farklı ölçülerde
yaşıyor. O açmaz içini doldurmak için bize en çok da kendimizi yalnız
hissettirdiğimiz anları gösteriyor. Benzer acı sonuçlar ve şanslıysak benzer
aynı sevinçler. Anlatmak insanı bir çözüme götürmez. Ancak başkalarının
çözümsüzlüğünü büyütür.
Hayatın
neresinden tutarsak tutalım muhakkak boşluklar ve cevabı zor sorular kalıyor. Önce
boşlukları savuşturup sorulara cevaplar arıyoruz. Geriye kalan zamanın
tamamında ise bunların doğruluğunu düşünüp duruyoruz. İnsanlara gidiyoruz
çıkmazlar artınca. Ya da insanlara gel diyoruz. Yakın yahut uzak bu önemini
yitirmeye başlıyor bir süreden sonra. Herkes kendi meşguliyetini uğraş edinmiş
oluyor. Anlatmak yol almayınca susmak kalıyor geriye. Fakat her durumda muhatap
değişmiyor. Yine siz kendinizle kalmaya, kendinizi yormaya başlıyorsunuz. Gitmek
istiyorsunuz imkânınız olmuyor. Kalmak zaten hep var. O hiçbir koşulda kendini
değiştirmiyor. Eylem oluşmayınca arada oluşan her durum önemi kaybediyor. Ortak
bir yargı ya da kaçış sunuyorlar bize. Buna zaman diyorlar. Aslında meseleyi
büyütmek zarar veriyor. Bunu kabul etmemiz gerektiğini söylemeye başlıyorlar. Belli
bir çevrenin içinde kalmak, orada çok uzun zaman geçirmek veya o duruma
alışmayı kadere dönüştürmek hepimizin ortak kaygısı olmaya başlıyor. Bunu fark
ediyoruz. Bunu anlıyoruz. Gidilecek yerlerimizin yoksunlaşmasından ortaya çıkan
bir çözümsüzlük bu. Kimseye anlatmamak, kimseyi görmemek gerekiyor belki de.
Gözlerimin
etrafından bir halka oluşuyor. Dünyanın etrafını çevreleyen yörünge gibi. Bana
güzel şeylerden söz edin. Aklımı taşıyamıyorum.
Güzel şeylerin
olacağına olan inancımı ne zaman diri tutmaya çalışsam karşılaştığım manzara
hep tam karşıtı oluyor. Bunun dengeyle ilgili olduğunu da düşünmüyorum. Kendi
aramızda tartışınca genelde talihle ilgisinin olduğunu söylenir bana. Kötü
şeyler yaşıyor olmak, çirkinlikle muhatap olmak neyle ilgili peki? Talihsizlik
mi? emin değil. Bu durum o kadar çok fazla oluyor, o kadar kanıksanacak bir hal
alıyor ki bunun tamamen kaderle ilgisinin bulunduğunu söyleyebilirim. Ya da biz
yetinme konusunda yeterince iyi değiliz. Önümüzde olup biten her şey yetinelim,
kabul edelim, itiraz etmeyelim diye mi var? Kimse ne olduğuyla ilgilenmez. Herkes
sonuna bakar. Sonunda neyle kaldığındır asıl konu. Bizi incitip körelten asıl
yer arada olup bitenlerdir aslında. Neden bunları konuşmuyor, bilmiyorum.
Birçok şeyi
gürültüyle, kargaşa yaratarak ve ortalığı gereksiz bir acıya bulayarak
gerçekleştirdim. Neticesinde elde ettiğim her şey kaybediyor olduğum gerçeğini
değiştirmedi. Bunu fark edip düzenlemeye çalışmam çok zamanımı aldım. Tam
olarak düzelttiğimi söyleyemem fakat belli ölçüde yol aldığımı çok rahat
söyleyebilirim. Şimdi her şeyi daha sessiz ve sezdirmeden yoluna koymaya
çabalıyorum. Ortada kazanım ve eksiklik oluşacaksa bile bu daha sessiz ve sakin
gerçekleşmeli. İlk seçenek benim kusurlarımı arttırmaktan öte bir şeyler
vermedi bana.
