Yazılarım E-postana gelsin.

Yaz E-Postanı!

30 Mayıs 2017 Salı

DAHA MI ÇOK KİTAP?

Özlem Ekici
  Uzun süredir buralarda yoktum, 2.üniversite peşine düştüğüm için haftaya önümde bir LYS kazanı olacak. LYS kazanında haşlandıktan sonra sizlerle daha fazla vakit geçireceğim. Blogumu boşladığımın farkındayım ve bunu telafi edeceğim. Bu arada okumayı yine bırakmadığım için gelip sizlerle okuduklarımı paylaşayım dedim. Çok uzun tutup sizleri sıkmamak için sadece bu geçtiğimiz haftalarda okuduklarımdan birkaç kelam edip alıntılar söyleyeceğim. 
İlk kitabımızla başlayalım. 

Böyle Buyurdu Zerdüşt

  Zerdüşt birçok konuda söz söylemiş. Başta bana ağır bir kitap gibi geldi ve yer yer sıkıldım. Özellikle konudan konuya atlaması beni boğmuştu. Ancak tüm bunlara rağmen okunması gerek. Dinsel açıdan da yargılamak pek doğru değil çünkü kitapta din dışında birçok konuya değinilmiş. Dönemimizi de göz önünde bulundurarak okunduğu takdirde ciddi anlamda ne kadar doğru söylemiş, denilebilecek bir kitap. Umduğumdan uzun sürmesini bir kenara bırakırsak Nietzsche'yi anlamak ve yargılamak için çok güzel bir kitap. Okuyarak onu ve onun felsefesini tam olarak anlayabilirsiniz. Benim için özel bir yeri olacak bir eserdi.


Tanrı'nın Unutulan Çocukları

  Kesinlikle böyle bir son beklemiyordum diyebilirim. Beklentim çok yüksekti ve biraz hayal kırıklığına uğradım. Kitaptaki dostluk çok iyiydi ama bazı kısımları gereksizce çok uzatılmıştı. Yer yer akıcılığını kaybetmesi ve sıkıcılaşması sanırım bu yüzdendir.
Genel olarak okunmaya değer bir eser olduğunu söylemeliyim. Çocukluktan gençliğe geçişte yaşanılan bir olayın tüm çocuksu duygu ve davranışlara rağmen yorumlanması takdir edilesi derecede başarılıydı. Keşke daha erken yaşlarımda okusaydım dediğim bir eser oldu. Kesinlikle bu kitabı hayatınızda bir kez olsun okumalısınız. Levla'dan tavsiyedir.

Bonus: 1984

  Lise yıllarımda bir hocamın tavsiyesi üzerine okumuştum ve şimdilerde tekrar okumayı düşündüğüm bir kitaptır. Tam olarak şu sıralar ülkemizin dönemine ne kadar uyuyor dediğim bir kitap. Bana göre diktatörlüğü ve iktidarın kendi çıkarları için yapabileceklerini en iyi anlatan kitaplardandır. Herkesin okuması gereken bir kitap. 
  Kitaba gelirsek Okyanusya, Avrasya ve Doğu Asya yaşanan savaşlar sonucu üçe bölünmüş ülkelerdir. Despot lider Big Brother' in yönettiği Okyanusya, yasaklar ve korkularla sindirilmiş bir ülkedir. Sorgulamak, düşünmek, aşık olmak, yakın arkadaşlık kurmak vb sistemin istemediği ve yasakladığı şeylerdir. Bunları yapanlar Düşünce polisi adı verilen polis tarafından yakalanmaktadır. Buna benzer beni okurken karanlık bir dünyada yaşadığımı hissettiren olaylar vardı. 
 Mutlaka okunmalı diyerekten incelememi bitiriyorum. Keyifli okumalar.

12 Mayıs 2017 Cuma

Bi' POPÜLER KİTAP DAHA!

