Yazılarım E-postana gelsin.

Yaz E-Postanı!

1 Ocak 2017 Pazar

Oyuncağımı Benden Almayın!

Özlem Ekici

   Toprağını kaybetmiş bir dünya, yeşilliği solup gitmiş bir orman, yıldızları sönmüş bir gökyüzü... Tüm bunların bir farkı var mıydı oyuncağını kaybetmiş bir çocuktan?
Ve 'mutluyum' dedim geceye.
'Ben mutluyum. Bu sefer mutluluğumu benden alamazsın.'
Oysa karanlığın varlığı bile yeterliydi beni almak için. Hayallerimin bekçileri, karanlığın bir üfleyişiyle uçuvermişlerdi benden uzağa. Çünkü anlamsızdım. Çünkü gülümsemelerim bile anlamsızdı. Tüm mutluluğum plastik birer oyuncak gibiydi ufak bir çocuğun ellerinde. Ve ben o ufak çocuktum işte. Dokunulmaktan bile ürken, her gülümseyişi nedensiz kılabilen, ağlayan, içten içe haykıran ufak bir çocuk.

     Korkuyordu bu çocuk. Ölümden değil de yaşamın ta kendisinden korkuyordu. Sahip olamadıklarına asla sahip olamayacağından değil, sahip olduklarını kaybedebileceğinden korkuyordu. Ve dışından aptalca bir gülümseme takınırken içinden somurtuyordu sonsuzluğa. Tıpkı zaaflarından sıyrılmayı başaramamış bir oyuncu gibi boynu bükük iniyordu sahneden aşağı. Hayallerini kaybediyordu bu çocuk. İçten içe umudu yok olurken ağlıyordu. Oysa kimse duymuyordu onu. Çünkü herkes o sahte gülümseyişe kanıyordu. Çünkü herkes gözlerini kapıyordu gerçeğe. Çünkü kimse görmek istemiyordu gözlerindeki o bakışı, o anlamsızlığı...

     Toprağını kaybetmiş bir dünya, yeşilliği solup gitmiş bir orman, yıldızları sönmüş bir gökyüzü... Tüm bunların bir farkı var mıydı oyuncağını kaybetmiş bir çocuktan? Hayır, hiç sanmıyorum. Gerçek oyuncağın yerini alamaz asla sahte, plastik bir oyuncak... Bir gülümseyiş asla saklayamaz gözyaşlarını. Ama yine de görmek istemeyenler göremez; sahtekarı ayıramaz gerçeğinden. Ve bilmek istemeyenler duyamazlar asla gerçeği.

     Ne yazık ki bilmek istemeyenler çevrelemiş bu çocuğu. Ne yazık ki sağır ve dilsiz olduğunu fark edemeyenler manipule etmiş onu. Ve çocuk en sonunda anlamış, gerçeği bilmiş, gerçeği duymuş. Ve çocuk anlamış kimsenin onu dinlemeyeceğini. Ve dinleyen olmadıkça asla kurtarılamayacağını fark etmiş. Gözlerini kapatmış hayata. Geride bir damla gözyaşıyla... Kulaklarını tıkamış insana... Ardında kesik bir çığlıkla...

     'Hoşçakal gece' demiş yalnızca.
     Hoşçakal bilemeyenlerin dünyası!
     Elveda sana!
     Elveda çığlıklarımın sonsuz yankısı!!


Ufacık Bir Not: Bizi Facebook üzerinden takip edebilirsiniz...


İçime Sustuklarım

Özlem Ekici

   Anlaşılabilmek bu kadar kolay olsaydı, bu "öfke, hüzün ve acı" cümleleri kurulabilir miydi? Bunca şarkının her bir notasına, tek bir harfine onlarca anlam yüklenir miydi? Bu hep sürecek; gece kendi gölgenize kusacak, sabah yerlerden kırık-dökük kelimeleri toplayıp bir sonraki gece için yama yapacaksınız. Ve bunları, tüm o kusmukları, -sıçradığı kadarını-, yalnızca buradakiler bilecek. Ve büyük ihtimal, buradakilerin çoğunluğu da algılayamayacak, anlayamayacak. Kimse anlayamaz zaten; yaşayan, hisseden bile tam anlayamıyor ve tam anlatamıyorken... Ama yine de, iyi ki kağıt -kalem-klavye; kahve-sigara var; hayali dostlar gibi... Şu da var ki; kırık-dökük de olsa, yamalı da olsa, kıyısından-köşesinden geçiyor da olsa -zihindeki o yanık hislerin- dökebilmek de ne büyük rahatlık; her şeyi gören, bilen, anlayan ama anlatamayan kekeme çocuk gibi çırpınanlar da var -sessizliğe gömülen-… İç sesini her nasıl olursa olsun harf harf kelimelere, cümlelere yama yapabilenlere gıpta edenlerden olmak da vardı -ben gibi-… Kendine sayıp-sövmek bunun adı, sonu da yok. Çünkü hiç kimse bilmeyecek, anlamayacak; siz de "belki" diye diye habire kusacaksınız...
Ya da, bir seçenek daha var; susacaksınız; sonsuza kadar...