Sonunda her şey
anlamını yitirince nerede ve ne şekilde başladığının hiçbir önemi kalmıyor. Yeterince
iyimser biriyseniz ancak kendinizi avutacak sebepler buluyorsunuz. Birini
sevmekten yahut savaştan ve yıkımlardan söz edebiliriz. Sonuç her durum için
aynı neticeyi veriyor. Ayağa kalkmamız ve devam etmemiz gerektiğini söyler bize
filmler. En iyi arkadaşınız size telkinler sıralayıp durur. Sonunda gider
ama. İçinizde kalan birkaç avuntu
cümlesi dışında kimse kalmaz etrafta. Seviştiğiniz kadınlar ya da erkekler,
kötülüğünü arzuladığınız herkes. Kimse kalmaz. Hepsi birer duvar yazısına
dönüşürler. Oradadırlar ama aşınmışlardır duvarlarda. Bilirsiniz bunu. Aslında
her şeyi ta en başından beri biliyorsunuzdur. Olayların sizi sürükleyeceği yeri
kafanızda tasarlarsınız en başında. Ve ne olduğunu anlamadan orada buluverirsiniz
kendinizi. Ben böyle anlarda hep annenim öleceği anı hayal etmeye çalışırım. Her
şeyin anlamını yitirdiği noktada size acı verecek en büyük anı tahmin etmeye
çalışırsınız. Tüyleriniz ürperir. Ağlamamak için zor tutarsınız kendinizi. Fakat
ağlayamayacağınızı da bilirsiniz. Ölmek ve yaşıyor olmanın ayrıştığı temek
noktanın duyularımız olmadığı biliyorum. Sadece nefes alıp, iyimser bir insan
olmak da bunun bir ölçütü değildir. Bunu da bilirsiniz. Hayatın kör
noktalarından kalınca hep en başa dönmeyi umut ettim. Gerçekleşmesi imkânsız bu
istek bana sadece zaman kazandırdı. Bu duygunun içinde barınmak bana sadece
zaman kazandırdı. Bir sonraki anlam yitikliğinde neler olabileceğini düşünmenin
zamanı. İyimser şeylerin varlığına çok fazla inanmadığımdandır mı böyle kaba
meselelerle uğraşıyor olmak? Bilmiyorum. Her şey anlamını yitirmeye başlayınca
etrafınızda olup biten her şey birer kuşku aracına dönüşür. Siz de bile.
Sonuç olarak günün sonunda eve dönünce şu gerçeğin içine
düşüyorum: giderek aşınan, aşındıkça ufalıp yok olan bir şeylere dönüşüyorum.
22 Haziran 2017 Perşembe
Hasret Türküsü - Dilaver Cebeci
Bekleme, ağlama, beni çağırma
Tükendi dermanım gelemiyorum
Bu dağlar harami, yollar ejderha
Yitirdim yönleri bulamıyorum
Ezel meclisinde divan kurmuşlar
Çamurumu çile ile karmışlar
Yazıp çizip ak alnıma vurmuşlar
Hasret fermanımı silemiyorum
Gündüzler, ağ atıp tuttular beni
Geceler, zindana attılar beni
Çağdaş şehirlerde sattılar beni
Zincirlerden azat olamıyorum
Dilaver Cebeci
12 Haziran 2017 Pazartesi
Gözlerin İstanbul Oluyor Birden - Yavuz Bülent Bakiler
Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik,
Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden.
Martılar konuyor omuzlarıma,
Gözlerin İstanbul oluyor birden.
Akşamlardan, gecelerden, senden uzağım
Şiirlerim rüzgardır uzak dağlardan esen
Durgun sular gibi azalacağım
Bir gün, birdenbire çıkıp gelmesen.
Şarkılarla geleceksin, duygulu, ince
Yalnız gözlerime bak diyeceksin.
Ellerim usulca ellerine değince
Kaybolup gideceksin
Bir elim seni çizecek bütün pencerelere
Bir elim seni silecek.