Özlem Ekici
   Merhabalar,  uzun zamandır buraya kitap incelemesi koymadığımı fark ettim. En son zamanlarda okuduğum bir popüler romandan bahsetmek istedim ve geldim, yazdım size. 



Adını duymadıysanız bile şimdi duyacaksınız: Benimle Asla Tanışamayacaksın. Buralardan yani bloglardan tanıştığım ve kısa sürede çok yakın dostum olan Bir Kısanın Günlüğü adlı blogun sahibi İlknur yani canım kuzum elinde görüp merak ederek almıştım. Son zaman romanlarını pek okumasam da bunu okudum ve sevdim. Evet, sevdim. Yalınlığını, üslubunu, hikayesini... Yazar Leah Thomas, adını bu kitapla duydum. Zaten yazarın ilk kitabıymış. Öncelikle adet olduğu üzere arka kapak tanıtımı ile başlayalım. Şunlar yazıyor idi:


"Ollie ve Moritz... Onlar bizden çok farklılar. Hayal bile edemeyeceğiniz özellikleri olan bu iki yakın arkadaşın buluşması imkânsız. Çünkü Ollie'nin elektriğe olan alerjisi hayatını tehdit ediyor, Moritz'in zayıf kalbi de bir pil sayesinde atıyor. Bir araya gelmeleriyse ikisinden birinin ölümüne neden olacak.



En karanlık zamanlarında birbirlerine yazdıkları mektuplarla hayatı, hissetmeyi ve sevmeyi öğrenen Ollie ve Moritz için tüm dengeler ortak geçmişlerinin açığa çıkmasıyla değişiyor.Acaba arkadaşlıkları bu değişimi kaldırabilecek kadar güçlü mü?"


  Kendi yorumuma gelecek olursak şöyle ki ilk kitap olmanın acemiliği var evet ama her ne olursa olsun ana fikir gerçekten çok güzel. Ollie ve Mo'nun mektuplarıyla ilerleyeyen bir kitap. Sonlara doğru bilim-kurgu yönü ağır basıyor. Fazlasıyla akıcı ve günlük bir dil kullanılmış. İki çocuğun tüm eksikliklerine ve tuhaflıklarına rağmen birbirlerine bağlanmaları ve anlattıkları hikayeler kesinlikle okunmaya değer. Başucu kitaplarımdan biri olduğunu söylemeliyim. Okumanızı tavsiye ederim dememe gerek yok herhalde. Benim ilerde çocuklarıma mutlaka okutacağım kitaplardan oldu. Hayatta eksikliklerimize daha çok dikkat ettirdi bende, sanırım onların yerine kendimi koydum. Tabi bu düşünce sonlara doğru yok oldu çünkü kitabın sonunda beklemediğiniz bir şeyle karşı karşıya kalıyorsunuz. Yazar keşke böyle bir son yapmasaydı dedim aslında ama her şeye rağmen güzeldi. Bir güzel alıntı ile bitirelim. 

"Bazı insanlar bazı parçaları olmadan doğar."

Bol okumalı günler. 