   "Düz bir yolda yürüyor olsaydın, tüm ilerleme isteğine rağmen hala gerisin geriye gitseydin, o zaman bu çaresiz bir durum olurdu; ama sen dik, senin de aşağıdan gördüğün gibi dik bir yamacı tırmandığına göre, adımlarının geriye doğru kayması, bulunduğun yerin durumundan ileri gelebilir, o zaman da umutsuzluğa kapılmana gerek yoktur."
-Franz Kafka       

    Gecede yağmur, ve bir ben sokaklarda… Her köşe başında bir şarkı geçiyor içimden. Boyumu aşan cümleler kuruyorum bazen. Sanmayın, çok uzun falan da değilim hani ne kısa ne uzun. İkisinin arası, ortası. Geceye düşen bir yağmur damlası nasıl mahzun, nasıl suskun, nasıl yalnız eriyip gidiyorsa; öyle sessiz, öyle ıssız, öyle biçare kaldığım gecelerde döküyorum cümleleri. Oysa sessizlikte buluşur duygular ve tamamlar birbirini en saf, en gerçek haliyle... Sessizlik, kelimelerin yokluğu değildi bu yüzden; anlamların buluştuğu, o huzur denilen bilinmezlikti… En derin sevilerin en yüce hali...

    "..ve susmada bile sözler, yalvarmalar vardır..."
 -Montaigne                                                                                

Velhasıl söylenememiş her söz şiirlerde birikiyor.

İçine susan insanlarla doluydu sokaklar,
İçine susayana acı gelir adımlar.
Ve bir kuş,
Terk edilmiş bir evin,
Kırık penceresinden girip,
Savrulmuş bir defterin üzerine,
Etraftan bulduğu çer çöplerle,
Yavruları için yuva yapar.
Defterin üzerindeyse;
"İçime sustuklarım" yazar.





28 Aralık 2016 Çarşamba

Issız - Aslı Durak

Özlem Ekici

Özlem, eskiten acı
Zaman ölüm ve yaşam
İçimin uslanmaz sarkacı..
Aklımda mührü gözlerinin
İçimde nar çiçeği anılar

Canıma batıyor bu cam kırıkları..

Ben sana aynaydım sen bana su

Ah şimdi günlerim

Ürkek serçe uykusu..

Ok gibi atıyorum seni

Her gün kendimden biraz daha uzağa
Ne yapsam sana varıyor yollarım..
Ses yoktur uyuduğun sularda
Renkler silinmiş, susturulmuştur her türkü
Nasıl da üşütür bizi yalnızlık..
Gel içimin saatini yeniden kur
İkimiz için başka rüya bulalım
Orada ölümün rüzgarı esmesin hiç..
Senin olduğun yerden doğar
Esrik bir düşün en güzel günü
Bilirim yıldızları söndürür terk etmenin hüznü...

 Aslı Durak







23 Aralık 2016 Cuma

Bekleyenler İçin - Ümit Yaşar Oğuzcan

Özlem Ekici


Bir ayak sesi duymayayım
Kapıya koşuyorum
Gelen sen misin diye
Bir sarı saç görmeyeyim
Yüreğim burkuluyor
Ağlamaklı oluyorum
Her şey bana seni hatırlatıyor
Gökyüzüne baksam
Gözlerinin binlercesini görürüm
Bir rüzgar değse yüzüme
Ellerini düşünmeden edemem
Yaktığım bütün sigaraların dumanları sana benzer
Tadı senden gelir
Yediğim yemişlerin
İçtiğim içkilerin
Ve içimdeki bu dayanılmaz sıkıntı
Bu emsalsiz hüzün
Seni beklediğim içindir

Resmine bakamaz oldum
Uykulardan korkuyorum artık
Utanıyorum odamdaki bütün eşyalardan
Şu sedir hala gelip oturmanı bekliyor
Şu ayna karşısında güzelliğini seyretmeni
Şu kadeh dudaklarına değebilmek için duruyor masada

Ve şu saat geldiğin anda
Durabilir sevincinden
Zaman çıldırabilir
Çünkü benim dünyamda
Ölümsüzlük, seni sevmek demektir.