Kalbim: Ebemkuşağı; günde bin kere
Senin için yeni baştan can kesilecek.
Ne güzel seni bulmak bütün yüzlerde
Sonra seni kaybetmek hemen her yerde
Ne güzel bineceğim vapurları kaçırmak
Yapayalnız kalmak iskelelerde.
Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik,
Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden.
Martılar konuyor omuzlarıma,
Gözlerin İstanbul oluyor birden.
Yavuz Bülent Bakiler
9 Haziran 2017 Cuma
Levlamsı Lirikler - Eskilerden Bir Demet
Bana ve benden içeriye sitemim;
İki insan düşünün. Birbirlerine bir o kadar yakınken, bir o kadar da uzaklar. İsteseler birbirlerinin sesini duyabilirler. Ama birinin yüreği o kadar uzaklaşmış ki, ne kadar bağırsa da diğeri, duyuramıyor seni. Sesini duyuramayan benim işte. Her defasında, her bağırışta sesini duyuramayan benim. Bilmiyorum… İnsan ağzı kımıldamadan bağıramaz mı? Gözleriyle, yüreğiyle, düşünceleriyle. Denedim dostlarım. Denedim fakat duyuramadım sesimi. Duyuramadım feryad-ı figanlarımı. İçimin titreyişleri sesime yansıdı da yine de anlamadılar beni. Çünkü bazı şeyleri dil ile beyan etmek gerekmiş. Çünkü anladım ki karşımdaki bakıştan anlamıyormuş. Gerçi yüzüne bile bakmayan insana neyi nasıl anlatacaksın ki. Dönüp de anlatabileceğin bir Allah'ın var. Başka kimse anlamaz seni.
Sen şair bey, kalemi tutan sen iyi oku yazdıklarını şimdi. Sen korkağın tekisin. Ödlek herif! Ağzını açıp niye sevmedin diyemedin. Gözlerinin içine baka baka çatamadın kaşlarını. “Ben deneme tahtası mıyım?” diyemedin. “ Madem sevmiyordun o zaman niye yalan söyledin, kendi yalanlarına başkalarını da alet ettin.” diyemedin. Evet ağlak herif diyemedin hiçbir şey. Haklı olduğun halde ağzını açıp tek kelime edemedin. Canının yanması hoşuna mı gidiyor? dediler. “Evet.” dedin. “ Yaktığın kadar yanarsın merak etme.” diyemedin. Düşman gibi baktılar, aşık gibi baktın. “ İki gün önce gülerken şimdi derdin neydi de öldürdün bütün gülüşlerimizi.” diyemedin. İnsanlar ne ara bu kadar yalancı oldular. Bakışları, sözleri, özleri, sevgileri her şeyleri yalan olmuş. Sen şair bey, çıkıp “ Yalancısınız lan!” diye bağıramadın. Sustun hep. İçinde bağırdın ama onu da kimse duymadı zaten. İyi dinle kendini şair bey. Kendine kıydığın kadar kıymadın kimselere. Biraz sevdiğinden kıyamadın, biraz da zaten anlamayacaklar dedin içinden. Çünkü biliyorsun ki hissettiğin şeyleri söyleyemiyorsun hiçbir zaman. Açıyorsun Neşet Baba'yı, diyemediğin ne varsa o söylüyor senin yerine. Bakılmaz o gözden dökülen yaşa, bakmadılar. Neler geldi garip başa, hepsini yalnız sen yaşadın. Hasret kaldın bilmediğin bütün hislere. Bütün hislerini elinden aldılar, “ Durun ne yapıyorsunuz? ” diyemedin. Şimdi söyleyemediğim ne varsa bil artık benden içre olan; Yüreğin uzaksa bana, daha da gelmesin. Gelirse yok olur. Sesimi duymuyorsan daha da duyma, duyarsan sağır olursun. Doğrularınla dahi gelme artık, doğrularında yalan olmuş. Bakmıyorsan yüzüme bir daha hiç bakma, öyle bir çatarım ki kaşlarımı ömür boyu unutamazsın. Sevda dediğin şeyi oyuncak etmişsin ya, kır o oyuncağı. Çocuğuna kalmasın ki, yalancı nesil etmesin devam. Kırma sırası bende artık. Kalemim yüreğimin çekicidir, vesselam…
****************
Bazen dertlerimi tanımadığım kişilere daha çok anlatırım. Sanki o tanımadığım kişiler derdin birazını almış da zaten bir daha dönmeyeceği için hafiflemişim gibi. Ama hafiflemiyor...