6 Mayıs 2017 Cumartesi

GECEDE BİR ATALET VAR İMİŞ

Özlem Ekici

Söyleyeceklerim kadar, söyleyemeyeceklerimin olmasından nefret etmişimdir hep. Sonra nefret ettiklerimden kurtulmak istercesine insanlara bir sinyal olarak yazmakta bulmuşumdur çareyi. Uyumuyorsam, geceyle gündüzü yer değiştirmişsem ne dünya düzenine karşı geldiğimdendir ne de hasta ruhumun geceye direnmesinden. Gecenin bir vakti olmuş ve benim gözlerim açıksa, atmışsam kendimi sokak köpeklerinin hükmüne geçmiş sokaklara, sokak lambalarının ışıklarından kaçmak için zikzaklar çiziyorsam eğer kendimi özlediğimdendir.     
  Gün ışığının aydınlattığı ve insanoğlunun aktığı sokaklar birer tiyatro sahnesidir. Ne kadar parçası olmak istemesen de katılmak zorunda olduğun bir oyun var dev spotun altında, herkesle beraber oynamak zorunda olduğun. İninden çıkınca başlıyorsun istenileni vermeye, oynamaya. Kafandaki sorular, aklını karıştıran belirsizlikler, özlediğin adamlar, kadınlar. Hiç birini belli etmeden gülümseyeceksin. İlk kuralın bu. Eğer bir sokağın ortasında başlarsan kafandaki soruları düşünmeye, suratın bir asılırsa, kaşların çatılırsa hemen sana çevrilir bakışlar. Oynayamıyorsun rolünü. Kendine gel hemen dercesine delici bakışlar hissedersin. Hele bir de özlersen, ağlarsan, küçümser bakışlar altında ezilirsin. Pestile döndürürler adamı hiç vakit kaybetmeden. Yaftalar suratının ortasında patlar bir bir. Güçsüz, gurursuz, aşağı, basit, rezil bir insan olup çıkarsın. Gün ışığında karışırken insan nehrine bedenin, kendin olamazsın. O kadar çok insan içinde varlığın, bir nehirdeki damladan farksızdır. Ne yokluğun nehre zarar verir, ne varlığın nehre değer katar ama kirli gözükürsen göze batarsın. O yüzden savrulup giderken, kendi bile olamamış bir damlacık olursun. Kaybolursun.
  Gece yarısını gösterdiğinde saatler, perde kapanıp, oyuncular kulislerine çekildiğinde, insan nehri kuruduğunda, caddeler çıplak kaldığında, sokak köpeklerinin ayak sesleri duyulur hale geldiğinde başlar mutlak gerçek. Çık sokağa. Yürü. Özgür hissedeceksin. Gerçek olan ne varsa işte şimdi dışarıda. Şarapçılar tutmuş köşeleri, hırsızlar kapıların önünde, evsizler kuytularda ve köpekler caddelerin ortasında. Kötü onlar deme. Kötülük belirsizdir. Dayatmadır insana. Kötü bile olsa tüm bunlar bil ki gerçektir ve en kötü gerçek, en iyi yalandan iyidir. Geceleri bilirsin sokaktaki kötüleri, gardını alırsın. Binlerce insanın gülümsediği bir günde kötüyü bilemez gardını alçak tutarsın. Gece bilinenin aksine gündüzden daha az tehlikelidir. Gece kendin olursun. Aklındaki tüm soruları, belirsizlikleri düşünebilirsin istediğin gibi. Özleyebilirsin, aşık olduğunu söyleyebilirsin, acı çekiyorsan ağlarsın özgürce. Ne bakışlar vardır bedenini delip geçecek, ne yaftalar vardır seni alçaltacak. Kendin olursun. İnsan nehrinin kurumuş yataklarında akarsın istediğin gibi. Senindir tüm o caddeler. Nehre karışan bir damla değil nehrin kendisi olursun. Kendin olursun.     
  Saat gecenin bir yarısı olmuşsa ve ben uyumamakta ısrarlıysam kendimi özlediğimdendir. Gece, mutlak gerçektir. 

Bu da böyle bir yazıydı, nihayet son. Hoş kalın.

4 Mayıs 2017 Perşembe

Soluyan Deniz - Erdem Bayazıt

Özlem Ekici

Bir çığlık düştü karanlıklardan
Issız denize

Ses beton gibi buz tutuyordu
Bir takım gölgeler gidip geliyordu
Ay ışıkları gidip geliyordu
Deniz yaralı bir tay gibi soluyordu.

Kim bizi çeken ayaklarımızdan
Suyun yumuşaklığına
Yerin katılığına
Göğün karanlığına.