Bir çocuk doğmayı bekler
Bir ağır hasta ölmeyi
Bitkiler yağmur ve güneşi bekler
Yalnız bir kadın sevilmeyi
Ve düşün ki bir adam
İçinde bütün bekleyenlerin korkusu ve ümidi
Seni bekler
Asılmayı bekleyen bir idam mahkumu gibi

Sen gelinceye kadar
Pencerem kapalı duracak
Rüzgar gelmesin diye
Artık perdeleri açmayacağım
Gün ışığı girmesin diye
Sonra kahrolacağım
Bu karanlıkta, bu derin yalnızlıkta
Ve günlerce gecelerce haykıracağım
Nerdesin diye, nerdesin diye

Bir gün bu kapıdan sen gireceksin
Biliyorum
Ergeç bu bekleyişin bir sonu gelecek
Yıllarca sonra
Öldüğüm gün bile gelsen
Bütün bu bekleyişlerimi ve öldüğümü unutup
Çocuklar gibi sevineceğim
Kalkıp sarılacağım ellerine
Uzun uzun ağlayacağım

Ümit Yaşar OĞUZCAN                                    




20 Aralık 2016 Salı

Dönüp Dönüp Başa Sarmanın Dayanılmaz Ataleti

Özlem Ekici

   Çok güzel metinler okudum sanat, edebiyat adına. Çok güzel müzikler dinleyip, çok güzel resimler izledim uzun uzun. İnsanın ürettiği her şeyin önemli olduğuna her zaman inanmaya devam ettim. İçlerinde yanılıp gerisinde durmak mecburiyetinde olduklarım da oldu. İnanmak söz konusu olunca ben bunu hep iyi niyetle sürdürmeye çabaladım. Kolay olmadı fakat aşırı zorlandığımı da söyleyemem.

   Bir süre sonra üreten, değer yaratan insan unsurunun kendisiyle ilgilenmeyi seçtim. Mekanizmasını, fizyolojisini anlamaya, kurcalamaya başladım. Temel sebep şuydu: insan neden üretir? Buna ihtiyaç duymasına sebep olan şey nedir? Sadece sanat, edebiyat, müzik ve resim değildi; insan aynı zamanda acı, yalan ve üzüntü de üretiyordu; sevinç ve heyecan da. Bunların hepsinin toplamıydı insan. Fark ettiğim, saydıklarımdan bir tanesi de olabiliyordu. Kapsam giderek derinleşmeye başlamıştı. Aklımda insana dair her şey yavaş yavaş dağılmaya başlıyordu. Yapı taşlarını oluşturan bütün o irili ufaklı nedenler giderek çoğalınca onları bir arada tutan bağlarda giderek zayıflıyor ve kopma noktasına geliyordu. Bunun sonuçları oldu. Ben hata yaptığımı düşünmeye başladım. Akıl insanı ölçemezdi. En bilinen haliyle bunu bir insan yapamazdı. Sanırım biraz ileri gittim. Haddimi aştığımı düşünüp bunu bir kenara atmak zorunda kaldım.

   Şimdi oradayım. Aslında hep oradaydım. Sadece yol aldığımı düşünmüştüm. Durup bekleyerek yol alamazmışım. Kendimi boş ümitlerin peşine takmış, gereksiz, kuru ve içi boş bir sürü sebebin peşine sürüklemişim.


   Akla inanmakla insana inanmak arasında derin benzerlikler var. İnsan da, akıl gibi sizi boş inançların peşinden sürükleyebiliyor. Uyandığınızda aslında hep o yatakta olduğunuzu hatırlamak kadar komik bir trajedidir bu konu.

*******

   Yazacak bir şeyler bulamıyorum. Bu, anlatacaklarımın tükendiğinin göstergesidir. Benim dışımda, benden bağımsız işleyen bir düzenin varlığından bahsediyorum. Şu yanılgıya düşmeden: ben tükendim. Bu yazacaklarımın da tükendiğine işaret eder. Böyle bir yanılgı taşımıyorum. Kabul de etmiyorum. Gerçek değişmez. Bazen sekteye uğrar. İçimde taşıdığım bir şeyin benden alındığını, çalındığını hissediyorum. Benim tekelimde karşılık bulan bu durum nasıl ve ne şekilde benden alınabilir? Bunu ben nasıl tükendiğimle ilgilendiririm?