****************
Çünkü o şiirleri doğuran yalnızlık şairleri öldürür.
****************
Birçok şiir yazılmıştır çay üzerine. Biz de şiir gibi insanların bizden gitmesi şerefine demleniriz. Fakat çay gibi bekledikçe soğuyor, bekledikçe acılaşıyoruz biz de. Bulutlara yüklediğim umut ve hüzünler ıslatmadan sokakları gelmeyeceksin değil mi yâr?
****************
Sana zaafım incinmiş bir karanfilden hallice şimdi.
Devam edecek, hadi eyvallah.
4 Haziran 2017 Pazar
ZAMANI DUYUMSADIĞIM BİR ATALET GECESİ
Bazı şeylerin
düzelmesi için zamana ihtiyaç olduğu konuşulur, öğütlenir. Bu şaşmaz bir gerçek
olarak karşımıza konulur. Yaşını başını almışlar bu meseleye bir de
yaşantılarından bir örnekle katkıda bulunup fikirlerini güçlendirmeye
çalışırlar. Akranlar daha argodurlar. Küfürler falan, terk edilme hikâyeleri,
saçma sapan daha bir sürü örnekle zamanın insana iyi gelebileceğini söylerler.
Bu gerçeğe derin bir bağlılık duymamızı beklerler. Kızıp söylenmek, itiraz
falan etmek nafiledir. Herkes aynı dili, aynı söz birliğini kurup aynı gerçeğe
inanınca söylenecek pek fazla bir şey kalmaz kimseye. Fakat herkes ufak da olsa
bu, zamanın her şeye yanıt olabileceği gerçeğine karşı kuşku da besler. Bir
eşikten sonra bu bir avuntu aracına bile dönüşür. Ki ben bu zamanla geçiyor
olacak yalanına inanmıyorum. Birinin bizi dürtmesi, tokatlaması lazım. Burada
söylenecek çok fazla bir şey de yok. Yanıma gelip bu konuda akıl danışanlara
yukarıda yazdıklarımı söyleyip geçiştirmeyi çok iyi niyetli bulmuyorum. Bunu
söyleyip bizi senelerdir kandırmayı sürdürüyorlar. Kimse inanıyor olduğu şeye
kuşku duyulmasını hoş karşılamaz. Temel gerçek burada karşımıza çıkar.
Zamanın insana iyi
geliyor olduğu yalanı kimseye bir şey kazandırmadı. Kazandırmayacak da. Herkes
yaptığını yapıp, onunla kalacak. İyiler iyilikleriyle. Kötülerse yalan
dolanlarıyla. Sanat, din yahut felsefe burada bize yardımcı olmaz. Bize fayda
sağlayacak tek gerçek yine biz olacağız. İyi ve kötü gerçekleşirken yanınızda
birileri olacak. Uzak ya da yakın burada önemini bir kenara bırakıyor. Asıl
mesele bunlar gerçekleşirken en az bir tane muhatap olacak. İşin işten geçtiği
kısımdan bahsediyorum. Orası evinize, odanıza girip kapınızı örttüğünüzde
başlıyor. Muhatap burada değişir artık. Pencere, perde, masada unuttuğunuz dün
geceden kalma meyve posası, okumayı yarıda kestiğiniz kitaplar ve kirli
elbiseleriniz. Hatta müzik. Ve listesini yapıp izlemeye üşendiğiniz filmler.
Bütün bunlar duyumsama becerinizi hassaslaştırır. Artık orası kafanızın içi
olmuştur. Orada her şey daha bağımsız ve özgürdür. Baktığınız her şey hareket
alanı bulmuştur kafanızın bir yerlerinde. Onları bir yerlere sürükleyip
bırakabilecek kudrete sahipsinizdir. Dayanak bulmayı aradığınızda kendinizle
kalacaksınız. Zaman size orada yardımcı olmaz. Zaman orada bir gerece
dönüşmüştür. Ve öyle kalmayı sürdürecektir.