Bir göz bizi denetliyor - bu muhakkak
Bir çığlık boğuluyor denizde - bunu iyi duyuyoruz
Bir ışık kesiyor karanlığı bir ustura ağzında
Bilmediğimizi anlıyoruz
Görmediğimizi seziyoruz

Yeni bir çağa çıkıyoruz saçlarımızdan.

Adil Erdem Bayazıt



3 Mayıs 2017 Çarşamba

1000KİTAP BİNLERCE KİTAP!

Özlem Ekici
  Bugün sizlere severek kullandığım bir güzel siteden bahsedeceğim: 1000kitap.com  
Okurların ve kitapseverlerin kullandığı bir siteyken son zamanlarda gittikçe yaygınlaşan bir yer olmaya başladı. Şimdi sizlere 1000kitap nedir, ne işe yarar, kitap mı okuyoruz biz orada gibi soruları yanıtlayalım. 


1000Kitap Nedir?

 Kitap okumaya yarayan bir site değildir. Peki nedir? Kitapları okudum, okuyorum - şu sayfadayım- veya yarım bıraktım diyerek sınıflandırabiliyoruz. Okumak istediklerimizi de okuyacağım olarak belirtebiliyoruz. Okuduğumuz kitapları dilersek puanlayabiliyor veya kitap hakkında incelememizi paylaşabiliyoruz. Kitaplardan alıntılar ekleyip eklenilen alıntıları beğenip paylaşabiliyoruz. Ayrıca okuyacak olduğumuz bir kitap var ama kararsızız, birçok okurun yaptığı incelemelere göz atıp karar verebiliriz.
  Okurken yorumlayan ve alıntılar paylaşmayı seven bir okur olaraktan bu siteye bayılıyorum. Üstelik uygulaması da mevcut. Dilerseniz telefondan dilerseniz bilgisayar üzerinden rahatça girebilirsiniz. Üye olmak da çok kolay. 

  Okur puanı denilen bir sistem mevcut ki okuduğunuz kitap sayısına göre yaptığınız inceleme ve paylaştığınız alıntı sayısına bağlı olaraktan artıp azalan bir puanlama sistemi. Bu bazen beni gaza getiriyor, mesela daha fazla alıntı paylaşmak için daha dikkatli okuyorum. Blogumuza veya sitemize koymak için bile çeşitli bileşenleri var, benimki sağ altta mesela. 

  Tüm bunlarla birlikte kitap okuyan bir toplulukta olmak beni çok mutlu ediyor. Hiç tanımadığınız biriyle bir kitap üzerine tanışıp saatlerce kitaplar üzerine sohbetler edebiliyorsunuz. O sohbetin tadına doyum olmuyor. 

  Blogumdaki kitap incelemelimin azalmasının sebebi de sanırım bu uygulama, beni kendine çok fazla bağladı. Her neyse lafı fazla uzatmadan size bu aralar severek takıldığım ve bol bol aktif olduğum bir site ve uygulamayı tanıtmak istedim. 1000kitap.com'a yolunuz düşerse buyrun bu benim adresim: tık>>Buralarda zaten hep görüştük, hoş kalın. 

2 Mayıs 2017 Salı

Aykırı Yaşamak - Şükrü Erbaş

Özlem Ekici
Geriye bakarak yanıtlıyoruz birbirimizi
Bir destek aranır bir güç alırcasına
Dönerek ikide bir anıların ülkesine..
Alnımızı gererek konuşuyoruz, kaşlarımızı
Bir ince eğimle siper edip bakışlarımıza
Çok iyi bildiğimiz bir duyguyu
-  O biraz yenilgiye biraz ezikliğe benzer
   Ortak yaşadığımız sızım sızım -
Saklamaya çalışıyoruz birbirimizden.