   İşte burada çıkmaz oluştu. Benim çıkmazım. Girdap değil. Girdap işlenemez bir konu. Ben üzerine anlatacak çok şey bulamam. Ama çıkmaz? Çıkmaz, tam olarak içimde bir şeylerin bölünüp dağıldığına göstergedir. Her şey bitince geriye bizden bir şey kalmaz. Çıkmaz bana bunu anlatıyor. Çünkü ben ona soru sordum. Yazacak bir şeyleri kalmayan insanlar kendilerine çarparlar. Sonunda çatlayıp dağılana dek.

********

   Sürekli aynı noktada kalınca etrafta olan biten ne varsa belirginleşmeye, büyümeye ve keskinleşmeye başlar. Fark etmediğin, dikkattinden kaçan bütün nesneler -daha önce orada olduğu halde- bir bir gözünde yer kaplar. Bilgisayarın monitöründe günlerce yapışık halde bekleyen saçın, yıkamadığın için dibinde kahve kurumuş bardağın, bardağın masada bıraktığı iz… Üç haftadır kitap okumuyorum. Bazen okula giderken yol uzun olduğu için sıkılmayayım diye yanıma aldığım kitaplar hariç. Zaten onun da pek anlaşılır bir tarafı yok. Dikkatim çok çabuk dağılıyor. Okuduğumdan da bir şey anlamıyorum.

    Masa diyordum. Oradan uzaklaşmamam gerekiyor. Dün akşam masa başına gelirken beş adet mandalina aldım. Masanın solunda ufak bir kabuk yığını duruyor. Kurumuş, dağınık… Alıp mandalinaların olduğu torbaya boşaltıyorum. Masada yine iz, kabuk izi. Şiir yazdığım müsveddelerim; zaten masada bugüne kadar en çok onlar durdu. Bazı günler aldım karaladım. Bazı günler hiç görmedim bile. Bakmak istemedim. Yazacak bir şeyler bulamadım. Doğrusu bu.

   Kahve, evin anahtarı, cüzdan, fişler, tükenmiş pil yığını, faturalar, ucu kırılmış kurşun kalemler, silgi çöplerinden yapılan dağ yığını, içinde ne olduğuna bakmadığım siyah bir poşet. Hepsi bana bakıyor. Ben fark etmemişim.

*******

   Mesele anlatmanın ötesinde bir duruma dönüştü. İnsan çok basit bir durumu, anlaşılmayı, ifade etme güçlüğü yaşıyor. Bir tereddütün içinde yaşıyorum.

Ve nihayet son.





9 Aralık 2016 Cuma

İz Vardı

Özlem Ekici


İz vardı.
Olur ya dudaklarında insanın...
Veya yağan karlı bir günün ardından atılan bir adım.
Daha iyisi mi?
Sabah kalktığında kalan yüzün yastıkta.
Ama bilirsiniz buğulu bir cama yazı yazmayı,
Yırtılan bir kitabın sayfasını,
Dalda konmuş bir kuşun aniden uçmasını...
Hele de çorabınızı çıkartırsınız parmaklarınız kalır.
Topuklarınız kalır.
İllaki kalır bir şeyler.
Ben de böyleyim.
Dudaklarımda kalmışlık,
Yağan yağmurun zifte bıraktığı renk gibi,
Uzun süre takılı kalan gözlük gibi,
En güzellerinden biri ise dokunulan o çiçeklerin kalmışlığı gibi derim.
Oturduğum yerlere kendimi bıraktığım,
Zannedilen aksine hiç gitmediğim,
Belki dursam sanacağım dediğim...
Ama en güzeli mi,
Dudaklarım da parmaklarının kokusunu bıraktığı gibi derdim.
Kahverengi parmakları,
Dutlu budaklı dudakları,
Hayatıyla sevabıyla anları,
Ve olur ya insanın dudaklarında...
İşte anladığım tek şey
İz vardı.



Özlem Ekici, Personal Blogger Templates | Blog aa

Levla'nın Not Defteri - Kişisel Blog | Bütün Hakları Saklıdır | Copyright © | 2016 - 2023