Sanırım bu da böyle bir yazı ve geceydi. Hoş kalın, buralarda bir yerlerde görüştük.
30 Mayıs 2017 Salı
DAHA MI ÇOK KİTAP?
Uzun süredir buralarda yoktum, 2.üniversite peşine düştüğüm için haftaya önümde bir LYS kazanı olacak. LYS kazanında haşlandıktan sonra sizlerle daha fazla vakit geçireceğim. Blogumu boşladığımın farkındayım ve bunu telafi edeceğim. Bu arada okumayı yine bırakmadığım için gelip sizlerle okuduklarımı paylaşayım dedim. Çok uzun tutup sizleri sıkmamak için sadece bu geçtiğimiz haftalarda okuduklarımdan birkaç kelam edip alıntılar söyleyeceğim.
İlk kitabımızla başlayalım.
İlk kitabımızla başlayalım.
Böyle Buyurdu Zerdüşt
Zerdüşt birçok konuda söz söylemiş. Başta bana ağır bir kitap gibi geldi ve yer yer sıkıldım. Özellikle konudan konuya atlaması beni boğmuştu. Ancak tüm bunlara rağmen okunması gerek. Dinsel açıdan da yargılamak pek doğru değil çünkü kitapta din dışında birçok konuya değinilmiş. Dönemimizi de göz önünde bulundurarak okunduğu takdirde ciddi anlamda ne kadar doğru söylemiş, denilebilecek bir kitap. Umduğumdan uzun sürmesini bir kenara bırakırsak Nietzsche'yi anlamak ve yargılamak için çok güzel bir kitap. Okuyarak onu ve onun felsefesini tam olarak anlayabilirsiniz. Benim için özel bir yeri olacak bir eserdi.Tanrı'nın Unutulan Çocukları
Kesinlikle böyle bir son beklemiyordum diyebilirim. Beklentim çok yüksekti ve biraz hayal kırıklığına uğradım. Kitaptaki dostluk çok iyiydi ama bazı kısımları gereksizce çok uzatılmıştı. Yer yer akıcılığını kaybetmesi ve sıkıcılaşması sanırım bu yüzdendir.
Genel olarak okunmaya değer bir eser olduğunu söylemeliyim. Çocukluktan gençliğe geçişte yaşanılan bir olayın tüm çocuksu duygu ve davranışlara rağmen yorumlanması takdir edilesi derecede başarılıydı. Keşke daha erken yaşlarımda okusaydım dediğim bir eser oldu. Kesinlikle bu kitabı hayatınızda bir kez olsun okumalısınız. Levla'dan tavsiyedir.
Bonus: 1984
Lise yıllarımda bir hocamın tavsiyesi üzerine okumuştum ve şimdilerde tekrar okumayı düşündüğüm bir kitaptır. Tam olarak şu sıralar ülkemizin dönemine ne kadar uyuyor dediğim bir kitap. Bana göre diktatörlüğü ve iktidarın kendi çıkarları için yapabileceklerini en iyi anlatan kitaplardandır. Herkesin okuması gereken bir kitap.
Kitaba gelirsek Okyanusya, Avrasya ve Doğu Asya yaşanan savaşlar sonucu üçe bölünmüş ülkelerdir. Despot lider Big Brother' in yönettiği Okyanusya, yasaklar ve korkularla sindirilmiş bir ülkedir. Sorgulamak, düşünmek, aşık olmak, yakın arkadaşlık kurmak vb sistemin istemediği ve yasakladığı şeylerdir. Bunları yapanlar Düşünce polisi adı verilen polis tarafından yakalanmaktadır. Buna benzer beni okurken karanlık bir dünyada yaşadığımı hissettiren olaylar vardı.
Mutlaka okunmalı diyerekten incelememi bitiriyorum. Keyifli okumalar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)