Uzun uzun susuyoruz sözün kıyılarında
Hangi kapıyı aralasak bir uzaklık esiyor
Hiçbir düşünceyi sonuna dek götüremiyoruz.
-  Böyle belirlenmiş sınırlar içinde
   Bir iç denetimle, bir dış denetimle
   Konuşmasak da eski tadını yitirdi -
Düşler kuruyoruz yeniden gelecek üzerine
Kaldırıp kirpiklerimizi ayak uçlarımızdan
Dağlara bakıyoruz, ufuklara, bulutlara
-   Ah, o insan yüreğinin değişmeyen tutkusu -


Bir güncel sesle sonra, çirkin ve çiğ
Bir kirli görüntüyle hayata ilişkin
Dönüyoruz gerçeğin o kalın çizgisine..
Yeni yeni yaşamlar kuruyoruz ödünler vererek
Aklımızda yüzlerce geçerli açıklama:
"Yaşamak zorundayız nasılsa, iyidir
Hiç yoktan var olmak" adına
Karşı çıktığımız ne varsa yapıyoruz hepsini.
Bir kan pıhtısı gibi yarada kuruyan
Binlerce uyuşturucu merhemle donuyor kalbinizde
Anılar inançlar incelikler düşler..


ŞÜKRÜ ERBAŞ


24 Nisan 2017 Pazartesi

ÇİMENLERİ SEVERDİ

Özlem Ekici


  Dışarıdan bakıldığında kırklarında birinin bedenini değil de gezegenin yakınından geçmiş kuyruklu yıldızın bıraktığı kadar hasarı olan bir bedeni vardı. Hafif kırçıl saçlı, yıllardır uzamayan sakalı, aksak sağ ayağı, balkon denilemeyecek kadar küçük ama göbeksiz denilemeyecek kadar da ayva etli, gülümsemesinden sonra insanın aklından çıkmayan, eskilerin tabiri ile fazlasıyla babacan biri ama bir o kadar de deli bir insandı. Adı Ömür, bir dertsiz adamdı.

  “Neden yaşlanmıyorsun?” desen, “Her minibüse bindiğimde cebimde tam para tutuyorum, stres yok” derdi. Hiç minibüse binmezdi. Sen ben kadar fakirdi. Tek geçim kaynağı bir Hristiyan mezarlığının çimenleriydi. Ömrünü yeşile adamış, ölümü senden benden önce görmüş ve dersini almış biri sanırdın. Bazen anlatmaya başlardı.

  “Bir gece canım sıkıldı gittim mezarlığa. Belki dedim beni özleyen olmuştur. Daha bir gece önce gelen bir çocuk vardı. Adını hatırlamam ama ağlamasını unutamam. Yanında kız arkadaşıyla gelmişti ama babasıyla dalga geçercesine konuşuyordu.” Eğlence olarak anlattıkları acıydı.

  Ayağını sorsan boğanın altında kaldığını, otobüs çarptığını, Taksim’de bıçaklandığını, doğuştan olduğunu, eski karısı yüzünden bacanağının arkadaşları ile olan kavgada olduğunu filan anlatırdı. Kimse hiçbir zaman ayağının neden aksak olduğunu bilemedi. Arada bir söyledi ama biz anlamadık belki de!

  Bir gece birlikte yürürken konuştuk dertleştik yine. Ertesi gün mezarlığa gittim. Yoktu. Ömür amcanın çimenleri boştu. Evinin önüne yürüdüm, polis kaynıyordu. Ambulans gelip, bedenini alana kadar izledim onu. Her an kalkacak gibiydi.

  Öğlen gibi hastaneden karakola döndüğünde, onları gördüm. Üstleri çamur içinde, nezarethanede tost yiyorlardı. Ne oldukları ve ne olacakları belliydi. Ama ne kadar hasar verdiklerini asla anlayamayacaklardı. Ömür amcayı öldürmenin ne yararı dokunmuştu ki onlara?

  Hristiyan olduğunu yarım-yamalak ingilizcem ile konuşabildiğim kardeşinden öğrendim. En sevdiğim giysileri kendim ütüledim, ölü bedenine makyaj yapılırken izledim. Biz üç-beş neye inandığı belli olmayan insanın katılımı ile gerçekleşen cenazesini, yıllar önce yaşamış sevdalısının yanına gömerlerken anladım birçok şeyi. Çok sevdiği çimenlerin altına yatırılırken tek düşündüğüm bundan sonra Ömür amcayı soranlara anlatacağım dünyada kavuşamadığı sevgilisine olan vefa öyküsü olacaktı. Çimenleri hep yeşil kaldı Ömür amcanın, tıpkı sevdiği gibi. 

21 Nisan 2017 Cuma

Sonsuza dek Sophie - Kemal Sayar

Özlem Ekici


Gözleriniz madam!
Gözlerinize bakıyorum da;
Sanki bir yangın yeri!
Yüzünüz talan edilmiş bir imparatorluktan kalmış gibi!..
Bir şair oturmuş o iki kaşın arasına,
Tüten dumana ve akan kana bakmaksızın!
Aldırmaksızın parlıyan (patlayan) bombalara, şiir söylüyor gibi…

Aslında aşktır en çetin meydan muharebesi.
Siz koşuştururken lise bahçelerinde,
Dilinizde Goethe’den yarım yamalak ezberlenmiş iki dize,
Ve deri ceketinize yaslanmış yürürken yağmurda,
Bir şairdim ben; kalbini büyüten dumanlı odalarda!..
Benim kalbim dumanlı odalarda büyüdü madam, yalan yok!
Yalan asla olmayacak; çünkü ‘aşk’ üstümüze serpiştirip kaçan o yağmur,
Bir gün sizi de ıslatacak!..
Bir gün siz de hüzünle bakacaksınız kalbimin içine,
Orada yenilenmiş (yenilmiş) bir şarklıyı göreceksiniz!..
Biz şarklılar, yani Allah’a inananlar, oruç tutanlar,
Ve asla konuşamayacakları kızlara aşklananlar;
Hep yenildik!
Farklı mağlubiyetlerden kurtuldu (kuruldu) tarihimiz!..
-Diyorum ki…
Vaktin varsa bu akşam…
Bizim yüzümüz kızarır madam,
Söylemeyiz!
Biz uzaktan sevmelerde birinciyiz.
Genç kızlara başımızı çevirip bir bakmayız,
Bir bakarsak, usulca elimizden kayarak; parçalanır kristal gençliğimiz!..
Biz kristal gençleriz madam,
Kolayca tuz buz oluruz!
-‘Eve gitsem daha iyi’…
-İyi de benim o darmadağın halimi bırakıp nereye…
Her gece saatlerce alıştırma yapıp da,
Bir tek veda (sevda) sözü fısıldayamamanın sıkıntısını…
Aşksızlıktan solan bu cismi terk edip nereye gidiyorsun(uz) madam?
Merdivenlerde peşinizden koşup da,
İsminizi haykıramamayı…
Size bakarken; derin bir acıyla kıvrandığımı fark etmeden, nereye ha?
Sophie, Rosemary, Ayşegül. Onun için üç isim seçmişti.
Yukarıdaki satırlara baktı,
Ve “-Ben bunun âlâsını lise yıllarında yazdıydım” diyerek iç geçirdi.
Fakat nâlet olası o duygu yakasına yapıştığına göre,
Bir kez daha aynı sözcükleri kullanarak;
Bir öykü yazmalıydı!
Onun için üç isim seçmişti,
Kendisi için üç ölüm!..
Bir gün yağmur yağsa,
Sırılsıklam o yağmurda ıslanacak,
Ve elinde sımsıkı tutuğu bir karanfille,
Gözyaşları saçlarından sızan yağmura karışacak (karışarak),
Onun kapısı önünde duracaktı…
Onun kapısı önünde duracak,
Ve asla (zili) çalmayacaktı!
O kapının önünde saatlerce ağlayacaktı.
O sırada fonda ‘’In your green eyes‘’ çalacaktı!..
-Sophie! Sophie!
Heyhat, Sophie gidiyordu!..
Mağrur bir prenses gibi şairin kalbinden sürgün edilmişti.
Sanki hilafet ilga ediliyordu!
Saltanat sefalete mahkum edilmişti!..
Tarih yeniden yazılıyordu…
-Sen benim sürgünümsün Sophie!
Benim ülkem dağlık ve karanlıktır.
Dağların arasından bana bir yol vardır!..
O yolu yürümek zordur!
Sanki bir nüfus sayımı günü!..
Sokaklar boşalmıştı (boşaltılmış).
Pardesülü bir adam, sırtını asırlık ağaca vermiş,
Geniş bir alanın kenarında mızıka üflüyor.
Zaman zaman gözlerini uzak bir noktaya sabitleştirerek;
Kendisine bir soru soruyor.
Doğru cevabı bulmak için uzun uzun düşünüyor,
Ve gözleri ışıldayarak cevabını mırıldanıyor;
Bir gün o da gözlerindeki bu ışıltıyı fark eder
Ve elini kalbine değdirdiğinde içinde deveran eden;
O yoksulun aşkını tanımlar,
O şarklıyı keşfederse, yazacağı ilk şiire adını verecek:
‘Sonsuza dek, Sophie’…
Kemal Sayar

19 Nisan 2017 Çarşamba

Jurnal #2 : Son Dakika Haberleri

Özlem Ekici
  Merhabalar, bugün sizlerle iki güzel gelişmeyi konuşmak üzere geldim kuruldum masama. Ben bu gelişmelerde çok mutluyuım, umarım sizler de sevinirsiniz benim adıma. Hadi hemen güzel gelişmelerimize dönelim. 

  İlk güzel gelişmemiz beni sosyal medya hesaplarımdan takip edenlerin bildiği üzere artık Kalender Dergisiyle çalışıyorum. Dergimiz Kasım 2014 'ten beri yayın hayatına devam ediyor. İki aylık olarak yayınlanan dergimizin içeriği dopdolu, üstelik çocuklşarımız için de yazabilecekleri bir bölümleri var. Dergiyi satın alabilmek için size satış yerlerini gösteren bir görsel bırakıyorum ayrıca dergiyurdu.com adresinden de ulaşabilir ve satın alabilirsiniz. Dergi hakkında daha fazlası için bana ya da dergimizin gmaili olan kalenderdergisi@gmail.com adresine mail atabilirsiniz.



  Bir diğer güzel gelişmemiz ise jdsezer.blogspot.com.tr bloguna verdiğim röportaj. Öncelikle Sezer beyin blogundan bahsedeceğim. Sezer beyin blogu çok yeni olmasına rağmen sade ve güzel bir projesi var. Bu projesi birçok blogger ile röportaj yapmak ve buna son gaz devam ediyor. Ben de beni tanımak isteyenler için röportajı yaptık, yayınladık. Beni merak edenler için röportaja buradan ulaşabilirsiniz. röportaj için tık
Bu güzel gelişmeler yüzünden blogu biraz boşlamış olabilirim ancak birkaç gün sonra bomba gibi geleceğim.
Buralarda bir yerlerde hep görüştük, hoş kalın.

16 Nisan 2017 Pazar

YEDEK HAYALLERİN VERDİĞİ ATALET

Özlem Ekici

  Gördüğümüz yerde bir ışıltı var, evet bir ışıltı. Saat kaç? Uzaylılar bu saatte gelmezler. Söndü ışık, neler oluyor? Bir hayal miydi yoksa gerçek miydi?

  Hayaller vardır, bir ışıltı gibi ansızın belirir düşünceler göğümüzde. Sonra aniden sönüverir ne olduğunu bile anlamadan. Sonra tabi bir de daima hayal olan ama gerçekleşmeyecek gözüyle baktığımız ve bu olmazsa şu olsun bari dediğimiz hayaller topluluğu vardır. Yedek lastik taşır gibi bir hayale bağlı yedek hayaller de vardır düşünce göğümüzde. Hayaller kurarız, bazen abartır hayallerde yaşarız. Gerçeğe döndüğümüzde “Nereye getirdin bizi kaptan ya!” der gibi kalırız.
  Apartmanımız arka bahçesinde bir nar ağacı var, ama ne işe yaradığını henüz anlayamadım. Her yıl çiçek açar, nar verir. Düşünüyorum da onun da hayalleri var mıdır veya yedek hayalleri nasıldır? Ben bu yıl dünyanın en fazla narını versem ne güzel olurdu diye düşünüyor mudur? Sonra ne boş konuştum ha deyip bu yıl sadece açtığım çiçeklerin yarısı kadar nar versem yeter diyor mudur? Yedeğe al hayalleri kaptan, sonra bize oradan bir duble daha hayal koy. Hayal kurmak güzel ama hayalleri hayat denen oyuna sokmak zor. Alın hayalleri oyundan, yedekleri pistten alalım lütfen. Sanırım bir nar ağacının en büyük hayali dünyanın en iri narını vermek falan olurdu, insanlar yemesin ama incelesin der gibi devasa bir narı barındırmak ne müthiş olurdu. Narlaşma yazar neler diyorsun sen? Ağaç oluyorsun anladık da bu kadar nara bağlama.
  Saçmalamanın bir üst seviyesine atlayan sayın yazarımız daha fazla nar ağacını süzmemesi gerektiğini anlayınca perdeyi çeker ve yedek hayallerine geri döner. Bazen otobüste karşılaştığım bir amca vardı böyle yaşlı ama genç gibi sonra şişman ama zayıfımtırak bir de uzun ama kısamsı falan bir amca işte. Sürekli ettiği bir muhabbeti var. Kim denk gelse hep aynı öğütler ve hayallerini anlatıyor. Emekli öğretmen olmak istermiş ama olamamış çünkü halen çalışıyor. Bence işi olduğu için sevinmeli zira ben hala işsizim. İş konusunda tüm taktiklerini denemiş ve iş bulmuş amcamız ve emekli olmak için yaşını bekliyorken denk gelen gençlere hayallerinden ve tecrübelerinden aşılıyor. Neden bilmiyorum ama bu yazıyı yazmadan önce aklımda ilk o vardı ne ara nar ağacına geçtim bilmiyorum.
  Yedek hayallerimiz var, oyuna sokmayı beklediğimiz ve bir de asil hayallerimiz var ki bulutlarımızın üstünde altın bir tahtta oturtup ölünceye kadar orada ağırladığımız ve asla oyuna sokmayacaklarımız. Asiliyle yedeğiyle hayaller güzel ve hayal kurmak güzel. Günün birinde acaba şahane yazılar yazacak mıyım diye beklettiğim asil hayalimi de alıp gideceğim birazdan. Yazmak bile bazen içimden gelmezken hayallerimin arasında ona dair bir asil hayal ve yedeklerinin olması ironik değil mi?
  Sanki artık oyunun ortalarına geldikçe hayaller bütününde yedek sayısı artıyor. Asiller bir kenara bırakılıyor gibi hissediyorum. Elimizdekilere göre hayalleri dallandırıp budaklandırıyoruz. Yedek hayallerimiz hayatımıza yani oyuna daha çok yaklaşıyor gibi. Her şey birer yanılgı olsa hayat da birer hayal olur muydu?

Yedekleri oyuna sokmakta geç kalmamanız dileğiyle, hoş kalın.

Özlem Ekici, Personal Blogger Templates | Blog aa

Levla'nın Not Defteri - Kişisel Blog | Bütün Hakları Saklıdır | Copyright © | 2016 - 2023